Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kemal Kılıçdaroğlu ile perşembe gecesi CHP Ankara Genel Merkez binasından yaptığımız yayın haliyle çok izlendi ve çok yorum aldı.

        Muharrem Sarıkaya’nın moderasyonu eşliğinde Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkan ve soru soran gazetecilerden biri de bendim.

        Sanırım kendisiyle beraber yayına çıkmayalı bir on yıl olmuştu. O yüzden siyaset izleniminden önce şahsiyet izlenimi yaptım.

        İlgimi çeken en önemli şey Kemal Bey’in rahatlığı ve kendisine güveni oldu. Yayından önce uzun uzun “Reyhan’ın şerbeti mi daha iyi çayı mı daha iyi?”yi konuştuk.

        Sanki kafasında her şeyi netleştirmişti ve bu ona büyük bir rahatlık vermişti.

        Yayından iki gün sonra da geçen hafta yazdığım yazı vesilesiyle aradı. Ayrıca benim yayında sorup ‘tarihi’ bir cevap aldığım konu üzerinde konuştuk.

        “BAŞÖRTÜLÜ BAKAN DA PEKALA OLUR, ÇOK DA GÜZEL OLUR”

        Kemal Kılıçdaroğlu’na şunu sormuştum. “Başörtüsü bu ülkede bir daha sorun olmaz derken genellikle eğitim alanını kastediyorsunuz. Oysa artık kamu hizmetinde çalışan binlerce başörtülü kadın var. Hatta Zehra Zümrüt Selçuk gibi tesettürlü kadın bakanlarımız bile oldu. Peki siz liyakat sahibi olmak koşulu ile başörtülü bir kadın bizim hükümet ettiğimiz bir ülkede kamu hizmetinde de rahatça çalışabilir, bakan da olabilir, ne var bunda? Diyebiliyor musunuz?”

        Kılıçdaroğlu’nun cevabı şu oldu: “Evet ne var bunda? Tabii olur, gayet de güzel olur.”

        Kemal Bey bu soruyu sorduğum için, bu soruya cevap verme fırsatı bulduğu için ayrıca teşekkür etti. Nezaketi ve konuya verdiği önem dolayısıyla ben de teşekkür ettim.

        Yayında ise zaten herkesin gördüğü ve şu ana kadar epey üzerine konuştuğu gibi, ‘belediye başkanlarının’ cumhurbaşkanı adayı olmasını istemediğini açık açık söyledi. Gerekçesi basitti: Cumhurbaşkanı olmak için görevlerini bırakmalarını gerekir. Bu da doğru olmaz, çünkü o şehirleri yönetme sözü vererek halktan oy istediler, öyle oy aldılar.

        İDDİALI OLDUĞU İKİ KONU: KİMLİKLERİ BARIŞTIRMA VE İFLAS EDEN KURUMLARI VE KAVRAMLARI YENİDEN İNŞA ETME

        Parçaları birleştirdiğimde şöyle bir kanaat oluştu bende:

        1) 2018’de kendisini aday olmaktan alıkoyan her ne ise, bugün o engel yok ya da olmadığını varsayması için güçlü bir sebebi var.

        2) Demokrasinin ve demokratik değerlerin çok fazla aşındığını, devletin kurumlarıyla beraber ciddi bir çöküş yaşadığını ve bunların tek tek yeniden inşa edilmesi gerektiğini düşünüyor. Seçimleri Millet İttifakı'nın kazanması durumunda kurumları inşa ederken ilkesel prensipleri gözetmek gibi, siyasi ahlak yasası çıkarmak gibi, cumhurbaşkanlığı hükümet modelinden vazgeçmek -yani o imkanları elinin tersiyle itmek- ve güçlendirilmiş parlamenter modele dönmek için ‘samimi’ olarak çaba harcamak gibi konularda kendisinden başka kimseye güvenmiyor. Daha doğrusu kendi ‘karakterine’ güveniyor.

        3) Kılıçdaroğlu iktidar değişimi ihtimalinde suç işlediği yargı eliyle tespit edilmiş olanlarla bağımsız hale gelmiş bir yargının ilgileneceğini söylerken, bunun ‘devri sabık yaratma’ noktasına gelmeyeceği mesajını verme işini de ciddiye alıyor. Helalleşme çıkışı esas itibariyle bu mesajı vermek içindi. Muhafazakarlara ‘müsterih olun’ derken, kendi tabanına da "Muhafazakarlarla ilgili bakış açınıza çekidüzen verin" mesajını iletmeyi hedefliyordu.

        4) Kılıçdaroğlu bana kalırsa olası bir seçim zaferi sonrasında partisindeki ve tabanındaki şahinlerin rövanşist duygulara kapılmasının, dindar/muhafazakar kimlikleri baskın olan insanların/kitlelerin şeytanlaştırılmasının önüne geçme konusunda da en çok kendisine güveniyor.

