Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Anna Mae Bullock üzerinde beyaz bir elbiseyle, lüks bir arabanın arka koltuğunda havalimanından Dallas’taki Hilton Oteli’ne doğru gidiyor. Yanında çikolata yiyen kocası var. Adam bir parçasını da eşine ikram etmek istiyor, kadın erimek üzere olan, pakete yapışan çikolataya bakıp iğrendiğini belli eden bir ses çıkarıyor. Bunun üzerine adam elinin tersiyle Anna Mae’in suratına okkalı bir tokat indiriyor.

        Dayak Anna Mae’in hayatında yeni değil. 17 yaşında yanına düştüğü bu adamla ilişkisinin özeti adeta. Kocası onu sık sık dövüyor, sonra da sevişmeye zorluyor. Şiş gözünü, patlak dudağını makyajla kapatmaya çalışıyor; gizlemeye çalışsa da herkes olan bitenin farkında ama korkudan seslerini çıkartmıyorlar.

        BAĞIMSIZLIK GÜNÜ

        O gün, Dallas’taki araba yolculuğunda canına tak ediyor. 40 yaşına gelmek üzere ne de olsa; nihayet büyüdüğünü, olgunlaştığını, adamı terk edecek cesareti topladığını fark ediyor. İlk defa karşı çıkıyor, parmağını sallayarak “Artık senin dayağına katlanmayacağım,” diyor. Adam “Sen böyle konuşmayı nerden öğrendin,” deyip daha da vuruyor. Otele geldiklerinde Anna Mae’in yüzü kanlar içinde. Odaya çıkıyorlar, kapıyı kapatıyor, adam yatağa uzanıyor, kadın ona masaj yapmaya başlıyor. Kısa süre sonra adam horlamaya başladığında Anna Mae küçük çantasını eline alıp arkasına bakmadan çıkıyor. Arka sokaklardan gizlenerek Ramada Inn’e varmaya çalışıyor, yolu dev bir otobanla kesiliyor. Dev kamyonların farları dışında gözü hiçbir şey görmüyor, ama deli cesaretiyle kendisini yola atıyor ve karşıya geçiyor.

        REKLAM

        “Kendimi güçlü hissettim, kendimle gurur duydum,” diye anlatıyor o anı.

        Cebinde tek kuruş parası yok, Ramada Inn’in müdürüne kimliğini, Mobil kartını gösteriyor; kim olduğunu anlatıyor: “Eğer bu gece bir oda verirseniz söz veriyorum yarın ücretini öderim.” Müdür güzel bir oda açıyor, Anna Mae hemen bir avukat arkadaşını arıyor. Bir süre sonra bir başkası otele geliyor, Anna Mae’yi alıp Los Angeles’a kaçırıyor. Bir gün sonra 4 Temmuz, ABD’nin bağımsızlık günü. Bugüne kadar “Ike and Tina” ikilisinin bir parçası olarak bilinen Tina Turner kendi bağımsızlığını böyle ilan ediyor.

        KÜLTÜR DEĞİŞMEDİKÇE

        Önceki gün HBO’da yayınlanan ve Tina Turner’ın vedası niteliğindeki “Tina” belgeselinde bir zamanlar dünyanın en büyük star’ı olan bu kadının kendini yeniden yaratma hikayesini yeniden izledim. Ike Turner’ın ona uyguladığı zulüm defalarca anlatıldı, hakkında film yapıldı, rap şarkılarına konu oldu. “What's Love Got to Do with It“ filminde birebir canlandırıldı yaşadıkları. Ama Tina’nın 1981’de People dergisine verdiği söyleşinin kayıtlarından kaçış anını dinlemek üzerinden bu kadar yıl geçmesine rağmen hala ürkütücü.

        Bu belgeseli izlerken aklımın bir kenarında kuşkusuz İstanbul Sözleşmesi’nin iptali vardı. Yasalar biz onlara uyarsak anlam kazanır; insanlar benimsemedikten sonra istediğiniz kadar düzenleme getirin, lafta kalır. Tina Turner kendi bağımsızlığını ilan ettiği 80’lerin başında ABD’de bile kadına yönelik şiddete yönelik kamuoyunda yaygın bir bilinç yoktu. Ama bizzat kendisini ortaya koyarak hikayesini anlatması başkalarına da ilham oldu. Oprah’nın programına Tina Tuner’la benzer hikayesini anlatmak için 50 binden fazla kadın mektup yolluyor.

        REKLAM

        Bugün pek çoğumuz Ike Turner’ı hatırlamıyoruz, ama Tina Turner’ın 138 bin kişiyi doldurduğu Rio konseri gibi anlar rock tarihinin en görkemli sayfalarından biri. Bir kadın kendisini yaratan, hatta adını koyan o erkeği yenip yeniden doğuyor. Tarih Ike’ı iptal etti, Tina’yı yüceltti. Bu da sözleşmenin değil, kuvvetli bir kamuoyu, kadınların sesini duyuran ve kadınların yanında yer alan medya, ilkel erkeğe karşı tavır almayı öğrenen bir kültürün zaferi.

        Yine belgeseli izlerken ister istemez son yıllarda kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetle anılan Türkiye’de ünlülerin sessizliğini düşündüm. Perihan Savaş’ın gözü mor fotoğrafları gazetelere çıktı da ne değişti? Adını anarak kirlenmek istemediğim bu şiddetin faili o zaman da kendini kurtardı, bugün de ödüllendirildikçe ödüllendiriliyor. Hatta “Erkek döver de sever de,” çarpıklığı bir çekicilik unsuru olarak pazarlandı. Her girdiği yerde yuhalanması gereken, sesi yeteneği ne olursa olsun çoktan çöpe atılması gereken bu adamın hala ayağına gidiyorlar; sözde Batılı değerlerin savunucuları Okan Bayülgen ve Cem Yılmaz bile ona biat ediyor.

        ERKEKLER BİRBİRİNİ KORUR

        Erkekler hep kazanıyor, çünkü erkekler birbirini koruyor. Başta kendi oğlu, sonra Gönül Yazar gibi assolistler çeşitli vesilelerle “gazinocular kralı”nın yanında çalıştırdığı gencecik şarkıcı kadınları nasıl dövdüğünü defalarca anlattı. Benzer şekilde, Hıncal Uluç’un dahi “abi” diye bahsettiği bir Yeşilçam ustasını öve öve bitiremez Türk medyası. Şimdi anı kitabı çıkarmış, yine sık sık haber oluyor. Ama onun düzenli olarak eşine uygulamış olduğu şiddet hiç gündeme gelmiyor.

        Ben bu övgüleri gördüğümde utanıyorum, ama erkek basını tarihin üzerini örtmeyi sürdürüyor. Asıl erkeklerin mezarını kazmak, tarihi yargılamak, geçmişle hesaplaşmak ve kültürü değiştirmek, bunu elbirliğiyle yapmak gerekiyor. Gerisi sadece bir kağıt parçası. Yeşilçam kadınlarıyla birlikte “Tina” belgeselini izlemek ve kendi tecrübelerini konuşmayı çok isterdim.

        Diğer Yazılar