Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bir mekanın en akılda kalıcı tarafının tuvaleti olması? Alaçatı’da otoban kenarındaki Kürkçü Dükkanı’nda daha masaya oturur oturmaz tuvalete gitmem söylendiğinde önce anlamadım, hatta direndim. Sonra içeride apayrı bir partinin döndüğü, “Ally McBeal” dizisindeki gibi kadın-erkek ayrımının olmadığı bu tuvalete gitmem gerektiği için gittim. Sahiden de apayrı bir dünyaymış. Berlin’de bir gece kulübünü andırıyor daha çok. İçinde DJ ve disco topları var. Bir de görevli tabii ki. Berlin’de bir gece kulübünün tuvaletinde yaşananlar burada olmasın diye polislik yapıyor.

        Kürkçü Dükkanı’nın Berlin’e benzeyen tarafı sadece tuvaleti değil. Müşteri kitlesi de Nollendorfplatz durağının altında iş tutan Almancı gençlerimizi andırıyor. İşçi göçünün üzerinden kaç kuşak geçti, ama Almancı hep Almancı kalmayı başarabildi. Bu yaz Türkiye’nin tadını da “gastarbeiter” Türklerin çocukları çıkartıyor zaten. “Gastarbeiter” her yaz memleketine geldiğinde “Fikrimin İnce Gülü” misali arabasını kendi köylüsünün gözünün içine sokmayı severdi. Bu alışkanlık değişmemiş. Yeni kuşak da Çeşme ve Bodrum sokaklarının tozunu Belçika, Hollanda, Almanya plakalı lüks arabalarıyla attırıyor. Önceki gün plaj otoparkında Avrupa’dan gelen sarı bir Lamborghini gördüm.

        REKLAM

        HESAP ALMANCIYA DOKUNMUYOR

        Almancı gencin kaderi hem ana vatanında hem de göç ettiği ülkede horlanmaktır. Bu makus talih ilk kez döviz kuru sayesinde değişti, “Almanya Acı Vatan”da kazanılan “oyro” Türkiye’de Almancı’nın kıymetini artırdı. En çok kabul gören ve el üstünde tutulan müşteri artık o, çünkü bize birkaç kişinin maaşı gibi gelen hesaplar ona dokunmuyor.

        Kürkçü Dükkanı’nda hesaba eklenen 180 TL’lik “kuver” de koymuyor onlara. Hesaba kuver eklenmesini çocukluğumdan hatırlıyorum; adisyonda böyle bir maddeye en son ne zaman rastladım bilmiyorum. Ama Kürkçü Dükkanı masaya getirdiği üç zeytin, bir sepet ekmek ve su için kuver parası alıyor. Ben masaya zeytin ya da ekmek geldiğinin bile farkında değildim. Geldiği gibi gitti galiba.

        Şişe suyun lokantalara bir maliyeti var; altyapı uygun olmadığı için içilebilir musluk suyu ya da filtrenmiş su sunamıyor mekanlar. Gerçi bütün şişe sular da özünde filtrelenmiş musluk suyu ya neyse… Lüks plajlar günü sadece birkaç şişe suyla geçirme niyetindeki akşamdan kalma müşteriye 10 TL’lik büyük suyu 250 TL’den satarak maliyetini kurtarıyor. İkna edici bir argüman. Ama su lokantalarda bedava olmalı. En azından sudan fahiş kar edilmemeli. 180 TL kuver parası sadece abartılı gelmedi bana; müşteriyi suiistimal etmeye yönelik küçük bir soygun girişimi adeta.

        Kürkçü Dükkanı hakkında sevilmeyecek çok şey var. Işıklandırma üzerinde yeniden çalışılmalı. Market markası düzeyinde içki satan hiçbir yerde içki içilmemeli ayrıca; Kürkçü Dükkanı’nın kokteylleri de kalite bakımından sınıfta kalıyor. Servis de problemli. Bir restoran işletmecisi personel bulmanın zorluğundan bahsetti bana geçenlerde. Çalışanlar da mönüdeki yemekleri sadece sistemdeki ilk ismiyle ezberliyormuş. İyi bir lokanta bütün çalışanlarına mönüyü tattırıp anlatmalı oysa. Ama bunun için de zaman yok.

        REKLAM

        Tam da bu yüzden siparişte ufak bir aksaklık çıktı. Bir arkadaşım et, ben de ‘steak tartare’ istedim. Masamıza bakan kişi “dry age”i hazırlatayım mı dediğinde arkadaşımın eti sandım. Oysa steak tartare’ı kastediyormuş. Arkadaşımın ince dilimli etinin adı da “spesyal”miş.

        Benzer şekilde başlangıçlar arasında yer alan “turşulu et”in ne olduğunu kimse doğru düzgün tarif edemedi. Geldiğinde anladım. Çin lokantalarındaki yeşil biberli etten ilham alan tabakta biberlerin yerine ince dilimlenmiş turşu var. Etler de ince ince doğranıp kızartılarak ekleniyor. Bir tür “stir fry” aslında. Ve çok güzel.

        NEYSE Kİ YEMEKLERİ İYİ

        Zaten Kürkçü Dükkanı’nın yemekleri epey iyi. İzmir’de bir etçi olarak epey nam salmıştı, Alaçatı’da da dolup taşıyor. Buralarda akşam şık gidilebilecek, doğru düzgün bir sofrada oturup tat alınarak yemek yenebilecek mekan sayısı az. Ya balıkçı var, ya da sadece dekora para yatırıp mutfağı boşlayan özenti yerler. Kürkçü Dükkanı kalabalıkta iyi bir seçenek. İyi de buralarda ortalamanın üstünde demek tabii. “Gut” işte, “sehr gut” değil.

        Bol mermerli, veya tomahawk ya da Boston-New York gibi isimleri olan etleri denemedim. Yaz aylarında “steakhouse” ortamı bana cazip gelmiyor. Başlangıçlardan özel baharatlarla geliştirilmiş bir humus ve badem püresi üzerinde ızgara şeftali ve kuşkonmaz denedik. Humusun içinde olduğu söylenen şefin sırrı özel baharatların tadını alamadım, ama o da “gut.” Izgara şeftali tam kıvamındaydı, kuşkonmaz ise bütün Türklerin kullandığı yeni ölçü birimiyle söylersem “bir tık” fazla pişmişti. “Bir tık” meselesi ortaya söylediğimiz semizotu salatasında kendini belli etti. Çilekler ve “vinaigrette” salatayı tatlı kıvamına getirmişti. “Spesyal” dedikleri incecik kesilmiş et ise kusursuz ama tadımlık boyuttaydı.

        Kürkçü Dükkanı’nda az yedik, çok ödedik. Çıkarken “gastarbeiter” daha yeni geliyordu. Bir yandan onlarla kalıp eğlenmek cezbediciydi. Ama çok, çok içmem gerekecekti. Buna da ne ruhum ne de bütçem elverebilirdi.

        REKLAM

        Bir yıldız

        *

        Yıldız tablosu

        Dört yıldız: Olağanüstü.

        Üç yıldız: Mükemmel.

        İki yıldız: Çok iyi.

        Bir yıldız: İyi.

        Diğer Yazılar