Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Barış Manço’yu sadece “Arkadaşım Eşek” ya da televizyonda yaptığı çocuk programlarından tanıyan biri için büyüyüp de siyasi görüşlerini, o bıyığın anlamını, çocuklarına verdiği isimlerin kökenini öğrenmek, aslında ultra-milliyetçi saflarda yer aldığını fark etmek kuşkusuz bir şok. Hatta kataloğuna bir daha uğramamamıza da neden olabilir. Ama nispeten ufak çaplı bir sarsıntıdır bu, zira Barış Manço aslında kendisinden kolay vazgeçilebilecek, uçucu eserler vermiş bir isimdi zaten. Alanının en iyisi değildi.

        Türk halkının yıllarca yere göğe sığdıramadığı, sesi çıkmadığında bile bu gerçeği kabullenemediği Sezen Aksu’dan bir gece vazgeçebilmesinin de nedeni aynıydı. Hükümetin zamanında gerçekleştirmeye çalıştığı Kürt açılımına destek verdi Aksu ve o günden sonra kendisini toparlayamadı. Bölünmüş, kutuplaşmış Türkiye’de sokaklara verilen adları bile alındı.

        Kuşkusuz Türkiye’de bir gece unutulma bahçesine atılmanın en bariz örneği Ahmet Kaya. Serdar Ortaç’ın başrolünü Reha Muhtar ve Mahsun Kırmıgızül’le paylaştığı o Magazin Gazetecileri Derneği gecesi provokasyonundan sonra sık sık şarkılarını çalan radyolar Kaya’ya boykot uygulamaya başladı. Sonradan itibarı iade edildi ama Ahmet Kaya’nın görmezden gelinmesi epey sürdü.

        TÜRKİYE’DE SİYASET ABD’DE ÖZEL HAYAT

        Türkiye’de geniş halk kitlelerinde derinleşmiş bir siyasi görüş olmadığı için yüceltme ve yerin dibine batırma süreci rüzgarlara ve modaya göre belirlenir. Bugün Hülya Koçyiğit’ten nefret ediyor laik mahalle mesela, yarın öbür gün bağırlarına basmayacaklarının bir garantisi yok. Zira sınırlı oyunculuk yeteneğine rağmen bunca sene onu Yeşilçam’ın dört ana kadından biri olarak gören de aynı halktı. Bugün nefret edebiliyor çünkü Koçyiğit aslında hiçbir zaman iyi bir oyucu değildi, o yüzden üzerini çizmek de o kadar zor değil.

        Oysa mesela bir Ajda Pekkan ne yaparsa yapsın yıkılmıyor. Gezi’deki saçma çıkışlarını unutmasak bile.

        Zaman zaman sanatçının eseriyle kişiliğinin birbirinden ayrı mı bağımsız mı değerlendirilmesi gerektiği sorusu gelip bizim da kapımıza dayanıyor. Ama bizde bu ayrışmayı sanatçıların siyasi görüşleri belirler, özel hayatları değil. Zaten Türkiye’de sonradan tecavüzcü, sapık çıkan efsane sanatçı da bilmiyoruz. Hakikaten böyle birileri varsa da ya halının altına süpürülüyor ya da hiç ortaya çıkmıyor.

        Amerikan popüler kültürünün dinamikleri bu açıdan bizden ayrılıyor. Charlton Heston’ın silah lobisine verdiği destek ortaydaydı, ama Hz. Musa’yı oynadığı “10 Emir” filmi her sene uygun mevsimde televizyonda gösteriliyor. Clint Eastwood da sıkı bir sağcı, ama yine de filmlerine toplu bir boykot uygulanmıyor. Zamanında meslektaşlarına komünist damgası vurarak gammazlayan Elia Kazan bile Oscar’larda onurlandırıldı, “İşiyle kendisini ayıralım” diyenler alkışladı. Nick Nolte hariç.

        Siyasi duruşun hiç belirleyici olmadığı anlamına gelmemeli tabii. Irkçılık gibi kırmızı çizgiler aşılınca kariyer bitiyor: Roseanne Barr en yakın tarihli örneği. Ama Amerika’da özellikle özel hayat, hele hele efsanelerin sonradan ortaya çıkan sapıklıkları, suçları miraslarını tartışmalı hale getiriyor.

        Yıllarca iyi bir baba olmanın erdemlerini anlatan, bu konuda kitaplar yazan, iyi aile modelini televizyonda gösteren Bill Cosby’nin tecavüzcü çıkmasını nasıl karşılayacağız?

        Ya Woody Allen hakkındaki iddialar? Birçok sanatçı #MeToo dalgasıyla birlikte Allen’la çalışmayacağını açıkladı, Amazon son filmini vizyona sokmadı. Allen’ın kariyerini yok etmek isteyenlerin başında ise kendi öz oğlu Ronan Farrow geliyor.

        Şimdi de Michael Jackson.

        TARİHİ VE KÜLTÜREL ETKİLERİ ORTADA

        Pazar günü HBO’da yayınlanan “Leaving Neverland” belgeselinden sonra birçok radyo onun eserlerini çalmayacağını açıkladı. Hollywood’daki şöhretler kaldırımından yıldızının kaldırılması bile gündemde—ki özellikle o yıldızı bulmak için başım önde eğik yürümüştüm ne kadar zaman önce.

        Benim gibi hayranları bile belgeseli izledikten sonra Michael Jackson’a şüpheyle bakıyor artık. Ve eminim pek çoğumuz şimdi bu efsanenin kültürel mirasıyla nasıl hesaplaşacağımızı düşünüyoruz ve içinden çıkamıyoruz. Bir daha Michael Jackson’ı dinlememek mümkün mü?

        Woody Allen ve Bill Cosby gibi Michael Jackson da kültürel hafızamızdan öyle kolay kolay silinemeyecek isimler bir de. Üzerlerinden silgiyle geçip etkilerini yok etmek mümkün değil, çünkü bugün tükettiğimiz popüler kültürde kazınmayacak izleri var. Bu isimlere kıyasla #MeToo dalgasının kariyerini bitirdiği bir Louis C.K.’yi ya da Kevin Spacey’i unutmak mümkün, çünkü hiçbir zaman o kadar büyük ve etkili olmadılar.

        Ama bugün Justin Timberlake’ten Kanye West’e popüler müziğin DNA’sında Michael Jackson’ın genleri baskın. Bir “Billie Jean”i yokmuş gibi davranmak mümkün değil.

        Nicole Holofcener’dan Noah Baumbach’a izlediğimiz birçok bağımsız komedi filmi Woody Allen’dan doğrudan ilham alıyor. “Seinfeld” gibi deneysel ve radikal örnekler bir yana, henüz hiçbir ana akımaile sit-com’u hala “The Cosby Show”un mimarisini aşamadı.

        Özel hayatları tartışılan bu isimlerin işleri tarihin akışını değiştirdi, kültürü şekillendirdi. Keşke görmezden gelebilmek kolay olsaydı ama değil. Michael Jackson’ı görünce şimdi midemize bir yumruk inmemesi mümkün değil. Bugünden barak onları nasıl değerlendireceğiz? İnanmayarak ya da taraf olmadan mı? İnanarak ama sanatçıyla eserini ayırmak mı?

        Gelip yanıtını Oğuz Atay’ın bile veremediği o soruya takılıyoruz işte: Ne yapmalı?

        Diğer Yazılar