Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sosyal medya şirketleri yıllardır kendilerinin “medya” işinde olmadıklarını söylüyorlardı. Böylece gazeteciliği bağlayan sorumluluklardan da kurtuluyorlardı. İşleri bir tür aracılıktı. Benim burada ürettiğim işi okurun önüne getirecek bir üçüncü kurum. Bu konuda başarılı oldukları da söylenebilir. Özellikle Türkiye’de köşe yazılarını kaynağına giderek değil de sosyal medyada görüp okumak kabul gören bir alışkanlığa dönüştü. Nefret etmeme rağmen sırf bu yüzden sosyal medya hesaplarımı kapatamıyorum.

        Dün Facebook bu aracılık işinden doğrudan yayıncılığa geçen Bulletin adlı platformunu yayına soktu. Bulletin adından da anlaşılacağı gibi ünlü yazarların periyodlarını kendileri belirledikleri bültenlerinin taşıyıcısı olacak. Facebook’un ilk transferi de Amerikan medyasının en ünlü yazarlarından Malcolm Gladwell. Kitapları, New Yorker yazıları, podcast’leriyle başlı başına bir içerik fabrikası olan Gladwell’in yazıları kendi bülten sayfasında yer alacak, e-mail’le ve Facebook’un “news feed”inde abone olan okurun önüne gelecek.

        Henüz Gladwell’e abone olmak bedava, ama ileride ücretli özel üyeliklerin de geleceği anlaşılıyor. Facebook şimdilik bünyesindeki yazarların abonelik ücretlerinden komisyon almayacak. Abone olduğunuz yazara – ki ücretini yazar kendisi belirleyecek – ayda 10 dolar veriyorsanız tamamı yazarın cebine girecek. New York Times ve Washington Post gibi gazeteler de bir süredir kendi bültenlerini oluşturmak için uğraşıyor.

        REKLAM

        BAĞIMSIZ YAZARLAR ÇOK KAZANIYOR

        Bu merak Substack adlı platformun son bir senede ivme kazanmasıyla başladı. Özellikle ana akım medyada çeşitli sebeplerden dolayı barınamayan pek çok yazar Substack’te kendi sayfalarını ve okur kitlelerini buldu. Çalıştıkları kurumdan ayrılıp Substack’te bülten yazmaya başlayan yazarlar yıllık 200 bin dolar gibi kazançlara ulaştıklarını söylüyor—eski çalıştıkları yerlerden daha fazla kazanıyor pek çoğu. Ama daha çok çalışıyorlar, içeriğe doymayan abonelerin önüne sürekli yeni tabak koymak zorundalar. Substack’in komisyonu yüzde 10. Twitter’ın Revue adlı platformuysa yazarların kazancının yüzde beşini alacak.

        Substack’e yönelik en büyük eleştirilerden biri pek çok gazeteyi çekerken geleneksel medya kuruluşlarının sağladığı birtakım güvenceleri vermemesiydi. Baskıların sonunda böyle bir hizmet sunacağını ama ilk sene için daha büyük bir komisyon alacağını açıkladı firma. Facebook ya da Twitter’ın bu gibi konularda ne adımlar atacağı henüz net değil ama dev bütçeli bu şirketler için böyle küçük harcamalar epey ufak olsa gerek. Bonkörce harcama yapacaklar mı, göreceğiz.

        Her şey bir yana, bir yazının yayımlanmadan önce – kim yazarsa yazsın – birkaç kişi tarafından okunması şart. Türkiye’de epeydir veri doğrulayıcı mekanizmalar ya da yazının inşasını değiştirecek editör önerileri bütçe kısıtlamaları yüzünden yok denecek kadar az. Ama belli bir kalite çıtasını tutturmak için kurumların bu gibi görünmez kahramanlara ihtiyacı var. Bülten gazeteciliğinde ya yazar kendi kendinin editörü olup harf ve bilgi hatalarına kendisi katlanacak, ya da eskiden kurumun çalıştırdığı elemanların maaşını cebinden ödeyerek işe almaya razı olacak. Tabii o insanlar da sosyal güvenceler isteyecek yeni işvereninden.

