Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrenciler ve öğretim görevlileri üniversiteye seçim şansı vermeyen rektör belirleme işine itiraz ediyorlar. Daha önce de etmişlerdi ama uzun sürmemişti. Çünkü önceki rektör ‘hiç değilse’ Boğaziçi’nde yetişmiş biriydi. Bu kez tamamen dışarıdan, yeterliliği tartışmalı bir isim söz konusu olunca, protestolar daha uzun soluklu oldu. Kendi seçtiği kişiyi rektör yapma hakkını sadece Boğaziçi gibi seçkinliği tescillenmiş bir üniversite için savunmak akıl kârı değil. Kayseri’de de olsa, Zonguldak'ta da olsa her üniversite rektörünü kendi seçmeli. Boğaziçilinin bu söze yanıtı kuşkusuz şöyle olacaktır: Onlar da mücadele versin.

        Boğaziçili öğrenciler ve öğretim görevlilerinin verdiği mücadelenin tümden pürüzsüz olduğu da söylenemez. Kâh kendi iç bölünmüşlüklerinden kaynaklanan nedenlerle, kâh devletin "Biz böyle uygun gördük, böyle olacak" ısrarından mütevellit polis tedbirlerinin yer yer sertleşen boyutları nedeniyle ‘seçilmiş rektör’ talebine pek çok kez gölge düştü. Protestocular arasında birden fazla grup ve kulüp var çünkü. Bunlardan bazıları açılan bir sergide gösterilen, Kabe yerine Şahmeran’ın olduğu ve LGBT bayraklarıyla süslenmiş saygısız, provokatif resme sahip çıkmak, eylemleri kampüs dışına taşımak, siyasetçilerle içli dışlı eylemler örgütlemek gibi bir tarzı seçerek protestoların niteliğine gölge düşmesini bekleyenlere güzel malzeme verdiler. Boğaziçi Dayanışma Grubunun ve binlerce üyesi olan facebook grubu BUDDY’nin, söz konusu sergide gösterilen resimden rahatsız olan ve bununla ilgili sosyal medya paylaşımı yapan BİSAK (Boğaziçi İslami Araştırmalar Kulübü) üyelerini fişleyip hedef göstermesi, hatta tehdit etmesi gibi kabul edilemez şeyler oldu. Ancak rektör atamasını protesto eden gruplar arasında, protestoları sadece okulun öğrencileriyle sınırlı tutmayı, başka partilerle dirsek teması kurmamayı, partizanlığın öne çıkmamasını isteyen ÖTK (Öğrenci Temsilciliği Kurulu) gibi gruplar da vardı ve kampüste okunan açıklamalar onların da tesiriyle oldukça sade, içinden sol örgüt propagandası, LGBT sevdası geçmeyen, sadece konuya, 'seçilmiş rektör' talebine odaklanan metinler olarak ortaya çıktı. Gelgelelim artık bunlar iktidar merkezi ve çevresinin açıklamalarını referans alan çok geniş kitlelerin umrunda değil. Onlar kampüs kapısına kilit vuranları değil rektörlük binası ablukasını duyuyorlar. Öğrencilerde de öğretim görevlilerinde de, ne silah ne taş ne sopa olmadığını kimse anlatmıyor, varsa yoksa tek bir gencin bir otomobilin lastiklerine tekme attığı görüntüler... Yetkililer "Kimse devletin gücünü sınamasın, bu sözümüz herkese" diyerek "Boğaziçi'ni kapatmadığınız sürece bu devlet refaha ermez" diyen şuursuzları cesaretlendiriyor.

        REKLAM

        Devlete ve devlet adamlığına, adaletle yönetme şiarının araçları olarak her zaman saygı duymuş ve bu yüzden vaktiyle ‘devletçi’ olmakla eleştirilmiş muhafazakar bir demokrat olarak söylüyorum: “Kayyum rektör istemiyoruz” protestosunu yapan gençlerin şeytanlaştırılması yanlış.

