Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tunç Soyer’e belediye başkanı olduğundan beri İzmir’e yaptığı bir proje, eser ya da hizmeti görmek istediğimi söylüyorum. Tarih boyunca yöneticiler kendi adları yürüsün diye kalıcı eser bırakmak isterler. Piramit inşa edilir, duble yol yapılır, gökdelen dikilir. Bir de tarihe yazdıklarını, fikirlerini bırakan siyasetçi türü var. İzmir Belediye Başkanı bu gruba giriyor. Bana bir çeşme, AVM ya da yol göstermiyor. İlkinden yüz yıl sonra yapılacak İzmir İktisat Kongresi hakkında konuşmak istiyor.

        İzmir’in kurtuluşunun aslında Türkiye’nin kurtuluşu olduğunu hatırlatıyor Soyer. Üç buçuk yıl işgal altında kalan, harap olan, üzerine de büyük bir yangın gören bu şehrin beş ay sonra Mustafa Kemal önderliğinde iktisat kongresi topladığını, yeni kurulacak devletin iktisat politikalarını burada belirlediğinin altını çiziyor. “İzmir olarak bu bizim görevimiz,”diyor. Türkiye ve genel olarak dünyanın geleceği savaş, tedarik krizi, enflasyon gibi sorunlar yüzünden belirsizken geleceğe yönelik bir yol haritası çizmek amacı.

        “İyi de siz sadece bir belediye başkanısınız,” diyorum. “Bu söylediğiniz görev tanımınızın ötesinde sanki.”

        “Asıl vazifemin elbette farkındayım ve onunla meşgulüm,” diye yanıtlıyor. “Ama tarihsel olarak bir sorumluluk sahiplendik. Ülkenin geleceğine ışık tutmak da benim hala vazifem. Geleceğe ışık tutmak benim vazifem.”

        GELECEĞE DAİR YOL HARİTASI

        Tunç Soyer toplumsal tartışmada çıtayı bir parça daha yukarıya çekmek istiyor. İktisat Kongresi’nin İzmirliye ne faydası olacağını sorduğumda da ilk olarak “Sığ siyasi iklimin dışına çıkarmış olacak,” karşılığını veriyor. “Gençlerin yüzde 70’i geleceklerini ülke dışında aramaya başlamışlarsa başka bir rakam aramaya gerek yok. Sadece bu bile memleketin durumunu gösterir.”

        Ülkenin geleceğini, tarihini, çağdaş uygulamaları, yanlış uygulamaları, çözüm önerilerini tartışmak için tıpkı ilk İktisat Kongresi’nde olduğu gibi bütün paydaşlar bir araya geliyor. Amaç ortak bir aklın oluşması, insanların geleceğine dair fikir sahibi olmaları. Bu uğurda dört ayrı grubun temsilcileri bir araya geliyor ve çalışma yapıyor. İşçiler, çiftçiler, tüccarlar ve sanayiciler önce kendi aralarında tartışacak, sonra bir araya gelecekler, son olarak da bulgular kamuoyuyla paylaşılacak. Soyer ve ekibi işçi ve çiftçileri ikna etmiş, hatta ilk buluşmalar gerçekleşmiş. Ama sanayiciler ve tüccarlar konusunda epey zorlanmışlar.

        “TÜSİAD, ticaret odaları, girişimciler vs. hepsi bir rotaya girmiş durumdalar,” diye anlatıyor. “Ben CHP’li bir belediye başkanı olarak onları getirmek için çok uğraştım, beş sene sonra iktidarda kim olacağının belli olmadığını ama bunun tarihsel bir sorumluluk olduğunu, parçaları olmaları gerektiğini anlattım. Çok şükür ikna ettim.”

        Sekiz aylık bir süreç İktisat Kongresi ve sonunda tarihe kalıcı bir rapor bırakılması hedefleniyor. Bill Gates’ten Elon Musk’a, Yuval Noah Harrari’ye kadar pek çok konuşmacı da davet edildi ama henüz hangilerinin katılacağı, ya da herhangi birinin katılıp katılmayacağı belli değil. Soyer’in bu projeden çok heyecanlı olduğu ortada. İlk İktisat Kongresi’nin tutaklarını uzun süre okumuş ve etkilenmiş. 100 yıl sonra kendi bıraktığı eserin de ileride dönüp dönüp bakılacak, gelecek kuşaklara ilham verecek, yol gösteren bir manifesto olmasını istiyor.

        Aslında benzer bir çalışmayı CHP yapmayı düşünmüş, ama haber olunca İzmir olarak bu görevi üstlenmeye Tunç Soyer talip olmuş. Üç ayda bir yüz yüze görüştüğü, belediye başkanlarının çalışmalarını çok yakından takip eden Kemal Kılıçdaroğlu’nu ikna etmiş. Sonra partinin diğer kadrolarına da projeyi anlatmış, olur aldıktan sonra da harekete geçmiş. İktisat Kongresi fikri böyle doğdu.

        SENEYE GÜNDEMDE

        “Bütün bunları koltuk için yapmıyorum,” diyor. “Hiç umurumda değil bir daha seçilmek. Ben bu koltukların nöbet olduğunu bilerek görev yaptım. Beni tekrar aday gösterirlerse seçilirsem canla başla devam ederim. Ama göstermezlerse de eyvallah derim.”

