Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir ülkenin çevresiyle ilişkileri üç şekilde gerçekleşiyor. Birincisi, çevreden ülkeye doğru tek yönlü etkileşim. Bu durumda ülkenin edilgen, çevrenin etken olduğu bir ilişki söz konusudur. Türkiye’nin özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra izlediği politikaları buna benzetilebilir.

        Bu dönemde ülkemiz önemli oranda içine kapandı, çevredeki değişikliklere duyarsız kaldı ve sorun çıkarmama politikası izledi. Gerçekte çevrenin nispeten durağanlaştığı bu dönemde, Türkiye’nin kapalı bir toplum yapısına bürünmesi uygun bir strateji gibi görülebilir. Çünkü savaş sonrası yeni bir dengeye oturan uluslararası ilişkiler, Doğu ve Batı bloklarının birbirini kollayan politikaları dış çevreyi daha sakin bir görünüme iterken, ülke içindeki kaynak yetersizliği, terör, sık sık yaşanan ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlık ve dolayısıyla koalisyon hükümetleri edilgen politikaları zorluyordu. Yine bu dönemde Atatürk ve Adnan Menderes’ten sonra ciddi bir liderlik krizi yaşandığını da hatırlamak gerekir.

        ***

        İkinci ilişki türü çevreyle etkileşim içinde olmaktır. Bu tür ilişkilerde ülkeler, çevrede meydana gelen değişiklikleri fark eder ve ona uyum sağlamaya çalışır. Değişikliklere uygun cevap üretebilmek, bu ilişki türünün en uygun stratejisidir. Türkiye 1980’den sonra Turgut Özal’ın liderliğinde dış dünyadaki değişiklikleri okumaya ve ona uygun cevaplar vermeye çabaladı. Güçlü statüko ve yerleşik gelenekler uygun cevapların verilmesini geciktirse de kısmi değişimin yaşandığı belirtilmelidir. Ancak bu dönemde, ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlık ve zayıf koalisyonlar değişimin sadece ekonomik ve sosyal alanda sınırlı kalmasına neden oldu.

        1990’lar ve özellikle 2000’den sonra Türkiye çevresinde ciddi değişiklikler meydana geldi. Doğu Bloku’nun çözülmesi, Birinci Dünya Savaşı’nın yarım kalan hesapları, petrol ve diğer enerji kaynaklarının artan değeri ülkemizin etrafında, müdahil olmasak bile bizi kuşatan ve sosyal ve ekonomik maliyetler getiren bir etki yarattı.

        Türkiye bu değişiklikleri fırsat olarak gören bir yaklaşım sergiliyor. Hepimizin zaman zaman Türkiye’nin niçin Irak, Libya, Mısır ve Suriye’deki değişimlere destek verdiği sorusunu kendimize sorduğumuz ve hatta sonuçlarından endişelendiğimiz anlar oluyor. Özellikle Suriye konusunda hükümetin izlediği politikalar, değişiklikleri tehdit olarak algılayanlar tarafından sert bir şekilde eleştiriliyor.

        Halbuki, Türkiye’nin, çevresindeki değişikliklere karşı kapalı veya sadece değişimlere uygun cevaplar üretmeye çalışan yarı açık bir ilişkiyle sürdürülebilir bir devlet olamayacağı çok açık.

        Bugün çevremizdeki olup biten değişiklikler karşısında sessiz kalınsaydı, Irak’a ABD’nin müdahalesi, Suriye’de iç çatışma olmayacak mıydı? Libya ve Mısır’daki değişikliklerin başlatıcısı Türkiye mi oldu? Dahası, 2003’te Irak’a gelen ABD’nin, koalisyon güçlerini ve özellikle Türkiye’yi ikna edebilseydi Suriye ve İran’a müdahale hazırlığı yaptığı bilinmiyor mu?

        Şayet Türkiye, çevresinde meydana gelen değişikliklere sadece uygun cevaplar vermekle yetinseydi, milyonlarca mülteciye yine kucak açmak zorunda kalmayacak mıydı? Bu ülkelerle son 10 yıldır geliştirmeye çalıştığı iyi ilişkiler ve ticaret sekteye uğramayacak mıydı?

        Kürtlerin Akdeniz’e çıkma teşebbüsü, DEAŞ’ın Musul’u işgali ve bugünkü koalisyon güçlerinin müdahalesi, İran’ın Şii koridoru çabası Türkiye’nin ürettiği değil, Türkiye’nin üzerine gelen sorunlardır. Bütün bunlara sessiz kalınsaydı, nasıl bir Türkiye göreceğimizi ve onun uluslararası konumunu hayal edebilir misiniz? Çevresine sessiz kalan veya kendisine biçilen rolü oynayan bir Türkiye bugün karşı karşıya bırakıldığı sorunlarla boğuşuyor olurdu. Musul’u, Halep’i konuşmayan Türkiye Diyarbakır’ı, Hatay’ı konuşmak durumunda kalırdı.

        ***

        Türkiye üçüncü tür ilişkiyle çevresini etkilemeye ve çıkarlarını korumaya çalışan politikalar üretiyor. Çevresine açık ve hatta proaktif politikalar güdüyor. Hiç şüphesiz bu tür politikaların riski yüksek olur. Nitekim hem yurtdışında yıpratma çabaları hem 15 Temmuz darbe teşebbüsü bu politikaların tezahürüdür. Ama hırçınlık yapmayan çocuğa kimsenin kendiliğinden ekmek vermediği bir dünyada yaşıyoruz.

        Suriye’de ABD’ye rağmen TSK’nın varlığı, 4-5 yıl önceden Başika’da kurulan askeri üs ve yetiştirilen savaşçılar, bugünlerde omuz darbeleriyle kendimize yer açtığımız Musul harekâtı, Türkiye’nin varlık işaretleridir.

        Diğer Yazılar