Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde tesadüfen izlediğim bir video aklımdan çıkmıyor. “Annem, ablam ve yanımda arkadaşlarımla Fatih/Karagümrük’te taksi bekliyordum”diye başlayan bir tweet’le yayıldı ve 344 bin kişi tarafından izlendi. “Bu adam tekerlekli iskemleyle yanımıza geldi” ve olaylar gelişiyor. Videoyu paylaşan kişi hesabını silmiş, ama başka yerlerde bulmak mümkün.

        Kadının “Bu adam” dediği kafasındaki sarığı ve sakalından “dinci” prototipine uygun yaşlı biri. Sesini açmadan bile daha önce benzerlerini defalarca gördüğümüz bir laik-yobaz çatışması olduğu belli. Zaten sesini açınca da yaşlı adam kendisinin Müslüman olduğunu, bu kıyafetleri giyen bir kadının sokaklarda dolaşmaması gerektiğini söylüyor. Adam çok öfkeli değil, sadece sesini duyduğumuz kadın ise kendinden geçiyor.

        Son yıllarda böyle bir sinir krizine tanık olmamıştım; o kadar delirtmişler.

        Kimin ne giydiğinin hiç kimsenin üzerine vazife olmadığını biliyorum, ama her ne kadar Fatih-Çarşamba olmasa da Karagümrük’te etek giyen kadına ya da şortlu bir erkeğe böyle bir itirazın gelmesine de şaşıracağımı zannetmiyorum.

        BATI’DA NASIL OLUYOR?

        Tıpkı Brooklyn’in Williamsburg semtinin güney mahalleleri gibi. Hasidik Yahudiler’in yaşadığı sokaklarda geçtiğimiz yıllarda benzer bir kültürel çatışma yaşanmış, dükkan sahipleri kapılara uyarı koyarak terlikli, askılı kıyafetli, etekli müşterileri sokmayacaklarını beyan etmişti. İfade özgürlüğünün her türlü özgürlüğün üzerinde olduğu (Başkan Trump’a salak diyebiliyorsunuz mesela) ABD’de bu yasak da Hasidik Yahudiler’in hakkı olarak yorumlandı önce. Belediye ise dükkan sahiplerine dava açtı. Altı yılın sonunda dava geri çekildi, dükkan sahipleri ise eğer illa bir uyarı asacaklarsa “Bütün müşterilere hizmet veriyoruz” ifadesine yer vermeleri gerektiğini kabul ettiler.

        Aynısı Paris’te yaşansa konu bu kadar uzamazdı bile. “Laïcité”nin bireysel özgürlüklerden önce geldiği Fransa’da “herkesin yaşam tarzına saygı” yok, devletin resmi politikasının dayatması ve buna herkesin uyma zorunluğu var. Başörtüsü gibi kipa da yasak okullarda.

        İsrail ise “Herkes kendi mahallesinde istediği gibi yaşasın” gibi bir ara formül uyguluyor, herkes kendi mahallesinin sınırını biliyor.

        Yıllarca Fransa’dakine benzer bir laiklik anlayışını benimsemiş Türkiye çoktandır hepimizin farkında olduğu bir değişim sürecinde. Eski dayatmalar kalmadı, ama ABD’deki gibi bir sınırsız ifade özgürlüğü alanı da yok.

        Gerçi yaşam tarzına müdahale biraz da Türklerin genlerine işlemiş bir davranış biçimi, bunu da görmezden gelmeyelim. Tarafların illa laik veya İslamcı gibi keskin uçlarda olması gerekmiyor. İnsanın kendi mahallesinde bile komşuları hiç üzerlerine vazife olmadığı halde erkeklerin küpesine, dövmelerine karışır. Hele hele anne baba yokken eve gizlice kız arkadaşınızla girmeye kalkın, büyük ihtimalle sizi ihbar edecek birini bulmakta zorlanmayacaksanız.

        “SANA NE” DEYİP GEÇMEK

        Doğrusu, eteğine müdahale edildiği içim kendinden geçen kadının beni bile ürküten çığlıklarını dinlerken “Acaba trans, eşcinsel, Yahudi komşu ister mi” gibi sorular geçti aklımdan. Yapılan araştırmalar, Türk toplumunda bu soruların bazılarına yüzde 80’e varan itirazlar olduğunu gösterdiğine göre yanıt da belli. Kendisine özgürlük isteyenler başkalarının haklarını umursamıyor.

