Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye yıllarını AB ülkesi olmayı hayal ederek geçirmiş bir ülke.

        AB özellikle AK Parti iktidarının ilk dönemlerinde doğru şeyler yapılırken, Türkiye demokratikleşmek için çabalarken sürekli mırın kırın etti, havaya bakıp ıslık çaldı, hatta durumu idrak etmekten uzak açıklamalarla Erdoğan’la kurulan köprüleri yıkma noktasına getirdi.

        Ama Türkiye’de işler gerçekten kötü gitmeye başladığında ise "Mültecilere bizim yerimize bakıyor” diye ağzının fermuarını sonuna kadar kapattı.

        İkiyüzlü bir yapıdan bahsediyoruz. Buna rağmen AB ülkelerinin kendi vatandaşlarına sağladığı hukuk güvenliği, ekonomik refah ve demokratik özgürlükler hala çok yüksek ve bu yönüyle ‘Avrupa standartları’ diye bir şey, hâlâ var ve peşinden gidilesi.

        Avrupa standartlarıyla kıyaslandığında ülkemiz oldukça irtifa kaybetmiş durumda.

        Türkiye yakın sayılabilecek bir geçmişte hiç değilse İspanya kadar olabilecek bir ülke olmanın eşiğine geldiği için geriye gidişi çok hazin olan bir ülke. Doğru.

        Ama yaşadığımız coğrafyadan, bölgeden Türkiye’ye bakıldığında, ülke hala her şeye rağmen on numara beş yıldız görünebilir.

        O yüzden bu ülkelerdeki insanlar Türkiye’den ev alma yoluyla kelepir vatandaşlık edinme sırasına giriyor.

        TÜRKİYE AB ADAYI BİR ÜLKE DEĞİL ARTIK, BİR ‘BÖLGE ÜLKESİ’

        Türkiye artık bölge ülkesi. Bu yönetilenler için acı, yönetenler için ise meşruiyet çıtasını düşürdüğü için oldukça avantajlı bir durum.

        Etrafa bir bakalım mesela...

        Uçsuz bucaksız coğrafyası ile yetinmeyen ve halkına votka ile patatesten fazlasını veremezken komşusuna saldıran Putin Rusya’sı

        Kendi halkına kimyasal silah kullanan, milyonlarca insanını katleden ya da sığınmacı yapan Esad Suriye’si…

        Sandıktan çıkan başbakanı darbe ile devirip bütün partisini yargılayan, asan, zindanda öldüren Sisi’nin Mısır’ı…

        Gazetecisini, Cemal Kaşıkçı’yı başka bir ülkedeki konsolosluğunda asit döküp buharlaştıran Muhammed Bin Salman’ın Arabistan’ı…

        Devrim muhafızlarının sokak ortasında kadın dövdüğü İran ve malum molla rejimi…

        Mezhepçilik yaparak Sünnileri ezen, zulmeden ve IŞİD gibi bölgenim başına bela olan bir terör örgütünün ortaya çıkmasına neden olan Irak’ı da unutmayalım…

        Şimdi bunların liderlerinin hepsi yerli yerinde duruyor, hepsinin keyfi tıkırında, herhangi bir barış mesajı vermedikleri gibi ülkelerini demokratikleştirecek hamleler falan da yapmıyorlar, bilakis aralarında Putin gibi el yükseltip savaş çıkaranlar da var. Hepsi diktatör ve hiçbiri kaçmış değil. Çünkü ‘bölge standartları’ diye de bir şey var ve başarısız Arap baharından sonra o standartların altına düşüp zor durumda kalan diktatör diye bir şey yok. Sudan istisna oldu.

        Diktatörlük değil, otoriter sistem olan Türkiye’nin lideri bu durumda neden kaçsın? Neden kaçmak zorunda hissetsin?

        Avrupa’dan bakıldığında Türkiye çok irtifa kaybetti, lideri de diktatör gibi görünüyor olabilir. Ama ‘bölgeden’ bakıldığında Türkiye de, lideri de öyle görünmüyor.

        Bölge ülkelerinden gelenlerin, gelmeye devam etme, gelenlerin kalmayı seçme eğilimlerinden anlayabilirsiniz bunu.

        Dışardan, Asyatik, Sovyetik rejimlerden ve Ortadoğu ülkelerinde gelenler için bu ülkede en basitinden altyapı var.

        Lağım caddeden akmıyor.

        Temiz içme suyu var.

        Deprem yönetmeliği diye bir şey var.

        Kadınlar istediklerini giyebiliyor, diledikleri gibi sosyalleşebiliyor.

        Gıda, üretim ve hizmet ile ilgili standartlar var. Geceleri sokağa çıkma yasağı yok. Sürekli siren çalmıyor. Sürekli bombalanan cafe’ler oteller yok.

        Türkmenistan’da olduğu gibi liderin gezdiği yerde gezerken yanlışlıkla göz göze geldin diye hapse atılmak yok. Bilakis lideri yolda görüp fütursuzca sarılırsan sempati gösteriliyor. Bölge ülkelerinde korumalar tak diye ateş edip indirir, güvenlik gereği; bizde tam tersi haber olup medyaya çıkıyorsun.

