Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hangi ülkede olursa olsun, gazeteciler kendi dünyaları hakkında yazıp-çizmeyi çok sever. Birkaç gündür hemen herkes -tabii Amerikan medyasındaki hemen herkes- New York Times’tan istifa eden bir köşe yazarını konuşuyor. Bari Weiss üç yıl yazarlık yaptığı gazeteden ayrıldı, ayrılırken de patrona yazdığı mektupta hem meslektaşlarını topa tuttu hem de ABD’nin içinden geçtiği kültürel iklime saldırdı.

        Weiss’a göre New York Times ve genel olarak “liberal” veya muhalif medya okurun baskısına yenildi. Twitter’da infaz edilme korkusu gazetenin yayımlayacağı köşe yazılarını etkilemeye başladı; kimse tepki çekecek, sosyal medyada linç edilecek görüşleri dillendiremez oldu. Ona göre bu durum öyle bir noktaya geldi ki gazetenin yayın çizgisini artık Twitter belirlemeye başladı. Kendisi de sık sık fikirlerinden dolayı sosyal medyada linç edildiği için artık daha fazla dayanamayacağını ifade etti ve gemileri yaktı.

        TÜRK MEDYASI GİBİ

        Aslında Erdoğan’lı yıllar Türkiye’de medyayı nasıl değiştirdiyse, Trump dönemi de Amerikan medyasına benzer bir etki yapıyor. New York Times epey bir zamandır Trump’lı yılların hem keyfini çıkarıyor, hem de sancısını yaşıyor. Trump’a karşı muhalefet yaptığı için gazetenin tirajı (abone sayısı) arttı, uzun zaman sonra kâra geçti, bir zamanlar tensikatla küçülürken şimdi haber merkezini genişletmeye başladı. Üstelik ortalama muhabir maaşı da yıllık 100 bin dolara çıktı.

        Öte yandan, gazete kendi okurlarının mahallesine öylesine saplandı ki 2016 yılında New York Times ülkede Trump’ı seçtiren dinamikleri iyi okuyamadı, siyasi iklimi yansıtamadı. Bana AK Parti ikinci kez seçime giderken bütün yatırımı olası bir CHP-MHP koalisyonuna yapan o Türk medyasını andırıyor bu tavır.

        REKLAM

        New York Times “Yeni Amerika”yı anlamak için son yıllarda sayfalarını muhafazakar veya ortanın sağındaki yazarlara açmaya başladı. Bunu da okurlara “düşünce çeşitliliği” olarak açıkladı. #MeToo hareketine kuşkuyla bakan, iklim değişikliğini inkar eden, politik doğruculuğa savaş açan, genel olarak ülkede oluşmaya başlayan ilerici havaya adeta savaş açan yazarlar NYT sayfalarında yer almaya başladılar.

        Akif Beki’nin Hürriyet’te yazar yapılmasını düşünün; Bari Weiss da Trump döneminin yazarlarından biriydi. Aslında yaptığı köşe yazısında ucuz provokasyondan öte değildi. En önemli meziyeti solcu gibi görünüp sağcıların solcular hakkındaki eleştirilerine hak vermek, kendi mahallesini içeriden eleştiriyormuş gibi görünüp dışarıdan gelen saldırılara katkıda bulunmaktı. Nişantaşı’ndan sürekli Nişantaşı’na küfreden bir Nuray Mert gibi, örneğin.

        Birçok genç ve ilerici yazar da işe alındı ama Weiss’a köşe verilmesi, Bret Stephens adlı bir başka sağcı yazarın transfer edilmesi ilk günden beri NYT okurlarını çıldırtıyor. Haber merkeziyle yorum sayfaları ayrı genel yayın yönetmenleri tarafından yönetilen gazetede son yıllarda iki bölüm arasındaki dengeyi bir türlü tutturamıyor.

        Okurlar gazeteye tiraj getiren haber çizgisinden aslında memnun. Trump’ı hesap vermeye zorlayan, ülkede oluşan ilerici havayı (mesela trans hakları, kadın hareketi) destekleyen, mağdurun sesini duyuran haber seçimleri ve bakış açısı övgü topluyor.

        SOSYAL MEDYA LİNCİ

        Ama gazetenin köşe yazarları okurların kutsal tuttukları değerlere savaş açan Weiss veya Stephens gibi yazarlara tahammül edemiyorlar. Aboneliğini iptal edenler var, rakamsal olarak çok önemli değil. Ama özellikle sosyal medyada Weiss ya da Stephens her yazı yazdığında yer yerinden oynuyor, gazeteyi kendi tabanı yerden yere vuruyor.

