Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Depremli bir alacakaranlık kuşağına sıkışmış gibiyiz. Dün Hatay’da yine deprem-ler oldu. Hem 6.4. hem 5.8.

        Yine feryat figan, “Enkazda sıkıştı, yardım edin” uyarıları duyduk. Ve çok acı bir gerçeği: İnsanların az ya da orta hasarlı binalardaki evlerine girmek, hatta kalmak durumunda olduklarını.

        İki nedeni var: 1) Barınma hizmeti yeterli değil. Çadır ya yok ya da evlerinin yakınında kalmak, evlerini yağma tehdidine karşı gözetecek bir mesafede olmak istiyorlar. Çünkü evlerindeki eşyalara bir noktada ihtiyaçları olacak. Mevcut ekonomik şartlarda zaten evini kaybetmiş insanlar bir de çamaşır makinelerinin TV’lerinin başkaları tarafından sırtlanıp götürülmesi riskini göze alamıyorlar. Bu yüzden çadır şehirlere intikal etmek istemeyen kişiler az-orta hasarlı evlerinin yakınında kalmak istiyor. Ama bunun bedeli de bireysel olarak çadır alamamak oluyor. Dışarda yağmurun altında, soğukla cedelleşmemek için zaman zaman evlerine giriyorlar. 2) İnsanlar eşyalarına ihtiyaç duyuyor. Dile kolay tam iki hafta oldu. Bu iki haftada sokakta ya da çadırda kalan insanların kâh gözlüğüne kâh ilacına bazen de küçük tüp, tencere gibi araçlara ihtiyacı oluyor, bunları temin etmek için evlerine giriyorlar.

        O kadar çok değişkenli bir çaresizlikle baş etmek durumundalar ki, vay efendim neden evlere giriyorsunuz, asla ama asla girmeyin de denilemiyor.

        Ama neden evlerinin yakınlarında olmak isteyenlere çadır verilmiyor sorusuna da bir cevap bulunamıyor.

        Bugünlerde sorulardan ve verilmeyen cevaplardan bol bir şey yok.

        Dünden önce de AFAD’la ilgili soru işaretleri vardı ve cevaplanmış değildi.

        DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan üç gün önce, deprem bölgesinde yaptığı basın toplantılarından birinde son derece derli toplu bir şekilde o soruları sordu.

        Sadece Babacan’ın soruları değil, benim, senin, bizim sorularımız.

        Tüm depremzedelerin, yakınlarını kaybetmişlerin, günlerdir uyuyamayanların, huniyi takmaya ramak kalmış olanların, ‘bir daha asla’ diyenlerin, sürekli olarak ‘unutmayacağız’ tweeti atanların, deprem öldürmez, bina öldürür diyenlerin, evrenin henüz çok azı keşfedilmiş matematiğini Allah’ın hikmetinin parçası sayanların, kadere iman etmekle beraber ‘dua’nın ‘eylem, önlem, tedbir, aksiyon’ olduğunu bilenlerin ve hatta ölüp de hala aramızda olanların yani hayatta olmak için canlı olmak gerekmediğini bilen ölülerin, soruları.

        Tekrar tekrar soracağız bunları:

        1) AFAD’ın hazırladığı müdahale planı vardı. Kağıt üzerinde kalan 2012-2023 arasını kapsayan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı. Burada yapılacaklar tamamlandı mı?

        2) 2022 tarihli performans programında ise 1789 arama kurtarma personelimiz var deniliyor. Bu sayı yeterli mi görüldü? Yoksa yetersiz olduğu öngörülmesine rağmen takviye yapılmadı mı?

        3) AFAD’ın 9-10-11 Ekim 2019 tarihinde Kahramanmaraş merkezli bir deprem senaryosu tatbikatı yaptığı biliniyor. Kahramanmaraş Pazarcık ilçesinde 7,5 büyüklüğünde bir deprem meydana geldiği ve 7 ilin bu depremden etkileneceği öngörülmüştü. Bu senaryoya göre yapılan tatbikatın sonucu ne olmuştu? Hangi kararlar alınmıştı? Tatbikatta tespit edilen eksiklikler nelerdi? Tatbikatın raporu ortalarda yok. Eksikler tespit edildiyse neden bugüne kadar o eksiklikler giderilmedi? Bu tatbikatı ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacak mısınız?”