        REKLAM

        Bu bülten modeli aslında pek çok işsiz gazetecinin olduğu Türkiye’ye çok uygun. Ancak insanın kendi kendine çalışması pek çok gazeteci için hayati önem taşıyan ve kurumların sağladığı 212 kadrosu gibi avantajları ortadan kaldırıyor. Yine her satıra dava açılan Türkiye’de kurumların hukuk desteğini de bir gazeteci tek başına cebinden karşılamayabilir.

        KURUMSAL BAĞ ÖNEMLİDİR

        Türkiye’de bir gazeteci için kurumsal bağ öyle ya da böyle hala çok önemli. Hem kabul açısından, hem de basın üzerinde çok fazla tehdidin olduğu bir ülkede koruma kalkanı sağlıyor bir kurumun parçası olmak. Gerçi yakın tarihte pek çok kurum gazetecilerini korumak konusunda iyi sınav vermedi, ama gittiği yere kadar da olsa bir gazetecinin saldırılara karşı tek başına kalmasından daha güvenli.

        Türkiye’deki pek çok gazetecinin ertesi gün işten atılabilme ihtimalini aklında bulundurarak yazdığını, her yazının bir son yazı olduğunu bildiğini düşünüyorum. Ama yine pek çok gazeteci de kurumlarının düzenli olarak maaşlarını yatıracağını, bu sayede çocuğunu okula gönderebileceğini, evinin kirasını ödeyebileceğini biliyor. Kaderimiz bazen bir egemenin iki dudağının arasında olsa da bir şekilde iş güvencemiz var.

        Bülten gazeteciliğinde kapı kapı dolaşan satıcılar gibi müşteri avına çıkacağız. Yılmaz Özdil gibi halihazırda kitlesi olan yazarlar için kolay bir serüven belki. Ama okurun duymak istediğinin aksini yazan gazeteciler hayatlarını idame ettirecek kadar abone sayısına ulaşır mı, emin değilim. Dahası gazeteler kamu hizmeti adına “okunmayan” ama konusunda uzman, meraklısına hitap eden yazarları da bünyelerinde bulundurmak zorundadır. Bülten gazeteciliğinin böyle bir lüksü yok. Türkiye’de çok yaygınlaşan “müşteri memnuniyeti garantili” gazetecilik için ideal bir ortam sadece.

        Başlık tabii ki tık avcılığı içindi.

        Sevgili patronumun ne kadar umurunda bilmiyorum ama Mark Zuckerberg için çalışmaya pek niyetim yok. Açıkçası, ben kendi kaderimi kaprisli okurun taleplerine teslim etmeyi de göze alamam. Bir patronun altında çalışırken en azından kurumun ilkelerini, kırmızı çizgilerini öyle ya da böyle biliyoruz. Oysa okur, hele hele Türk okuruysa, kolay gaza gelmeye çok meyilli.

        Gazete okurları ya da tartışma programları izleyenlerin çoğu yeni bir söz söylemek ya da öğrenmek için değil, kendi düşündükleri başkaları tarafından tekrar edilsin diye haber tüketiyor. İşine gelmeyen tek bir söz söylediğinde de bir anda satıp yarı yolda bırakabilirler; bugün yüceltilen yarın yerin dibine batırılır Türkiye’de. Türkiye sokaklara verilen isimlerin sık sık değiştirildiği bir ülke.

        Bütün bunları büyük bir kurumun bünyesinde çalışırken söylediğimi biliyorum. Yarın öbür gün düşüncelerimi değiştirme hakkımı saklı tutuyorum. Yine de Substsack, Bulletin, Revue gibi gelişmeleri hem büyük medya kuruluşları hem patronlar hem de bağımsız gazeteciler yakından takip etmeli, tartışmalıyız.

        Diğer Yazılar