        Burnunu hayatımıza sokan meraklı komşuya da, “Fatih’te etek giyemezsin” diye itiraz eden karikatür yobaza da verilecek yanıt çok basit aslında: “Sana ne.”

        Videodaki çığlıklardan bir ara “Seni herkese rezil edeceğim” cümlesi duyuluyor. Pek çok “endişeli modern” gibi kadının elindeki en büyük silah akıllı telefon; aynı zamanda sırtını dayadığı korunaklı bir liman da olmuş sosyal medya. O videoyu paylaşıp 15 dakikalığına şöhret (veya kötü şöhret) olmak hissettiği öfkenin karşılığında bir tatmin yaratıyor olabilir, ama kalıcı bir çözüm olmadığı da ortada.

        Bu tuzak kimi zaman insanın kendisini de vuruyor. Kadının haklı olduğunu düşünmekle beraber isyanının abartılı dozu ve yanlış yere yönlendirilmiş öfkesi onun yanında yer almamı da engelliyor. İki tarafın da elle tutulur olmadığı bir ortamda ara yol arayan, ortada durmaya çalışanlar kendi ülkelerinde azınlığa dönüşüyor.

        ***

        Bir romancı hangi dizileri izler?

        ABD’nin en ünlü romancısı Jonathan Franzen hakkında bir dolu mit var. Teknolojiden anlamadığı, popüler kültürü reddettiği gibi. Franzen’ın sosyal medya aleyhine çıkışları bu mitolojinin yerleşmesinde etkili oldu.

        Oysa geçen ay New York Times Magazine’e söyleşi veren “Özgürlük” romanının yazarının hepimiz gibi bir sürü televizyon dizisini izlediği ortaya çıktı.

        * “Breaking Bad” sayesinde izleyicisi ekrana yapıştıran formülün nasıl işlediğini görmüş.

        * Üçüncü bölümden sonra nereye gideceğini tahmin etmesine rağmen “Big Little Lies” dizisini de, Nicole Kidman karakteriyle terapisti arasındaki sahneler yüzünden takip etmiş.

        * “Silicon Valley”i beğeniyormuş…

        * “Orphan Black”in başrolündeki Tatiana Maslany’e hayran kalmış, “The Killing”in sonunda ağlamış ve “Friday Night Lights”ın birçok hakikat barındırdığını görmüş.

        ***

        “Fortnite” diyenler el kaldırsın

        Artık kitaplar, albümler, filmler eskisi kadar heyecanlandırmıyor beni, beklenti içine girmiyorum. Girince ise çoğu zaman hayal kırıklığına uğruyorum. “Mission: Impossible – Fallout”öyle olmadı ama. Aylardır vizyona girmesini bekliyordum, ilk seansta izledim ve beklediğim ne varsa verdi.

        Serinin hiçbir bölümü Brian De Palma’nın yönettiği ilki kadar etkileyici olmasa da izleyen birinin söylediği gibi “seks gibi bir film” olmuş.

        “Mission: Impossible” serileri aynı zamanda başka filmlerden, popüler kültür ürünlerinden etkilenmeye açık. De Palma’nın yönettiği ilk filmdeki tepeden askıyla CIA’ye inilen soygun sahnesi “Topkapı” filmindeki soygundan esinlenmişti. Aslında dizinin ortaya çıkışı da “Topkapı” filmine dayanıyor…

        “Fallout”ta da muazzam bir uçaktan atlama sahnesi var. Görevi tehlike olan iki eleman Paris’e 25 bin feet’te hareket eden bir uçaktan atlıyor… Bu sahnenin de birinci yılını kutlayan “Fortnite” oyununun başlangıcını andırdığını tek düşünen ben olamam herhalde. Filmin çekimleri sırasında oyuncular da kapışmış zaten, Simon Pegg de Tom Cruise’u yenmiş.

        Tıpkı oyunda olduğu gibi filmde de bu atlayışın sonunda insan başına ne geleceğini hiç kestiremiyor.

        Diğer Yazılar