        YÖNETENLER DEĞİL İFLASA SÜRÜKLENEN ORTA SINIF KAÇIYOR

        Türkiye’yi yönetenler tam olarak ne zaman Batı’nın yüksek hukuk demokrasi standartlarını örnek almaktan vazgeçip ‘bölge ülkesi’ olmaya karar verdi? Özellikle darbe teşebbüsü sonrası bu iradenin daha da billurlaştığı, model değişikliğinin onaylandığı 2017 referandumuyla da tamamlandığı söylenebilir.

        Çoğu NATO ülkesi olan AB üyesi ülkeler dahi artık Türkiye’yi bu nokta-i nazardan değerlendirip çok fazla yüklenmiyorlar. Sığınmacılar konusunda onların omzundaki yükü kaldıran Erdoğan’ın en azından bir dönem daha iktidarda kalmasını istediklerine yemin edebilirim ama kanıtlayamam.

        Dolaysıyla burada kaçması söz konusu olanlar maalesef ‘Yeni Türkiye’de devletin herkesi ‘tebâ olarak gören’ anlayışını haklı olarak içine sindiremeyenler.

        Eritilip bitirilen eğitimli orta sınıf.

        Yüksek lisanslı işsizler.

        Doktorlar.

        Fikir insanları.

        "Şunu söyler bunu yazarsam başıma ne gelir?" korkusu yaşayanlar.

        Konut krizi nedeniyle sürekli ev sahipleriyle sorun yaşayanlar.

        Türkiye’nin belirli standartları özleyen insan yekunu ve bu ülkede gelecek görmeyen, fakirleşen insanları artık ya göçmen ya potansiyel göçmen. Malum doğduğun yer değil doyduğun yer diye bir atasözü bile var.

        Türkler artık Meksika sınırından bodoslama atlayarak ABD sınırlarına duhul ediyor, çoğu Kanada’ya geçmek istiyor. Yani artık Türk sığınmacı, Türk mülteci diye bir şey var.

        Erdoğan, rejimin bütün adamları ve devlet gücüne neo ittihatçı ideoloji üzerinden yapışmış olanlar ise, teba olmakla sorunu olmayan sosyal yardımla geçinen 11 milyon, din üzerinden bağlılıklarını diri tutanlar ve ‘yeni gelenler’ nezdinde bütün sorunlara rağmen sürekli olarak meşruiyet üretebilecek imkana sahipler. Bırakın kaçmayı ekonomiden başka bir konuda rıza üretmesi gerekmeyen bir sosyolojiye dayandıklarından 2023’te yeniden seçim kazanmaları hala mümkün.

        Öte yandan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD Hazine Bakanlığının internet sitesinde yer alan, TURGEV ve Ensar Vakıfları eliyle Amerika’ya gönderilen paraları -o da henüz 2020’ye kadar olan kısmı- ifşa etmesi, elbette bir anlam ifade ediyor.

        Şöyle düşünün. Bu vakıflar, kamu yararına kuruluş statüsünde. Velev ki aktardıkları 1 milyar TL’lik tutarları bulan ‘bağış(?)lar iddia ettikleri türde şeffaf ve açık kaynaklarda görülebilir türde olsun, bu neyi değiştirir?

        Çocuklarında yetersiz beslenme nedeniyle bazı anomalilerin görünmeye başlandığı, yoksulluk intiharlarının yaşandığı bir ülkede, birbirlerinin evlatlarına Manhattan’larda, gökdelenlerde lüks öğrencilik yaşatma aparatlarına dönüşmüş olmaları nereden baksanız ürkütücü bir sefahat göstergesidir.

        AK Parti’yi bir ‘dava’ olarak gördüğü, bir düşünce ve inanç hareketi olarak telakki ettiği için desteklemiş olan kimse şu manzaraya bakıp hakkımı helal ediyorum diyemez.

        Sözün özü, bu tür bulguları kamuoyu ile paylaşmak, ‘zaten açık kaynaklarda var’ ise ‘hatırlatmak’ ve o bulgu üzerinden gelmesini istediği seçmene ‘uyan ve buraya gel’ demek siyasetin ta kendisidir ve pekala muhalefetin görevidir.

        Ama 'kaçıyorlar, kaçacaklar' iddiası yerinde değil, sunulan veriler ile 'kaçacak' iddiası arasında illiyet bağı yok.

        Ayrıca Erdoğan hataları, günahları bol olmakla beraber korkak biri değil.

        Dahası, yukarıda anlattım. ‘Bölge ülkelerinin liderleri ile’ kıyaslandığında tabanı nezdinde -ekonomik felakete çare bulması koşuluyla- hala meşruiyet üretebilir konumda olan, arkasında miras bırakmayı da saplantı derecesinde önemseyen bir profilden bahsediyoruz.

        Diğer Yazılar