        Siyaset, ‘mümkün olanın’ sanatıdır. Devlet adamlığı ise mümkün olanın yolları açılarak yapılır, devletin ‘sorun çözme’ görevine katkıda bulunularak yapılır.

        Yaşları 18-23 arasında olan öğrencileri itip kakmayı kabul edilebilir bulan bir yaklaşım ‘katkı’ değildir.

        Sessiz sedasız dağılmakta olan genç bir kitleye "Aşağıdaaaan" diye bağırıp sonra "Al bunların hepsini gözaltına, al al al" diye talimat veren memurun keyfi gözaltı işlemini görmeyip "Biz aşağı bak demedik, aşağıdan dedik" diye açıklama yapmak bir fayda sağlamadığı gibi, hakkaniyete ve insanların zekasına hakarettir.

        Melih Bulu’nun ataması mevcut düzenlemelere uygundur, doğru. Ancak geçmiş yıllarda da uygulanan, üniversiteye daha fazla söz hakkı veren yöntemlerin yerine 2018’de yapılan ve seçimden, dahası herhangi bir yöntemden bahsetmeden atanacak rektörü tayin işini sadece cumhurbaşkanına veren düzenlemenin demokratik hukuk devleti kavramıyla ne kadar bağdaştığı tartışmalıdır.

        Ve önemli bir hatırlatma: Anayasamız kadiri mutlak devlet anlayışını sivilden ve bireyden yana dengelemek adına, devletin katılımcı demokrasinin imkanlarını kullanmak yerine ‘dayatmayı’ seçtiği yer ve durumlarda, vatandaşa şiddet içermeyen gösteri, toplantı ve yürüyüş hakkını tanımıştır. AY madde 34'teki hakkın kullanımını ‘haddini aşmak’ olarak gören, ‘devlete isyan’ olarak gören her yaklaşım devlete isyanı bir varoluş biçimi olarak gören aşırılık yanlılarını sahneye davet eder. Ya da normal şartlarda makul olan insanların içinden bir aşırılık yanlısı çıkarır. Gençler söz konusu olduğunda bu, çok daha hızlı gerçekleşir.

        REKLAM

        Nitekim, polis markajı arttıkça olaylar şekil değiştirdi.

        Gençler ‘gerçekten’ karşılık vermeye başlarsa, bu karşılığı kendi ideolojik bagajını temize çekmek isteyen örgütler suistimal etmeye yeltendiğinde, işlerin çığrından çıkması ve masumların canının yanması olasılığı var. Beni endişelendiren de bu.

        Bakın, 12 Mart’ın 50. yıl dönümü yaklaşıyor.

        50 yıl oldu, gençleri profesyonelce taktiklerle halka şikayet edip kışkırtarak terörize etmekten hayır sadır olmadığını, bilakis gençlerini konuşma, uzlaşma ve bazen sahip olduğu kudrete rağmen taviz verme mesafesinde tutması gerektiğini öğrenemedi devletimiz. Bu işlerin sonunda devletin genç kuşakları aşırılık yanlısı fikirlere, hatta örgütlere kaybetmesi gibi riskler olduğunu ve bu kaybın bedelini yine milletin ödeyeceğini öğrenemedi.

        Ülkemize lazım olan, suça sürüklenmesine çanak tutulan gençlerin birileri tarafından önce aparat sonra bayrak haline getirilerek, yeni Mahirler, Ulaşlar çıkması mı sahiden? 50 yıl sonrasının Türkiye’sinde AK Parti iktidarının gençlerle ilgili mirası bu mu olmalı?

        Bence olmamalı.

        Velev ki yanlış yapıyorlar.

        Ne olmuş?

        Gençlik demek dürüstçe saçmalamak değilse nedir?

        Genç demek düşe kalka yetişkin olmak demektir. Kalkarken yetişkinlerin omuz vereceğine duydukları güvenle düşer gençler. Büyüklerin önünde sonunda kendilerini kıyıdan çekip alacaklarına duydukları inançla tehlikeye atılırlar.

        Devletin görevi, onların güvenini boşa çıkarmadan çözüm üretmektir.

        Diğer Yazılar