        5) Çok haksız sayılmaz. Tabanının aksine Kemal Bey’in iktidar cephesinin yapıp ettiklerinden onların dini inancını, muhafazakar kimliklerini sorumlu tutan bir bakış açısı yok. Tabanının aksine "Bu ülkede muhafazakar insanlar bir daha asla aktör olamasın, yönetemesin" diye bir duygusu da yok. Eğer olsaydı 2018’deki seçime Abdullah Gül’ün çatı adaylığı ile gidilmesi için ciddi ciddi uğraş vermezdi. Bu çok belirleyici ve Kemal Bey’i ‘CHP zihniyeti’ denilen o malum şeyden ayıran bir kriter, bir kerteriz noktasıdır.

        6) Ancak şu da bir gerçek ki, Kemal Kılıçdaroğlu ve çevresi kendilerini geliştirdilerse eğer, bunda Erdoğan’ın payı da var. Dindar kimlikleri üzerindeki baskının siyasetin ‘çevre’ kısmına itilmiş milleti nasıl doldurduğu Erdoğan nezdinde aktörleşmeseydi, CHP’de kimse kendi görüşünün yanlışlığını sınama gereği duymazdı. Bu da anormal değil, partiler de insanlar gibidir; sınanmadan, sınava girmeden, hakikatin tokadı şaklamadan, defalarca düşüp yeniden doğrulmak zorunda kalmadan oturup kendisini sorgulamaz.

        KILIÇDAROĞLU %80 CUMHURBAŞKANI ADAYI

        Gelelim Cumhurbaşkanı adaylığı konusuna...

        Kemal Bey, % 80 cumhurbaşkanı adayı. Kalan %20’lik payı şunun için veriyorum: a) Seçime daha çok var. Bazı dinamikler değişirse başka kişilerin önünü açmanın daha iyi olacağını düşünüp çekilebilir. b) Hala tavşan kaç tazı tut stratejisi uyguluyor olabilir.

        Kavga eden kimlikleri barıştırma iddiasında kendisine güven duymasını çok değerli buluyorum.

        Lakin bu meselede tek belirleyici etken bir siyasi liderin barışma, helalleşme konusunda doğru adımları atmasına bağlı değil. Maalesef değil.

        Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olursa seçimi kaybettiklerinde çok ağır bedeller ödeyeceğini düşünen taraf seçim sathı mailinde Kılıçdaroğlu’na kimliği üzerinde vurmayı, hatta aynı kimliği taşıyan kitleleri provoke edip kriminalize etmeyi dahi kendilerine mubah görecektir. Çünkü mevcut model kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir model. Kaybetme olasılığı sadece hükümet üzerinde değil, hükümete yakınlığı oranında palazlanan, korunan ve bugün artık düpedüz ‘kartel rejimi’ halini almış devletin diğer unsurlarında da stres yaratıyor. Bu stres ve sonuçları 2023'e giden yolda 2022'ye kötücül bir damga vurulmasına yetecek kadar güçlü .

        İdealist tarafım, karanlık tablolar çizmek demokrasi namına ülkenin elinde kalmış az şeyden en önemlisi olan sandığın, seçimlerin değerini tahfif eder, insanları korkuya sevk etmek özgür irade üzerine ipotek koymaktır, diyor. Potansiyel ve müstakbel tehlikelerden bahsetmenin ekonomi demokrasi ve hukuk krizlerinden yılmış insanlar tarafından "Mevcut duruma razı olun, uzlaşın, taviz verin aksi takdirde daha kötüsü olur" diye duyulma riski var çünkü ve böyle duyulmayı asla istemem. Kaldı ki, zaten doğru olan hiçbir şey yok ki, bedeli ödenmemiş olsun

        Realist tarafım ise “Kontrolsüz güç güç değildir’ dendiğinde "Güç güçtür ve zor kullanmak tek çare ise kullanılır" diye cevap verecek noktaya gelmiş, çünkü zaman içinde yaşanan hadiseler yüzünden kendi değerleriyle kurduğu ilişki bozulmuş ve muhalefete bakış açısı fena halde çarpıklaşmış, daha bir iki hafta önce baş yazarına CHP’nin kapatılmasından sürgünlerden 150’liklerden bahsettirmiş olan bir iktidar ve rejim blokunun sağduyusuna fazla güvenildiğini söylüyor.

        Hadi ben son zamanlarda sufizme, mindfullnes çalışmalarına bağladım, "Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler" modundayım. Ama hala Kılıçdaroğlu’nun rahatlığını, kendisine ve topluma duyduğu azami güveni ve iyimserliğini neye borçlu olduğunu çözemedim.

        Sebep ekonominin felakete doğru gitmesi bunun da muhalefete alan açıyor olması mı? On yılı aşkın süre içinde kazandığı tecrübe mi? Yoksa sadece Reyhan çayı mı?

        Diğer Yazılar