Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, G20 Zirvesi için gittiği Roma’dan Glasgow’daki iklim zirvesine geçmemesi, dolayısıyla G20 turunu kısa tutması haliyle ilgi çekti ve tartışmalara neden oldu.

        Sebep Türkiye’nin Glasgow’a götürmek istediği araç konvoyuna geçit verilmemesi, Cumhurbaşkanı'nın da itibardan tasarruf olmaz diyerek İklim Zirvesi’ne gitmekten vazgeçmesi.

        Middle East Eye’dan Ragıp Soylu’nun haberine göre olay şöyle gerçekleşti:

        Roma'dan sonraki durak, İklim Zirvesi için Glasgow olarak netleştirilmişti. Normal akışa göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Joe Biden ile gerçekleştireceği görüşmenin de Glasgow’da olması belirlenmişti. Ancak İskoç makamları, Türkiye'nin istediği güvenlik protokollerinin çoğunu karşılamayacağını belirtince ziyaretin ikinci ayağı iptal edildi. Türk heyeti durumu ABD'li yetkililere iletti ve Erdoğan-Biden zirvesi Roma'ya alındı.

        Türkiye’nin ‘isteklerimiz yerine getirilmedi’ alınganlığına neden olan durum ise Biden'a Roma'da uygulanan 85 araçlık güvenlik protokolünün Glasgow'da da devam etmesi.

        ABD’nin protokolü devam ederken Türk heyetinin benzer talebinin karşılanmaması bizimkilerin canını sıkmış ve ‘itibarımızı’ korumaya karar vermişler.

        Oysa eski Erdoğan, İskoçya’dan aldığı yanıtı yönetir, kendi lehine çevirmeyi becerirdi.

        Eski Erdoğan, ‘güvenlik protokolünüzü onaylayamıyoruz, araç sayınız çok fazla’ şeklinde bir cevap aldığında, kendi konvoyundaki araç sayısını azaltır ve danışmanlarından Glasgow’a katılacak bütün ülkelerin kaç araçlık konvoyla geleceklerini öğrenir ve pek güzel yüzlerine vururdu.

        Eski Erdoğan, Roma dönüşü uçağındaki kişilere “Daha adil bir dünyayı ancak eşitlikçi bir yaklaşımla kurabileceğimizi bir kez daha göstermiş olduk” demek yerine Glasgow’a gider ve liderlerin bizzat yüzlerine “Bu zirvenin temel meselesi ‘iklim’. Ama bakıyorum hepiniz daha fazla karbon ayak izi bırakmak için adeta yarışa girmişsiniz” diyerek golü kaleye yollardı.

        Eski Erdoğan Roma’da da daha proaktif olur, sıfır maliyetle PR yapma fırsatını asla kaçırmazdı.

        G20 zirvesine katılan liderlerin Roma’nın “Aşk Çeşmesi” olarak da bilinen tarihi Trevi Çeşmesi’ne gidip geleneğe uyarak bozuk para attığı o kısa gezintiyi kastediyorum.

        Erdoğan orada da yoktu.

        YENİ ADI AYRILIK ÇEŞMESİ OLSUN

        O çeşmeye bozuk para atma geleneğinin tek anlamı ‘hayatının aşkını bulma ve koruma’ değildir. Roma’ya bir kez daha gelme temennisini de içerir.

        Anlaşılan Erdoğan Roma’ya tekrar gitmeyi dilemiyor.

        Nereden bakarsanız bakın, sonuç konvoydaki araç sayısını ‘itibar meselesi’ yapmayı, liderler arasındaki sıcak ilişkilere dair pozitif bir algı çalışması yapma fırsatına tercih etmiş olduğu gerçeği.

        Fırsat evet. Çünkü sürekli olarak NATO ve AB üyesi ülkelerle ilgili ilişkilerde yapılan görüşmelerin, ziyaretlerin ‘olumlu’ olduğu lanse ediliyor. Demek ki bir şeylerin ‘olumlu geçmesi’, işlerin/ilişkilerin yoluna girmesi isteniyor.

        O zaman asıl ‘olumlu’ mesajların/fotoğrafların verileceği ‘Aşk çeşmesi’ ziyaretini ‘ayrılık çeşmesi’ kayıtsızlığına çevirmek neden?

