Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyanın dört bir yanında özellikle mülteciler yüzünden aşırı sağ yükselirken, aşırı sağ partilerin söylemleri merkezi, hatta solu bile etkilerken bu dalganın Türkiye’de hala çıkmamasını şaşkınlıkla karşılıyorum. Zira Türkiye tam da buna uygun bir süreçten geçiyor. Toplumun büyük bölümü Suriyeli ve Afgan mültecilerden şikayet ediyor, ama bu öfke merkez siyasette hemen hemen hiç karşılığını bulmuyor. Kapıları açan AK Parti’nin bu konuda eli kolu bağlı olduğundan kendi seçmeninin arzusuna rağmen sesini yükseltemiyor, muhalefetse mülteciler konusuna kibar yaklaşıyor.

        Böyle dilediğim için değil, sosyolojik olarak merak ediyorum: “Trenlere dolduracağız,” tarzı faşist bir muhalif ses çıksa, sadece buradan yola çıkarak peşine bir kitle takamaz mı? Kendisini adeta Orban ya da Le Pen gibi konumlandıran bir tek Ümit Özdağ çıktı son zamanlarda. Mültecileri göndermekten bahsediyor, ama o bile bu konuyu sloganlaştırmıyor. Mültecilerin Türkiye’de fazla rahat etmesinden şikayet ediyor ama önerdiği kesin çözüm bile yeteri kadar keskin değil. Bir Türkçü parti için fazla iyimser ve insani bile denebilir. Hatta dünyadaki muadillerine bakılırsa dünyanın bu halinde sosyal demokrat kaldığı bile iddia edilebilir. Mevcut partiler mültecilere açık savaş açmanın sandıkta karşılığını görmüyor olsa gerek.

        TEPKİLER HAKSIZ DEĞİL

        Bütün toplumlar zaman zaman belli azınlıkların ülkeyi ele geçireceklerine dair bir “ahlaki panik” (moral panic) yaşarlar. Eskiden olduğu gibi bugün de azınlıklara ya da mültecilere yönelik tepki ve nefretin kökeni hep ekonomiktir. Bir grubun varlığı baskın ırka ya da halka ekonomik olarak tehdit oluşturmaya başlarsa, ya da böyle bir algı oluşursa, ırkçılık yaygınlaşır.

        Türkiye gibi ekonomisi kırılgan ve mevcut iş imkanı sınırlı bir ülkede pastanın paylaşılması çoğunluğu rahatsız ediyor. Mültecilerin ucuza çalıştırılmaları, okullara yerleştirilmeleri, özel statüleri sayesinde Türklerden bazı konularda birkaç adım önde ve ayrıcalıklı muamele görmelerini kabullenmek kolay değil. Türkiye Cumhuriyeti tarihin hiçbir döneminde kendi vatandaşına bile ayrıcalıklı muamele yapmayan, Türk olmaktan gurur duyma imkanı vermeyen bir ülkeyken insanlar homurdanmakta haklı.

        Mültecilik ya da bir başka ülkede sığınma talebinin uluslararası alanda belirlenmiş çerçevesini de ihlal ediyor Türkiye’deki Suriyeliler. Bir başka ülkeye iltica talebi kişinin kendi ana vatanında tehdit olduğunu ispat olmasıyla olur; bu tehdit sürdükçe kişinin ana vatanına dönemeyeceği ve geçici olarak bir başka ülkede yaşayacağı beklenir. Oysa savaştan kaçan Suriyelilerin kendi ülkelerine tatile gidebildiğini görüyoruz, bu da ister istemez Türkiye’deki yasal konumları hakkında soru işaretleri uyandırıyor. Düz mantıkla, madem ülkelerine tatile gidebiliyorsa neden taşınmadıklarını sorgulamak da meşrulaşıyor.

