Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        New York'taki Columbia Üniversitesi’nde seçmeli ders arayanlar bunun nasıl yorucu bir çaba gerektiğini bilir. Üniversitede verilen derslerin alt alta listelendiği bir web sitesi, bir ders kataloğu yapmak çok zor olmasa gerek. Ama dünyanın en iyi üniversitelerinin birinde böyle bir sistem yok, onun yerine teker teker her fakültenin sayfasına gidip oralardan araştırmak gerekiyor. Bazen önerilen çok ilginç derslerden bir arkadaşınız sayesinde tesadüfen haberdar olup kaydoluyorsunuz, bazen de fırsat kaçmış oluyor.

        Okulun bu ademi merkeziyetçi sistemi benimsemesinin kökeni 1968 yılının Nisan ayına, o sırada patlayan ve bir “Ivy League” üniversitesindeki ilk öğrenci olaylarına dayanıyor. Bugün Columbia’nın DNA’sında hala o eylemlerin etkisi var. Ortak ders kataloğunun olmaması basit bir örnek; aslında üniversitedeki her fakültenin kendi otonomisine, dolayısıyla özgürlüğünün de işareti. Amerikan üniversiteleri arasında Cal Berkeley ve Columbia’nın bugün hala başkalarından daha ilerici anılmaları da tesadüf değil; ülkenin iki farklı kıyısındaki okullar öğrenci eylemleri konusunda da öncüydü.

        Vietnam Savaşı’ndan “Hair” müzikaline toplum değişimin eşiğindeydi o yıllarda.

        ABD’de öğrenci olayları ’64-’65 yıllarında Berkeley’de başlamış, başka üniversitelere de sıçramıştı. Tarihi olarak siyah bir okul olan Howard Üniversitesi’nde öğrenciler dört gün oturma eylemi yapmıştı. İsyanın Columbia’ya sıçramasıysa Martin Luther King, Jr.’ın öldürülmesinden üç hafta sonrasına denk geldi. “A Time to Stir: Columbia ’68” kitabında bir öğrencinin aktardığı gibi “O andan itibaren asıl mesele hangi kariyeri seçeceğimiz değil, ülkenin bir iç savaştan çıkıp çıkmayacağıydı.”

        Columbia Üniversitesi’ndeki öğrenci olaylarının sözlü tarihine yer veren Vanity Fair’in aktardığı gibi o aylardaki politik iklimle eylemler bağımsız düşünülemez. 1968’in Nisan ayına gelindiğinde Vietnam Savaşı 35 bin ölü vermiş, 27 milyon genç erkek de her an askere çağrılma endişesi taşıyordu. O aralar Columbia’da üçüncü sınıf öğrencisi – ve sonradan öğrenci eylemlerine “4 3 2 1” romanında yer verecek olan – Paul Auster’ın tabiriyle “devrimci bir volkan” havası vardı.

        Broadway’de “Hair” müzikali perde açmış, cinsel devrim başlamış, psikedelik kimyasal kullanımı yaygınlaşmış, siyahların hak arayışı “Black Power” hareketi ve erken feminizm tartışmaları başlamıştı. Gençler hızla yeni bir dönemin kapısını aralıyor, gök kuşağının altında, güneşin girdiği başka bir dünya elde ediyor, tabular devriliyor, özgürleşiyorlardı. Bugün“boomer” dedikleriniz o gün özgürlük mücadelesini başlatıyordu.

        Gençlerin özgürlük arzusunu hükümet anlamakta zorlanıyordu.

        Sokaktaki bu hareketlilik ve gençlerin dinamizminin iktidarda karşılığı yoktu. Ne Columbia Üniversitesi’nin başkanı Grayson Kirk, ne de ABD’nin başkanı Lyndon Johnson değişim rüzgarlarını, özgürlük isteklerini anlıyordu. Gerçeklikten kopmuş siyasetçilerle birlikte FBI da paranoyak yöneticisi Herbert Hoover sayesinde üniversiteye sızmaya başlamış, iki bin ajanla yeni sol dalganın önünü kesmek için çalışıyordu.

        REKLAM

        O yıl postanede tesadüfen gördüğü bir posterde FBI'ın en çok aranan 10 kişi listesini okuyan Paul Auster içlerinden yedisini tanıdığını anlatıyor.