        Benim aklıma gelen eminim danışmanlarının da aklına gelmiştir, ama kendisinin sıcak bakmadığını ‘pagan adeti’ deyip geçtiğini tahmin etmek zor değil.

        “Aman sen de, adam hasta, yürüyemiyor işte görüyoruz, o yüzden gitmemiştir” mi diyeceksiniz?

        Külliye şürekasından oluşan basketbol takımıyla haftada üç kez basketbol oynuyor Cumhurbaşkanı. Yaşlanıyor evet, bir Benjamin Button değil. Ancak bazı muhaliflere kötü haber şu ki, temennilerini gerçek zannederlerse bu her bakımdan çürük bir yatırım olur.

        Çürük demişken, o konuda da birkaç kelam etmek hem farz hem sünnet.

        #ÖLMÜŞ ETİKETİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ SEFALET

        Bugünlerde üst üste gelen tesadüflerden anlık görüntü cımbızlayarak yapılan bir "Erdoğan’ın sağlığı kötü yaşasınnn” kampanyası var.

        O kadar gayri insani ve gayri medeni bir kampanya ki, anlamak, akla vicdana sığdırmak mümkün değil.

        En son işi #ölmüş diye bir hashtag açmaya kadar vardırdılar. Erdoğan yaşlanmış, hastaymış. Ölüyormuş aman ne iyiymiş.

        En insaflısı lütfedip "Ölmesin, daha yargılayacağız" demiş, yani ölümü bir imtiyaz olarak görmüş, gerisini siz hesap edin.

        Bir adamın şahsından hoşlanmayabilir, hatta nefret edebilirsiniz. Ama nefreti yaşlılık ve hastalık üzerinden temize çekmek neyin nesidir? Bu nasıl bir sefalettir?

        Bizde hasmından ne kadar hazzetmez olursan ol, yaşlıysa asgari miktarda saygı, hasta ise eser miktarda bile olsa şefkat duymak asıldır.

        Kendisine ‘muhalif’ diyenler ve bunu da bir ‘ahlaki üstünlük’ şiarını takınırmış gibi ifade edenler, siyasi hasımlarının yaşlılığı ve eğer varsa hastalığı üzerinde tepinmeyi hangi cihetle ‘ahlaki’ buluyorlar, biraz bahsetseler de o ahlaktan biz de nasiplensek?

        Ya kendisine ‘muhalif’ diyenlerin her fırsatta atom hakkında yeni bir bilgiye ulaşmış gibi "Yok yok, koltuğu bırakmaz bu” diye serzenişte bulunup, sonra ilk fırsatta "Aman ölmesin, öyle kolay değil, daha hapse atacağız, burnundan getireceğiz" fantezilerine girişmesine ne demeli?

        İktidarı doğal yoldan kaybetmesini ve normal yollardan muhalefet sıralarına oturmasını ‘imkansızlaştıracağınızı’ vaat ettiğiniz birinin ‘iktidarı bırakmak istememesi’ neden sürpriz oluyor?

        Velhasılı, Erdoğan eski Erdoğan değil, kendisini destekleyenler de yandaştan ziyade ‘yancı’ oldular, slogan atmaktan cümle kuramaz hale geldiler. Biliyoruz, bilmekten öte dört yıldır bu köşede zaman zaman medeni bir biçimde ama muhalefet kontenjanından alan kaplayan pek çok kişiden daha ağır içeriğe sahip eleştiriler yaptım, yapmaya da devam edeceğim. Ama görünen o ki eskisi gibi olmayan sadece Erdoğan değil; siyasi hasımları, muarızları ve kendisine ‘muhalif’ diyenler de eskisi gibi değil. Temel insani hasletleri kağıt üzerinde kalmış, pratiğe geçiremeyen bir toplum oldu. Bu durum iktidarın adaletsizliklerinde, çevresinin yolsuzluklarında, pudra şekercilerinin istismarında cisimleşiyor. Muhalefetin nefretinde ise bir medeniyet kaybı olarak iyiden iyiye karanlık bir şekil alıyor.

        Yazık ki, bu atmosfer sağlıklı bir seçim süreci yaşanamayacağını gösteriyor.

        Umarım ben yanılırım.

        Diğer Yazılar