Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Çocukken izlediğimde “Grease”in ana temasının seks olduğunu anlamamıştım, sadece dans eden kızlara ve erkeklere bakıp eğlenmiştim. Çocuk beyni bilmediği konuyu algılamaz, “Grease”te de şarkı ve müziklerin altında ne yattığını sonradan fark ettim. Müzikal özünde iki kişinin birbirini elde etmesi ama türlü sebeplerden dolayı bir araya gelememeleri üzerine kurulu. Erkeğe bakılırsa başlarda yaz aşkıydı, geldi geçti. Ama bu arkadaşlarına anlattığı hikaye tabii, gerçekte aklı onda. Kız da istemiyor değil, hatta körkütük aşık ve çoğu zaman erkeğin ilgisizliğinden dolayı kalbi kırılıyor. Ancak hikayenin kendi içindeki kurallara göre bu mutlu sona ulaşmanın tek yolu kızın değişmesi.

        Çocuk aklımla bile “Grease”te Olivia Newton-John’ın oynadığı hanım hanımcık Sandy’nin mutlu sona ulaşmak için neden illaki değişmek zorunda bırakıldığını, neden ortada karşılıklı yoğun bir duygu olmasına rağmen erkeğin girmek istediği şekle sokulduğunu anlamamıştım. Bugün de tam anladım mı emin değilim ama geçtiğimiz hafta 73 yaşında kanserden hayatını kaybeden Newton-John’ın ardından bu soruyu yeniden düşünmeye başladım.

        KADININ YERİ ERKEĞİN YANI

        REKLAM

        “Grease” adını Amerikan liselerinde 50’li ve 60’lı yıllarda popüler olan genç erkek grubundan alıyor. Beyaz perdeye ilk kez Marlon Brando’nun “The Wild One” filmiyle yansıyan bu erkek tipolojisi okulun en havalıları. Amerika’da bir dönem işçi sınıfının çocuklarını küçümsemek için kullanılıyor “greaser” ifadesi; alt sınıflar fabrikalarda çalışan, motor yağıyla haşır neşir insanlar olarak görüldüğünden. Sonradan bu gençler deri ceket, motosiklet ya da yağını kendilerini koydukları, tamir ettikleri arabaları ve saçlarına sürdükleri briyantin yağıyla kendi iktidarlarını ilan ediyorlar. Deri ceket, kot pantolon, beyaz t-shirt’le fazlasıyla Amerikan ama Tolga Savacı’nın 80’lerdeki imajı dahil tüm dünya kendince uyarladı.

        “Grease”te bu erkeklerin beğendiği kadınlar da belli bir prototipe ait. “Pink Ladies” yaşları henüz tutmasa da sigara ve içki içiyor, çok süslüler ve en önemlisi cinsel hayatları var. Kız çetesinin lideri Rizzo’nun bir-iki erkekle çıkmaktansa yapacağı çok daha kötü şeyler vardı. Bu genç kadınlar müzikalde kendi kendilerine karar alamayan, bütün hayatlarını kendilerini erkeklere beğendirmek üzerine kuran bağımlı karakterler gibi yansıtılmıştı.

        Olivia Newton-John’ın oynadığı Sandy onlardan biri değildi ama olmak ister gibiydi. İçlerinden sadece bir tanesiyle arkadaştı, sadece dışarıdan içeriye bakabiliyordu. Rizzo ondan hoşlanmıyordu, çünkü onu fazla steril, fazla temiz, fazla bakire buluyordu. Bakire tarih boyunca hedeftir. Sandy de bu açıdan “Les Liaisons dangereuses” romanında fethedilmesi gereken Cécile’dir. Ama çok da isteksiz değildir. Hatta bahtsızca erkeğe bağlıdır.

