Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yaşanan krizler içeriği itibarıyla sadece tehdit oluşturmaz. Yeni durumun nasıl algılandığı ve değişikliğin etkilerini karşılayacak kaynak ve kabiliyetlerin niteliği de önem kazanır. Eğer değişiklikler olumlu algılanırsa ve uygun kaynaklara sahip olunursa en zorlu krizler bile fırsata dönüşebilir.

        FETÖ’nin darbe girişimi ülkemizde önemli değişimlere gebe görünüyor. Bu değişimleri ülkemizin yüksek hayat kalitesine ulaştırmak için fırsata dönüştürmek gerekir.

        KALICI GÜVEN ORTAMI SAĞLAMAK

        Darbe gecesinden sonra toplumun bütün kesimleri, siyaset aktörleri, devletin kurumları ve medya, millet iradesi yanında yer aldı. Sihirli bir değnek darbecilere karşı hepimizi yan yana getirdi. “7 Ağustos Yenikapı mitingi”nde tarihimizde görülmemiş birlik ve beraberlik sergilendi.

        Darbe girişimine karşı oluşan bu yeni ruhu ülkemiz için kalıcı bir güven ortamına dönüştürmek gerekir.

        Konfüçyüs, hükümet etmeyi soran öğrencisine “Yeterli besin, yeterli silah olmasını ve halkın hükümete güvenmesini sağla” der.

        Öğrenci yine sorar: “Eğer bunlardan birinden kaçınılmaz olarak vazgeçmek gerekse, hangisi ilk olarak gözden çıkarılabilir?”

        Konfüçyüs, “Silahları gözden çıkar” der.

        Öğrenci bir kez daha sorar: “Geriye kalan ikisinden birinden vazgeçmek gerekse, hangisi gözden çıkarılabilir?”

        Konfüçyüs der ki: “Besini gözden çıkar. İnsanlar kadim zamanlardan bu yana ölmekteler; ama insanların güveni olmaksızın hiçbir şey kurulamaz.”

        Bugüne kadar iktidar ve muhalefet ülkenin genel çıkarları söz konusu olsa dahi bir araya gelemiyordu. Eleştirme ve hakaret siyaset ortamının egemen kültürü olmuştu. Birbirini dinlememe, farklı olanı ötekileştirme, toplumu ayrıştırarak siyasi konumu pekiştirme gibi olumsuz rekabet stratejileri tek seçenek gibi algılanıyordu.

        Yenikapı’da oluşan ruhu sürdürerek siyasete kalite getirmek, iktidar olma ve muhalefet etme kültürünü değiştirmek için yeni adımlar atılmalı. İnsan hak ve özgürlükleri ve demokrasi gibi konularda ortak değerler pekiştirilmeli.

        Bir insan topluluğunu millet haline getiren ne coğrafyadır, ne ırk, ne de din. Belki bunların da etkisi var ama farklı ırkları, inanışları bir arada tutan ortak fikirlerdir, ortak amaçlardır.

        Gerçekte bu alanda son yıllarda oldukça önemli mesafeler kaydedildi. Yakın bir zamana kadar küfür veya rejim meselesi görülen konular bugün farklı algılanıyor. Demokrasiyi öcü gören dindar kesimler bugün millet iradesi için meydanlarda. Laikçi kesim için kamuda başörtüsü, okullarda Kuran-ı Kerim dersi artık sorun değil.

        Hiç şüphesiz bunun için atılan adımların devamı öncelikle Sayın Cumhurbaşkanı’ndan ve hükümetten beklenir. Çünkü güçlü olan ve daha fazla hoşgörü göstermesi gereken onlar. Sayın Başbakan’ın son günlerde verdiği mesajlar, muhalifler eski alışkanlıklarını tekrarlasa bile yılgınlığa düşülmeden devam ettirilmeli. Çünkü, doğru başkalarına rağmen yapılınca değer haline gelir.

        Konfüçyüs’le devam edelim. Diyor ki: “Bir yöneticinin kendi davranışları doğruysa, buyruk vermeden de hükümet işlerini sürdürebilir. Eğer kendi davranışlarında doğruluk yoksa, istediği kadar buyursun, buna kim riayet eder ki?”

        GELECEĞİ İNŞA ETMEK

        Güven ortamını sağlamlaştırmak geleceğin inşasında güçlü bir zemin oluşturur. Ancak geleceğin kurtarılması, eğitimin ve niteliğin artırılmasında bugünkü eğitim yaklaşımı ve kamu yönetim anlayışı ülkeyi geleceğe taşımaz.

        Bugün eğitim sistemi özgür, özgün, hakkını ve haddini bilen insan yetiştiremiyor. Ayrıca kamu idaresinin de bu niteliklerde bir insanı yönetme kapasitesinin olup olmadığı tartışılır.

        Öncelikle hem kamu idaresi hem eğitim sistemi ideolojiden arındırılmalı. Devlet insanlara ve onların davranışlarına hâkim olma çabasını terk etmeli, kolaylaştırıcı ve halkın ihtiyaçlarını karşılayan bir sisteme dönüştürülmeli.

        Bu amaçla merkeziyetçi yapı mutlaka gözden geçirilmelidir. Birçok sorunun kaynağında halk kesimlerinin ihtiyaç ve talebini yok saymak veya verilen hizmeti merkezden dayatmak yatıyor.

        Müfredat üzerinden kurulan eğitim ve merkezden denetim sistemi kaçınılmaz olarak otoriter ve tek tipleştirici bir sonuç doğuruyor. Öğrenimin niteliğini ve niceliğini öğrencinin değil, müfredatın belirlediği bir sistem, özgür, yenilikçi, hüner ve hikmet sahibi insan yetiştiremiyor. Çünkü bunlar aynı zamanda bir ortam ve kültür meselesi.

        Rekabetçi bir ekonomi için de bu tedbirler ön şarttır. Ayrıca yatırım ortamının iyileştirilmesi, işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi, tasarrufların artırılması, kamu personel reformu gibi konularda hızlı hareket edilmelidir.

        Diğer Yazılar