        Toplumdaki özgürlük dalgasının temelinde Vietnam Savaşı’nın yarattığı bıkkınlık ve hükümete olan güvensizlik yatıyordu. Columbia öğrencileri okullarının Savunma Bakanlığı’yla iş birliği yapmaya başladığını ortaya çıkardı; silah geliştirme araştırmaları üzerine yapılan bu ortaklık kamuoyundan gizlenmiş, bir öğrenci tarafından belgeler bulunup dışarıya sızdırılmıştı. Dahası, Harlem’e genişleyerek dokuz bin siyahı evinden eden okul kampüse bir de siyahlarla beyazların ayrıldığı bir spor salonu inşa etmek istiyordu. Alt kattaki kapıdan ‘halk’ yani siyahlar üst kattan da ‘vatandaş’ yani beyazlar girecekti planlara göre.

        Siyahlarla beyazların eylemleri de yöntemleri de farklıydı.

        Columbia’nın siyah öğrenci dernekleri – beyaz öğrencilerden daha organize ve eylem planına sahip – bu spor salonunun inşasını durdurmak için meydana indi. Siyah öğrenciler işgal ettikleri okul binalarında özellikle mala zarar vermemeye dikkat etti; medyadaki “Siyahlar hep yakıp yıkıyor,” ezberine malzeme vermemek için bozmak için.

        Beyaz öğrenci grubuysa üniversitenin başkanının odasına kadar girdi, okulun belgelerini ele geçirdi, Vietnam Savaşı sırasında hükümetle iş birliği yapıldığına dair kanıtları buldular. Şafak vakti başkanın odasında 125-150 arası öğrenci vardı; gelen kampus güvenliği öğrencilere dokunmadı, sadece duvardaki Rembrandt tablosunu aldı.

        O yıllardan akılda kalan en çarpıcı kare başkanın masasına kurulan David Shapiro adlı öğrencinin önünde bulduğu purolardan biriyle verdiği poz. Bir öğrenci arkadaşı, bir muhabirin camdan çektiği fotoğraf makinesiyle yakalamış o an’ı. Columbia’dan yolu geçip da o fotoğrafı bilmeyen, gurur duymayan öğrenci yoktur hala.

        Bin polis geldi, 720 öğrenci tutuklandı.

        İki farklı öğrenci grubunu sonunda ortak taleplerde buluştu, bir hafta süren kampus işgali ve bir aylık grev sonunda kazandılar. Öğrenciler tutuklanmaya direnmeyeceklerini bildirmişti, üniversite bin kadar polisi göreve çağırdı. 720 öğrenci tutuklandı. Sonunda o spor salonu inşa edilmedi, üniversitenin devletle anlaşması da son buldu. Üstelik medyadan destek görmeden, hatta New York Times’ta eylemleri çarpıtılarak ve öğrenciler hedef alınarak haber yapılmalarına rağmen. Eylemler aynı zamanda ABD genelinde savaş karşıtı gösterileri de ateşledi.

        Columbia bugün 1968’i kendi tarihinin bir parçası olarak gururla anıyor.

        2018’de, olayların 50. yıldönümünde üniversite twitter’dan sanki o an oluyormuş gibi eylemleri aktardı. Yazılar, kitaplar yayımlandı, sergiler açıldı, web siteleri kuruldu; okulda bu olaylar üzerine konferanslar düzenlendi. Üniversitenin şimdiki başkanı Lee Bollinger bir söyleşide “Öğrenciler belki binaları işgal etmek dışında da kendilerini ifade edebilirlerdi,”diyor tedbirli bir şekilde Times’a. “Ama çocukların üzerine polis çağrılması bizim üniversitemizin temsil ettiği değerlerin tamamen aksidir.”

        Eylemler üniversitenin özgürlükçü değerlere bağlılığını sağlamlaştırdı. Amerikan Anayasası’nın ifade ve gösteri özgürlüğünü garanti altına alan bir numaralı ek maddesi üzerine akademik çalışma yapan Başkan Bollinger özellikle Columbia’nın bu özelliğini vurguluyor. İfade özgürlüğü kampüsteki tacizi protesto etmek için bir öğrencinin derslere şilteyle girme hakkını da koruyor, Ahmedinejad’ın üniversitede konuşma yapmasını da.

        Olayların tek dönüştüğü etkisi üniversitenin kültürüne olmadı, eylemcilerin de hayata bakışı, hayatta serüvenleri 1968 Nisan’ından sonra şekillendi. Gösterilere katılan pek çok öğrenci kariyerlerini sorguladı, topluma, hak mücadelesine, azınlıklara, hukuka adanmış alanlara kaymalarına neden oldu.

        Diğer Yazılar