Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇMİŞ seçim sonuçları iki gerçeği kanıtladı. Birincisi, Türkiye’de seçmen çoğunluğu ideolojik saplantılardan uzak, “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” diskuruna yakın. Ayrıca, bilmediği, kendisine uzak denizlere açılmaktansa genelde bildiğini yapmaya, bildiğiyle yola devam etmeye meyilli. Demirel’in “Altı kere gitti, yedi kere geldi” klişesinin toplumsal altyapısı var.

        Ancak diğer bütün şartlar tükenip gerçekten mevcut düzenin parçası olmadığına inandıran bir seçenek çıkarsa alternatifi deniyor seçmen. Ama bu değişim az sayıda ve uzun aralıklarla yaşanıyor. 1974’te Bülent Ecevit’i, 12 Eylül 1980 sonrası Turgut Özal’ı, 90’larda Tansu Çiller’i, 2002’de de AK Parti’yi iktidara getiren dinamik bu yeni arayışının karşılık bulmasıydı.

        Bu seyrek dönüm noktaları dışında seçmen hep bildiği, tanıdığı, günahıyla sevabıyla bir şekilde güvendiği adaylara teslim etti iktidarı.

        Ecevit yepyeni bir doktrinle çıktı seçmenin karşısına; tam zıddı Turgut Özal gibi. Tansu Çiller iyi İngilizce konuşuyordu, dahası kadındı. Büyük bir ekonomik çöküşün ardından yozlaşmış siyasi partilere karşı halk 2002’de “Bir de bunları deneyelim” diye AK Parti’yi iktidara getirdi.

        Son 16 yılda da muhalefette toplumsal dinamizm yaratacak bir alternatif çıkmadığı gibi Kemal Kılıçdaroğlu gibi kısa dönem umut dalgası yaratanlar da hayal kırıklığına geçişi çok hızlı tamamladı.

        HEPSİ AYNI

        Muhalif adaylar arasında böyle bir “yeni” yok. O yüzden de sosyal medyadaki bir milyon tamam etiketine biraz şüpheyle yaklaşıyorum. Yoksa gazetecilikten servet yapmadım, başdanışmanlık da beklemiyorum. Yandaş-muhalif fark etmiyor, her kesim sadece kendi istediğini duymak istiyor, oysa benim sorumluluğum sadece hakikate karşı.

        Bu yüzden de Muharrem İnce’nin büyük bir toplumsal umut dalgası yarattığı histerisine katılmakta zorlanıyorum. Ya da Meral Akşener isminden heyecanlanamıyorum. “Abdullah Gül’ü neden Erdoğan’a tercih ettiğinizi söyler misiniz” diye sorduğum “çatıcı” insanların hiçbirinden ikna edici bir yanıt alamadım ayrıca. Hepsi sadece “Üslup olarak daha yumuşak” diyebildi.

        Oysa “yeni” sadece kozmetik unsurlarda değil, söylemde kendini belli eder. Var olanın göbek atıp içki içenini, sütlü kahvesini, diet cola’sını, farklı cinsiyette olanını değil, yeni sözler söyleyenini arıyorum.

        Bütün adaylar sınırlarını iktidarın çizdiği bir alanda hareket ediyor, iktidarın vaatlerinin benzerlerini ya da biraz değişiğini sunuyor, farklı bir perspektif açamıyor. Hepsinin ortak ve tek vaadi, Cumhurbaşkanı’nın da “Bunların tek derdi” diye vurguladığı gibi “Bizi seçerseniz Tayyip Erdoğan gitmiş olacak” ama bu da bana yetmiyor. Seçenekler sadece görüntüde farklı özde aynı olduğu için rakipler birbirini zorlayıp tartışma çıtasını yükseltemiyor.