        4) “Başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye’deki bina envanteri çıkarılacak ve mevcut yapılar hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılacaktı. 2017 yılında tamamlanmış olması gereken bu hedefe ne oldu? Özellikle deprem yaşadığımız 11 ilimizde kamu binalarının hasar görebilirlikleri ve riskleri belirlendi mi? Belirlendiyse gereği olarak ne yapıldı? Ya da bu çalışma hangi illerde tamamlandı? Okul, yurt ve hastanelerin hangi ilimizde ne kadarı tarandı? Okul, yurt ve hastanelerden hangileri hakkında yıkım, güçlendirme veya kullanım kararı verildi? Bunların ne kadarı yıkıldı? Güçlendirilecekse, projeleri yapıldı mı?”

        5) Depremin olduğu bölgelerin yakınlarında AFAD lojistik depolarının olduğu biliniyor. Bu depolarda depremden önce kaç tane çadır, kaç tane çadır içi malzeme vardı? Bunlar neden depremden sonra depremzedelere ulaştırılamadı? Malzeme eksikliği nedeniyle mi, lojistik planlama yapılmadığı için mi?

        6) Gittiğimiz on şehirde de duyduğum cümleyi söyleyeceğim: İlk 48 saat bize yardım gelmedi. Neden ilk 48 saatte sistem felç oldu? İlk 48 saatte, ilk 72 saatte toplam kaç enkaza kurtarma amacıyla müdahale edildi? Hangi enkaza müdahale edileceği ya da hangi enkaza müdahale edilmeyeceği nasıl belirlendi?

        7) Arama kurtarma faaliyetindeki gecikme nedeniyle kaç vatandaşımız hayatını kaybetti?

        8) Maden işletmecileriyle ve çalışanlarıyla AFAD arasında önceden yapılmış bir protokol var mı? Vatandaşlarımız acı içinde soruyor: Maden işçilerimiz arama kurtarma çalışmalarına neden çok geç dahil oldular?

        9) AFAD dışından arama kurtarmalara dahil olan yerli ve yabancı ekipler AFAD ile neden uyumlu bir saha çalışması yürütemedi?

        10) Vatandaşlarımız ayrıca şunu soruyor: Arama kurtarmada hayati öneme sahip ses dinleme ve termal kamera gibi cihazlar AFAD envanterinde var mıydı? Varsa kaç adet?

        11) Enkaz kaldırma için vinç ve iş makinelerine ihtiyaç var. Bu araçlar neden darhal seferber edilmedi, kimden talimat beklendi?

        12) Afet ve acil durumun tümüyle yönetilmesi açısından haberleşme sistemlerinin daima faal olması hayati önem taşıyor. Bazı bölgelerde haberleşme sistemi niçin çöktü? Neden iletişim kurulamadı? Hatay’da telefonlar 6 gün boyunca neredeyse tamamen kesikti. AFAD’ın bu konuda hiç hazırlığı yok muydu?

        13) Bırakın AFAD’ı, Silahlı Kuvvetlerimizin Allah korusun acil bir askeri operasyon, savaş olur… Cep telefonu sistemine bağlı bir iletişim düşünebilir misiniz? Silahlı Kuvvetlerimizin böyle bir kapasitesi olmadığına inanmıyorum. Mutlaka vardır. Devreye sokuldu mu?

        14) Mobil şebekelerde yaşanan aksaklıkları gidermek için yurtdışından gelecek ekipman ve uydu sistemlerinin geri çevrildiği söyleniyor, bu doğru mudur?

        15) Afet bölgesinde 2018’deki imar aflarından yararlanarak yapı kayıt belgesi alan yaklaşık 300 bin yapı var. Bu yapıların ne kadar depremde yıkıldı?