        Soyer haftada bir gün üç-dört saatliğine ziyaret ettiği Ulamış’taki zeytinliğinde gördüğü kızlarıyla görevi bıraksa nasıl bir hayat yaşayacağını konuşuyor. “Bir dahaki dönem olmasa o kadar güzel olur, beraber yapacak o kadar çok şey var ki,” diyor. “Ama olursa da ne güzel çalışmaya devam ederim. Hiç bırakmayacakmışım ama yarın da bırakacakmışım gibi çalışıyorum.”

        Bir belediye başkanının gündelik işlerinin ötesinde Türkiye’nin geleceğine dair fikir üretmesi başlı başına siyasi bir iddia. Gerçi bu siyasi iddia Türkiye gibi yerlerde koltuk getirmez; tam da bu yüzden Soyer sanki bir İskandinav şehrini yönetiyormuş olmanın rahatlığıyla davranıyormuş gibi görülebilir. “63 yaşındayım, hep çok okudum, hep çok merak ettim,” diyor. “Türkiye hakkında bir şeyler söyleme iddiam hep vardı.”

        Altılı masa muhalefetinin onca kriz sırasında somut hiçbir çözüm üretmediği, kamuoyuyla kurtuluş reçetesi paylaşmadığı bir ortamda İktidar Kongresi’nin sonuçları siyasi tartışmada belirleyici olabilir. Seçim yılında planlanmış bir hamle mi, yoksa denk mi düştü—orası önemli değil ama 9 Eylül konseriyle kendisi belli bir yere konumlandıran Soyer’i Türkiye’nin gündemine taşıyacağı net. Hesaplanmamış dahi olsa da zeki ve ustaca bir hamle.

        "İzmir'in mülteci tepkisi ırkçı veya faşist değildir"

        "İzmir'in mülteci tepkisi ırkçı veya faşist değildir"
        0:00 / 0:00

        İzmirlinin en büyük problemi trafikse diğer şikayet ettiği konu da mülteci göçü. “İzmirlininki çok haklı bir tepki, ırkçı veya faşist değil ama haklı,” diyor Soyer. “İnsanları gelecekleriyle ilgili hiçbir çözüm önermeden getiriyorsunuz, bir plan dahilinde yürüttüğünüz bir çalışma yok, tamamen başıbozuk bir düzen hakim. Bu topraklarda hep büyük göç hareketlerinin yaşanmış ama bu en kötü yönetilenlerden biri.”

        İzmir’e sadece mülteci akını yok, aynı zamanda İstanbullular da gelmek istiyor. Yıllar önce Alaçatı bu sayede keşfedildi, patladı ve mahvedildi. İzmirlinin İstanbulluya tepkisi ta o yıllarda, bu küçücük kasabada bile gözle görünürdü. Şimdi daha fazla insan çeşitli sebeplerden dolayı İstanbul’u bırakıp İzmir’e ve ilçelerine taşınmaya başladı.

        Soyer hiç Çeşme’ye gelmiyormuş; bu kadar kıymetli bir kasabayı başıboş bırakmasına şaşırdım. “Biraz gelseniz aslında, varlığınızı ilçe üzerinde de gösterseniz iyi olur,”dediğimde “Yapma ya,” diye tepki veriyor. Çeşme ve Alaçatı altyapı eksikliği ve beceriksiz yerel yönetimlerin altında mahvedildi. Şimdi bir de 200 otel, 180 tenis kort, bilmem kaç tane golf sahasının olduğu dev bir Çeşme projesi tehdidi var. Soyer “Onu durdurduk,” diyor ama durum tam olarak böyle değil. Seçime kadar bu pingpong topu bakanlık, belediye, mahkeme arasında gidip gelecek gibi. Bu durum İzmir’i yönetmeyi ve İzmir’de yaşamayı daha da zorlaştıracak.

        İZMİR’E GEÇ OLMADAN GELİN

        Tunç Soyer yine de insanları İzmir’e davet ediyor. “İzmir’e gelin,” diyor. “Bu şehir yüzlerce yıl boyunca bu coğrafyanın en önemli kentlerinden biri olmuştur. Son 200-250 yıldır kan kaybediyor, ama bu bitecek. Biz İzmir’e iade-i itibar edeceğiz. O yüzden geç kalmayın, bir an önce gelin. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Olacak. Şimdi değil ama olacak. Olduğu zaman geç kalmayın.”

        İzmir’in dışarıdan gelenlere vaat ettiği en önemli unsur özgürlük. “1900’lerin başını okursanız İzmir’de inanılmaz bir tablo var,” diye devam ediyor. “Bugünün Paris ve Viyana’sı gibi, hatta belki daha da ileride, yüksek kalitede yaşamın devam ettiği bir şehir. Onlarca sinema salonu, opera, tiyatro salonu, 17-18 farklı dilde çıkan gazete… Bu coğrafyada bu başarılmış, bu toprakların kökünde bu var.” Soyer’in hayalindeki de liman kenti olarak doğal olarak çok kültürlü, farklıklara ev sahipliği yapması gereken İzmir’in bu köküne dönmesi.

        “İzmir demokrasinin kalesidir,” diye özetliyor. “CHP’nin ya da şunun bunun kalesi değildir.” Açıkçası nedense tartışma yaratan 9 Eylül konuşmasında da ben bu duyarlılığın yansımasını gördüm.

        Diğer Yazılar