Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçtiğimiz haftalarda bir partide karşılaştığım Dubaili diplomat bana şakayla karşılık “Parasını verdiği sürece ülkemizde istediği kadar kalabilir,” dedi Türkiye’nin en çok izlenen YouTube video’cusuyla ilgili. Ancak işlerin bu kadar da kolay olmadığı dün ortaya çıktı; Sedat Peker’in başına bir şey geldi, tam olarak ne geldiğini bilmiyoruz, ortada çok fazla dezenformasyon var, kendisi de güvenilir bir anlatıcı değil. Numara yapıyor olabilir, ama yaklaşık 24 saat boyunca sosyal medyada olmaması, avukatının (veya sağ kolunun) resmi görevlilerce “davet edildiğine” dair açıklaması, video’ların yeni bölümlerinin yüklenmemesi soru işaretlerine gebe. Zamanla ortaya çıkacak.

        Ancak rüzgar Birleşik Arap Emirlikleri’nde Peker’in aleyhine dönebilir gibi gözüküyor. Geçen hafta, tam da Sedat Peker video’larını aksatmaya başlamış, attığı tweet’lerde hafif bir panik havası sezilirken Financial Times gazetesinde çok ilginç bir haber çıktı. Simeon Kerr’in ismini vermeyen BAE devlet yetkililerine dayandırdığı haber Emirlik’in dış ilişkilerdeki eksen değimine işaret ediyordu.

        TÜRKİYE’YLE BAE İLİŞKİLERİ DÜZELİYOR

        Birleşik Arap Emirlikleri yakın zamana kadar Suudi Arabistan’la birlikte bölgede İran karşıtı, İslamcı hareketleri dengeleyici bir rol oynamaya çalışıyordu. Bu uğurda Yemen’e asker yollandı, Libya’da Haftar’ı destekledi, İran’a yakın olduğu söylenen Katar’a ambargo uyguladı. Agresif askeri gücüyle Türkiye’yi de karşısına aldı ama girdiği her mücadelede yenildi.

        Yemen’den askerlerini çekmek zorunda kaldı, Türkiye’nin de etkisiyle Libya’da Birleşmiş Milletler’in desteklediği yönetim Haftar’i yendi, Emirlik’in askerleri ülkeden çekildi, bu sene de sessizce Suudi Arabistan’ın peşinden Katar’a yönelik ambargoları kaldırdı.

        COVID-19 salgını ülkenin petrole dayalı ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi bütün bunların üzerine. Financial Times’a göre Emirlik şimdi ülkeye yatırım çekmek istiyor. Bunun bir yolunun dünyadaki çatışmalarda arabulucu rolü oynamaktan geçtiğine inanıyor. Emirlik’i Hindistan-Pakistan veya Sudan-Etiyopya çatışmalarında rol oynarken görebilmemiz mümkün.

        Aynı haberde Dubai’nin arka kapı diplomasisiyle Türkiye’yle gerilimi azaltmak için çalıştığı da vurgulanıyor. Gazeteye konuşan bir yetkili “Biz herkesle dost olmak istiyoruz, İsrail’den İran’a,” diyor. BAE’yle bozulan ilişkileri onarma görevini Suudi Arabistan yönetiyor; Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra bozulan Türk-Suudi ilişkileri zaten son aylarda toparlanmaya başlamıştı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuoğlu da yakın zamanda Ankara-Riyad arasındaki ilişkileri düzeltmek için Suudi Arabistan’a gitti. FT aynı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır ve Körfez ülkeleriyle de iyileştirme vurgusu yaptığına dikkat çekiyor.

        ABD’YE İTİRAZ YOK

        Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yabancı ülkelere ihtiyacı olduğunu Amerikan basını da vurguluyor. Bugün gerçekleşmesi beklenen Biden-Erdoğan görüşmesi öncesi New York Times bir süredir Cumhurbaşkanı’nın sert, anti-Amerikancı tonunu yumuşattığını ön plana çıkarıyor. Biden’ın göreve geldikten sonra Ankara’yı aylarca aramaması, Trump dönemindekinden farklı olarak Erdoğan’a daha kuşkuyla yaklaşmasının mesajı alındı. ABD uzun zamandan beri ilk kez Türkiye’nin bu ilişkiye daha fazla ihtiyacı olduğunu biliyor.