        John Travolta’nın oynadığı asıl erkek Danny’nin istedikleri bellidir: Ceketini giymek, arabasını sürmek, otomobil yarışını kazanmak ve güzel kadınlarla birlikte olmak. Bu kurgu lise hiyerarşisinde “T-Birds” adlı erkek çetesine karşılık gelen “Pink Ladies” grubunun tek önceliği erkekleri mutlu etmektir. Feminist bir okuma “Grease”in kadınları kendi iradesinden arındırdığı, sadece erkeklere hizmet eden bir metaya dönüştürdüğünü de ortaya koyar. Klasik aşk romanlarında kadının nasıl tek amacı hikayenin sonunda evlenmekse “Grease”te de kadının rolü bu yağlı saçlı erkeklerden birini kapatmaktır.

        REKLAM

        Saçlarını toplayan, beyaz hırkasını giyen, tipik bir bakire gibi görünen Sandy sonunda başkalarının ona biçtiği standartlara boyun eğerek dönüşür. Başlardaki fazla masum, fazla steril ve temiz hali hem kızlar hem de erkekler arasında alay konusu olmuştur, sonunda o da oyunu kuralına göre oynamaya karar verir. Müzikalin çok bilinen final sahnesinde topuklu ayakkabılı, saçları açık ve kıvırcık, deri pantolonlu, atletli yeni Sandy sigarasını gördüğü karşısında şok geçirip yere kapaklanan Danny’nin suratının önünde ayağıyla söndürür. Birbirleriyle ait olduklarını söyledikleri o neşeli şarkıya da böyle geçilir.

        GERÇEK HAYATTA DA DEĞİŞTİ

        Kadının dönüşümü “Grease”te sadece film icabı değildi. Olivia Newton-John da filmden sonra bu imajı benimsedi, 80’lerde çıkardığı albümlerde ve kliplerde yeni Sandy gibi görünmeye başladı. 80’lerin büyük hit şarkısı da ondan çıktı; “Physical” düpedüz kadının erkeği sekse davet ettiği bir şarkıydı ve milyonlar sattı. Ölmeden birkaç sene önce verdiği söyleşilerdeyse kanserin yeniden vücudunu sardığı Olivia Newton-John eski Sandy’e daha yakın, daha terli toplu, California’daki çiftliğinde atlarıyla vakit geçiren bir kadındı. Kötü kız büyümüş ve kansere yakalanmıştı.

        Ama o zaman bile sokaklarda birilerinin ona Sandy diye seslenmesinden hoşnut olduğunu söylüyordu. Daha doğrusu hala tanınmış olmaktan memnundu. Sandy onun hayatı boyunca üzerinden atamadığı bir karakterdi. Christopher Plummer ömrünü Baron von Trapp’ten kurtulmaya çalışmakla geçirdi, ama Newton-John ise hep Sandy’i sahiplendi. Sandy sadece imaj olarak dönüştürücü bir karakter değildi çünkü. Müzikalin tüm anti-feminist çağrışımlarına karşı en sonunda tek değişen kadın değildi. Sandy kendisini baştan yaratırken ondan bağımsız olarak ve en çok da onu etkilemek için Danny de değişti. Deri ceket gitti, lisenin R harfinin basılı olduğu hırkayla panayırda belirdi. Kötü çocuk “greaser”ken birden iyi çocuk “letterman” olur. Aslında ilk başta izlediğimde gözümden kaçan detay da buydu. Sadece kız değişmiyor, erkeği de değiştiriyordu. Dahası, bu yeni, tehlikeli, vamp haliyle Sandy bir anda Danny’i dize getiriyor, vücuduna elektrik verilmiş gibi şoka uğratıyordu. Erkek kendi istediklerini yaptırdığını düşünürken asıl kontrol kadındaydı. Kadın her zaman daha katmanlı, daha karmaşık, erkek ise hep basit ve sıradandır sonuçta. Erkek çok kolay hizaya getirilebilir.

        Bugün Türkiye’de şarkıcı Gülşen’in erkek egemenliğini tehdit eden kıyafetleriyle yaptığı budur aslında. Erkeğin fantezisine karşılık verdiğini düşündürürken aslında onu küçültmek, alay etmek ve hizaya getirmek. Olivia Newton-Johnbunları öğretti; kültüre en büyük katkısı da belki buydu.

        Diğer Yazılar