        16) Birinci derece deprem bölgesi olduğu bilinen bu bölgede binaların imar barışından faydalanabilmesi için depreme dayanıklılık raporu istendi mi? İstenmediyse neden?

        17) Asrın felaketi tabii ki yıkım olacak diyorsanız, o zaman neden müteahhitlerle ilgili hızlı bir yargı süreci başlatıldı?

        18) AFAD eskiden Başbakanlığa bağlı bir kurumdu. Diğer bakanlıklar arasında koordinasyon yapma gücü ve pozisyonu vardı. Daha sonra bir bakanlık altında sıradan hale getirildi. AFAD uzmanlarıyla karar vericiler arasına uzun mesafeler konuldu. Sistem değişikliğiyle, tüm koordinasyon Beştepe’de toplandı. Soruyorum: Beştepe dışındaki her kurumu önemsizleştiren Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi AFAD’ı zayıflatmış mıdır? Kurumun koordinasyon kabiliyetini yok mu etmiştir?”

        *

        AFAD halen hiçbirini yanıtlamış değil.

        Utanç, keder ve şefkat

        Utanç, keder ve şefkat
        0:00 / 0:00

        Dün doğum günümdü. Bunu hatırlayabildiğim için utandım. Arayıp kutlayanlar utanarak kutladı.

        Ömürlük dostlarımdan biri çiçek, biri şiir gönderdi.

        Çiçek hem güzel hem kalender bir Devetabanı.

        Şiir Filistinli bir babanın ve Amerikalı bir annenin kızı olan Naomi Shihab Nye’nin. İsmi “Kindness”.

        Altında kaldığımız enkazın altında, kelimelerin ruhunun çekildiği bir zamanda, tünelin ucunda aranan ışığa benziyordu çiçek.

        Ölüme nasıl eşlik edeceğimize, bu kederle ne yetiştireceğimize dair bir ders veriyordu şiir.

        Çiçeği kendi karanlığımın saksısına ektim.

        Şiiri buraya bırakıyorum.

        “Şefkatin ne olduğunu bilmeden önce

        Bir şeyleri kaybetmelisin,

        Sulandırılmış bir çorbadaki tuz gibi

        Geleceğin bir anda eriyip gittiğini hissetmelisin.

        Ellerinde tuttuğun,

        Hesapladığın ve dikkatle koruduğun

        Her şey bir anda gitmeli ki sen

        Şefkatli yerler arasındaki coğrafyanın

        Nasıl da ıssız olabileceğini bilesin.

        Bu otobüsün hiç durmayacağını düşünerek,

        Nasıl yol alırsın

        Tavuk ve mısır yiyen yolcular

        Sonsuza kadar camdan dışarı bakacakmış gibi.

        Şefkatin narin ağırlığını öğrenmeden önce

        Beyaz panço giymişbir yerlinin

        Yolun kıyısında ölmeye yattığı yere yolculuk etmelisin.

        Görmelisin onun yerinde senin de olabileceğini

        Onun da bütün gece planlar yaparak seyahat ettiğini

        Ve onu hayatta tutan basit nefesi.

        İçindeki en derin şey olarak bilmeden şefkati,

        Kederin de diğer en derin şey olduğunu bilmelisin.

        Kederle uyanmalısın.

        Keder konuşmalısın ta ki sesin

        Tüm kederlerin ipinin ucunu yakalayana

        Ve sen dokumanın boyutunu idrak edene kadar.

        İşte o zaman tek anlamlı gelen şefkat olacak

        Ayakkabılarının bağcıklarını yalnız şefkat bağlayacak

        Ve ekmeğin için seni güne gönderecek

        Yalnızca şefkat başını kaldırıp

        Dünya kalabalığından

        “Arayıp durduğun benim”

        Diyecek sana

        Ve sonra seninle her yere gelecek

        Bir gölge ya da dost gibi…”

        (Çeviri: Filiz Telek)

        Diğer Yazılar