        “Gazeteyi Twitter yönetmeye başladı” eleştirisi geçtiğimiz haftalarda zirveye ulaştı. Ülkeyi sarsan protestolara karşı Cumhuriyetçi bir senatörün “Halkın üzerine orduyu yollayalım” çağrısını yaptığı makalesini yayımladı NYT yorum sayfaları. Okurlarla birlikte gazetenin çalışanları da sosyal medyadan isyan etti. Bir-iki günlük tereddüdün ardından gazetenin patronu da yazıdan dolayı özür dilemek zorunda kaldı, yazıyı yayımlayanlar yayın yönetmeni düzeyinde işinden oldu. Weiss da bu olaydan da yola çıkarak kendi görüşü dışında bir fikre tahammül edemeyen okur baskısına, sosyal medya infialine isyan ederek gitti.

        İyi de “Halkın üzerine orduyu yollayalım” demek ya da bilimsel olarak kanıtlanmış iklim değişikliğini reddetmek, kadınlara, azınlıklara saldırmak görüş çeşitliliği, ifade özgürlüğü mü? Belki de medyanın yıllardır ezberlediği “Farklı görüşlere de hoşgörülü olmalıyız, kendimiz gibi düşünmeyenleri de dinlemeliyiz, her düşünceye açık olmalıyız,” klişelerini sorgulamamız gerekiyor.

        Okur baskısı nedir ne değildir

        Her sene 480 dolar ödüyorum kağıt baskı ve dijital New York Times aboneliğine. Bütün yayın organlarından daha pahalı. Kıyas için, Washington Post’a yıllık dijital aboneliği sadece 29 dolar.

        Eskiden gazeteler tiraj geliriyle değil, reklam veren desteğiyle ayakta dururdu. Kuşkusuz bu da reklam vereni ürkütmemek, reklam boykotuna uğramamak için belli firmaları eleştirmemek gibi yayıncılık adına sorunlar yaratırdı.

        Ne zaman ki New York Times’ın abone geliri reklam gelirini geçti, bir anlamda gazeteciliğin de iş modeli değişti. Gazete sermayenin baskısından kurtuldu bir anlamda, ama bu sefer de okur baskısıyla karşı karşıya kaldı.

        Büyük fiyat uçurumuna rağmen benim gibi yüzbinlerce NYT okuru seve seve gazeteyi destekliyor, çünkü günümüzde iyi gazeteciliğin ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruz. Ama hiçbirimiz kendi değerlerimize, hayat tarzımıza parasını verdiğimiz gazete tarafından hakaret edilmesini istemiyoruz.

        Eminim, NYT okurları arasında Trump destekçilerinin ne dediğini asla duymak istemeyenler çoğunluktadır. Hürriyet için de benzer bir durum söz konusuydu, ama gazete okura rağmen yayın yapmanın bedelini ödedi ve bugün “Amiral kayığı” haline geldi. Öte yandan, kaçan okurun gittiği mecralardan biri Sözcü ne kadar gazetecilik yapıyor, ne kadar tribüne oynuyor tartışılır. Sözcü de okur desteğiyle varlığını sürdürüyor ve tribünü karşısına alma lüksü pek yok.

        REKLAM

        NYT’nin genç patronu A.G. Sulzberger değişen iş modeli ve okur alışkanlıkları arasında orta yol bulmaya çalışıyor, ama her seferinde iş krize dönüşüyor.

        MEDYANIN YENİ MESELESİ

        Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde gazeteciliğin asıl meselesi bu olacak: Okurlar gazetenin üzerinde ne kadar söz sahibidir? Kuşkusuz gazeteler zaman zaman okura direnmeli, okurun işine gelmeyen bakış açısını da önlerine getirmeli ve aslında hiçbir zaman tribünlere oynamamalı. Ama devamlı okuru karşısına almak da sürdürülebilir bir çözüm değil. Okurun işine gelmeyen görüşlere platform açarken en önemli kriter gerçekliğe bağlılık olmalı, ardından kültüre, yaşam tarzına, değerlere sadakat da göz önünde bulundurulmalı.

        İklim değişikliğinin inkar edilmesi veya kadın haklarına, azınlıkların hassasiyetine sırf ucuz provokasyon adına saldırılması, tepki alınca da “objektiflik” zırhının arkasına saklanılması tam bir iki yüzlülük. Bilimin reddini, somut veriler karşısında alternatif gerçeğe de kulak verilmesini şart koşan körü körüne objektifliği de reddediyorum.

        Tecavüze uğramış birinin haberini yaparken, objektiflik adına saldırganın da görüşü alınabilir mi? Karşı mahallenin görüşü adına propaganda yapılması da objektif yayıncılık değil, kendi mahallene sadece duymak istediğini söylemek de. Bu yüzden hiç yazmasalardı diyeceğim, sesleri kesildiği gün kutlama yapmaya hazır olduğum onlarca isim var.

        Birbirinden çok farklı olsa da iki liderin yörüngesinde benzer davranışlar sergileyen Türkiye ve ABD’ye baktığımda, en azından medya açısından geldiğim nokta şu: Herkesin her görüşü dillendirme hakkı var, ama herkesin her istediğini her yerde söyleme ayrıcalığı olmamalı.

        Diğer Yazılar