        BUNLARI TARTIŞACAĞIZ

        Önümüzdeki 10 yılda dünyanın şimdiden tartıştığı pek çok konu gelip Türkiye’nin de kapısına dayanacak. Meral Akşener evlilik eşitliği hakkında ne düşünüyor, bilmiyoruz. Muharrem İnce’nin tıbbi marihuananın yasallaştırılması konusunda bir fikri var mı acaba? Üç sene sonra İzmir’de trans bireylerin kullandıkları tuvaletler yüzünden bir kriz çıktığında CHP bir çözüm bulmaya hazırlıklı mı? Goldman Sachs resmen bitcoin işlemlerine başlıyor, ekonomi kurmayları dünyanın yeni para düzeni konusuna ne kadar hâkim? “Dolar düşecek”ten daha fazlasını duymayı talep etmeliyiz. (Hem söylem, hem kimlik olarak diğer muhalif adaylardan ayrılan Selahattin Demirtaş’a “tamam” seçmeninin eli oy vermeye gitmiyor; çünkü içselleştirilmiş ırkçılık bir Kürt çocuğuna hala devlet görevini layık görmüyor.)

        Özellikle en uçta örnekler seçtim; çünkü gündemi sonsuza kadar “Eski sisteme dönecez, Saray’ı yıkacaz!” olmayacak. Kaldı ki, “eski rejime dönüş” vaadinde bile en önemli noktadan, yürütmenin görev süresinin ABD’deki gibi sınırlanmasından bile bahsetmiyor adaylar. Bu durumda da ister istemez “Bütün derdiniz ‘Onlar yeteri kadar oturdu, biraz da bize sıra gelsin, biraz da pastayı biz kontrol edelim’ mi?” sorusu kaçınılmaz.

        Olası bir CHP’linin yanıtını kendi kendime vereyim: “Olur mu hiç, bizde ayrıca içki içilip televizyonda sevişme gösterilecek ama çöplerinizin toplanmasında aksaklık olabilir. Tamam mı?” Tamam canım, anladım.

        ***********

        PERİNÇEK’İN GÜCÜ BAŞARISIZLIĞINDA

        DÜN Fatih Altaylı, nasıl olur da Perinçek’in 100 bin imzayı bulmakta zorlandığına şaşırdığını yazdı. Perinçek ve partisinin gücü, oy oranı ile siyaset üzerindeki etkinlik arasında da ciddi bir orantısızlıkta yatıyor oysa.

        SEÇİME GEREK YOK

        Hem her dönem kendinden konuşturmasını biliyor hem de çoğu zaman bir toplumsal tartışmanın ya muhatabı ya da tetikleyicisi olarak gündeme damgasını vuruyor.

        Küçücük bir partinin lideri olarak Doğu Perinçek’in siyasete yön verebilme gücü çoğu zaman Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla, bunun için seçim kazanması da gerekmiyor. Hatta sanki seçim kazanmadıkça daha da güçleniyor gibi. Çok tuhaf ve eşine rastlanmayan bir ayrıcalık bu.

        O yüzden belki de Perinçek için mevcut düzeni sürdürmesi için asıl başarı o 100 bin imzayı toplayamaması.

        ***********

        #DÜZELTMESERVİSİ

        NE KADAR KÖFTE...

        GEÇENLERDE IKEA bir tweet atarak İsveç köftesinin aslında Osmanlı’dan uyarlama olduğunu “itiraf” etti ya, bütün dünyada olay oldu.

        DEFALARCA YAZILDI

        Bu haberi büyük bir bulguymuş gibi heyecanla karşılayanlar arasında biz Türkler de varız... İyi de bunu öğrenmemiz için IKEA’nın tweet atması mı gerekiyordu?

        İsveç köftesi başlığı altında Ekşi Sözlük’e bile girseniz hikâyesinin ta 2005 yılında yazılmış olduğunu anlayacaksınız. Şöyle üstünkörü bir Google aramasıyla 2006 yılında Akşam’da çıkan bir habere rastladım: “Ünlü köfte Osmanlı’nın çıktı.”

        Bu bilinmeyen bir haber değil ki, kaç kere yazıldı çizildi. Yıllar sonra neden üzerine atladık?

        ***********

        BU İŞİN SIRRI NE?

        MEDYADA hiçbir koltuğun kalıcı olmadığını biliyorum, ama galiba bir istisna var...

        Kurulduğu günden bu yana CNN Türk’te pek çok değişim oldu. Kanala sürekli birileri gidiyor, geliyor, ekranda yeni yüzler çıkıyor, hatta sahibi bile değişiyor.

        Bu hafta yine birileri görevden alındı, göreve atandı.

        Ama kanalı kuruluşundan beri yöneten Ferhat Boratav’a hiçbir şey olmuyor. Bu işin sırrını anlatsa da öğrensek.

        Diğer Yazılar