        Geçtiğimiz günlerde Amerikalı şirket yöneticileriyle Erdoğan’ın yaptığı Zoom toplantısı pandemi sonrası Türk ekonomisini toparlamak için Batılı yatırımcıya verilen en net mesajdı. Hatta toplantıdan sonra ilk somut adım da atıldı, Cargill’in arzusu doğrultusunda Türkiye’deki nişasta bazlı şeker kotasında değişikliğe gidildi.

        Yine 24 Nisan’da ABD’nin “Ermeni Soykırımı” kararını da sessiz bir tepkiyle geçiştirdi Ankara. New York Times’ın altını çizdiği gibi TL’nin değer kaybı, yükselen enflasyon ve işsizlik oranları Türkiye’yi ABD’yle iyi ilişkiler kurmaya mahkum bıraktı. Bu uğurda Doğu Akdeniz’deki gaz arama çalışmalarından vazgeçildi, Polonya’ya Türk yapımı insansız hava araçları satıldı, Rusya’ya karşı Ukrayna desteklendi.

        Biden yönetimi Türkiye’nin ABD’yle müttefik ilişkisinden her an vazgeçebilmesinden endişeli hala. Türkiye bir ara ulusalcı sağ dalganın gazıyla Rusya ve Çin’le ittifak oluşturmaya kalktı, ama güvenilmez bu iki ülke aşıları bile temin edemedi; yine Alman-Amerikan ortaklığından pandeminin sonunu getirecek aşılar geldi. Türkiye yine ABD’ye ihtiyacı olmadığını düşünüp Rusya’dan S-400 aldığında da bu alışverişin bedelinin bu kadar ağır olacağını kestiremedi: Yaptırımlar, F-35 programından atılmak, bozulan askeri-diplomatik ilişkiler. ABD bu konuda geri adım atmayacak, ama en azından Ankara da Rusya’yla yeniden silah alışverişine girmeyecek gibi gözüküyor.

        ABD’nin çekildiği Afganistan’a Türkiye’nin asker yollama taahhüttü de tıpkı NATO’ya girmek için Kore’ye asker yollanması gibi bir jest; Türkiye eski ittifakları yeniden kurma niyetinde olduğunu gösteriyor.

        DEMOKRASİ VURGUSU OLACAK

        Bugünkü görüşme öncesi iki ülkenin de kendi iç politikasında gözetmesi gereken dengeler var, o yüzden bir çalışma ilişkisi kurulacak ama ABD-Türkiye ilişkileri hemen eskisi gibi olmayacak. İnsan hakları ve demokrasi konuları da önemli bir engel.

        Kimileri karşılıklı askeri ve ekonomik çıkarlar uğruna Biden’ın Türkiye’deki demokrasi sorunlarını gündeme getirmeyebileceğini düşünüyor. Ancak Biden yönetimi dünyada Çin’e karşı bir koalisyon kurmak istiyor; G7 ülkelerini Çin tehdidine karşı daha aktif davranmaya nasıl ikna ettiyse bu cepheyi de genişletme peşinde. Yeni Soğuk Savaş’ta ayrımı demokratik ve demokratik olmayan ülkeler belirleyecek; Türkiye sadece ekonomik tercih yapamaz artık Batı’nın yanında yer alacaksa.

        Bütün bunlar olurken ABD’nin küçük bir taşeronu BAE de ağabeyinin emriyle Türkiye’ye Peker’i verir mi? Kendisini Snowden ya da Assange zannediyor olabilir, ama ne uzaktan ne yakından bir demokrasi kahramanına benziyor. Dahası, ABD’nin kendi ülkesine yönelik sızıntı yapanlara karşı agresif tavrı da ortada. Özel olarak Sedat Peker’i bir insan hakları mağduru ya da demokrasi savaşçısı olarak görmeyecekleri belli. Şimdilik bu denklemde küçük bir koz.

        Diğer Yazılar