        Mültecilere yönelik itirazın bir neden de estetik kaygılar. Bir Batı ülkesinden ya da diyelim ki Ukrayna’dan mülteci akını olsa bu kadar tepki çekmez. Nitekim Batı’da da Ukraynalılara kapılar sonuna kadar açılıyor, çünkü yerleştikleri ülkelerin kimyasını bozmayacakları varsayılıyor. Türkiye’de sayıları giderek artan Arap turistlerle birlikte Suriyeli ve Afgan mültecilerin varlığı şehirlerin ana caddelerini, çarşılarını dönüştürüyor ve bu durum birçok kişiyi kendi ülkesine karşı yabancılaştırıyor. Nasıl yabancılaştırmasın? Her gün geçtiğiniz sokakta bir anda tabelaların, anonsların Arapçaya döndüğünü görüyoruz. İstanbul’da taksiler sadece kazıklayabildikleri Arap turistleri almak istiyor örneğin. Zengin Arap turistle savaştan kaçan Suriyeli mülteci bir değil, ama ayrıntılar hızlı dönüşümde kayboluyor.

        Bu estetik kaygının küçümsenmemesi gerekiyor, çünkü sanıldığı kadar yüzeysel değil. Aksine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük çoğunluğunun hala yüzlerini Batı’ya çevirdiklerini, Batılı bir ülke olmak istediklerinin de işareti. Son 20 yıldaki değişim çabalarına rağmen kurucu idarenin çizdiği yönden vazgeçilmemiş işte. Suriyelilere yönelik tepkinin yaşam tarzı odaklı olması önemli. Mültecilerin yeni ülkelerine uyum sağlamaktansa kendi değerlerini dayatmaya çalışmaları, Türkiye’yi ve Türk insanını dönüştürme çabaları asıl ters tepiyor. Çünkü Türk insanı başkasının hayatına karışmayı sever ama kendisininkine karışılmasını istemez.

        AFRİKALILAR TEPKİ ÇEKMİYOR

        Mültecilere yönelik tepkinin genel değil, belli milletlere özel olduğu gerçeği de var. Türkiye’nin kıtaya açılımı sayesinde Türkiye’de artık pek çok Afrikalı göçmen var. Birçoğu İngilizce ve Fransızcanın yanında ana dilleri gibi Türkçe konuşuyor, burada okullara gidiyor, iş hayatına atılıyor, kendi berberleri ve lokantaları var. Ama Afrikalılar toplumsal tepkinin hedefi değiller, Suriyeli ya da Afgan mülteciler gibi tartışma konusu değiller. Sayılarının yedi milyonu zorlamaması bir etken.

        Afrikalıların pek çoğunun—muhafazakar olanlar da dahil—misafir oldukları ülkenin seküler yaşam tarzını benimsemeleri, başkalarının hayatlarına karışmamaları ve de en önemlisi ülkenin üzerinde yük olmamaları önemli etkenler. Türkiye’deki Afrikalılar devlet yardımı beklemiyor, aksine burada iş kurarak ya da çalışarak ekonomiye katkıda bulunuyorlar. Bu önemli bir fark. Çok kültürlü, çok milletli bir toplum olmanın sırrı da biraz burada yatıyor.

        Son yıllardaki iyi gelişmelerden biri dışarıdan gelenler sayesinde Türkiye’nin yıllardır devam eden içe kapanıklığının biraz kırılması. Dünyada bizden başka milletler, başka medeniyetler, kültürler de var. Biraz öğrenmekte zarar yok. Sokaklardaki Afrikalılar, Suriyeliler, Afganlar da dahi olmak üzere her yabancı toplumsal dokuya işlenen yeni bir motiftir, zenginliğimizi artırır. Belki de bu mozaiğe sandığımızdan daha açık olduğumuz için bizde faşist parti tutmuyor, ya da en faşist parti bile yeteri kadar faşist olamıyor. Ne de olsa “Ta nereden gelmiş, başımın üstünde yeri var,” Türk misafirperverliğinin ürünü bir söz. Bütün bunlar ırkçılığın siyasete hakim olduğu birçok ülkeye kıyasla daha iyi insanlar olduğumuzun işareti de olabilir. Ama önemli olan kırmızı çizgileri çok net koymak, Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmez değerlerini koruyabilmek, gelenlere de bunu benimsetebilmek.

        Diğer Yazılar