Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tanımayan biri beyaz saçlarına, kafasındaki beresine ve pala bıyığına bakarak onu Ege kasabasına taşınıp hala balıkçılık yapan eski bir solcu sanabilir. Oysa David Crosby sadece 68 kuşağının en önemli rock ozanlarından biri değildi; sükûneti seçip kendisini hayatın dinliğine teslim eden biri hiç değildi. Zor, kavgacı ve huysuzdu. Ve son ana kadar da huysuzluğunu bırakmadı.

        Dün ölüm haberini aldığımda o dönemi yaşamadığım, müziğine sonradan aşina olduğum, onunla büyümediğim halde nasıl bu kadar üzüldüğümü düşündüm. Hemen Ertuğrul Özkök’e haberi vermek için mesaj attım, çünkü en çok onun ve eşi Tansu’nun üzüleceğini biliyordum. Crosby, Stills, Nash (bazen de Young) ile büyüyen onlardı. Tansu şimdi torunlarına da onları dinletiyordu.

        Ben ise bir uçak yolculuğunda, ekonomi sınıfı koltuğunun arkasındaki küçücük ekranda onu yakından tanımış ve epey gecikmeli hayattaki duruşuna hayran kalmıştım. David Crosby tarihe damga vuran iki büyük rock grubunun (The Byrds ve CSNY) üyesi ve bugüne kadar yapılmış en iyi rock belgeseli “David Crosby: Remember My Name”in de öznesiydi.

        O uçak ekranında gözümü kırpmadan izlediğim belgesel. Crosby gazeteci ve yönetmen Cameron Crowe’un sorularına alışılmadık bir açık sözlülükle yanıt veriyor, filtrelemeden hayatını anlatıyor, kırdıklarını, parçaladıklarını, toparladıklarını, toparlayamadıklarını teker teker önümüze seriyordu. En yakın arkadaşları artık onunla konuşmuyor, adını dahi duymak istemiyorlardı. En çok ölümden korkuyordu ama defalarca ölümle burun buruna gelmişti.

        Hiçbir zaman iyi çocuk olmamıştı. Dennis Hopper en meşhur rolü “Easy Rider”daki karakterini bıyığına kadar ondan esinlenerek oynamıştı. Crosby’nin ot ve psikedeliklerle başladığı “beynini açma” serüveni “acıyı bastırmak” için kokain ve eroin bağımlılığına dönüşmüş, defalarca uyuşturucudan ve kaçak silahtan hapse girmiş, defalarca tedavi olmuş, hiç uslanmamış, bunun karşılığında da vücuduna epey zarar vermişti. Bir de hayatına giren çıkan insanlara tabii ki.

        Bilmeyen, tanımayan biri onun rezil bir yaratık olduğunu düşünebilir ama kendi geçmişiyle yüzleşme dürüstlüğü, en ufak bir kendisini aklama çabası göstermeyişi hayranlık uyandırıcıydı. Daha da önemlisi hiçbir zaman steril bir rock’çı olmadı. Rock’ın kötü çocuk rolünü oynarken dünyayı değiştirebilme umudunu da hep taşıdı. Hep ama hep devrimci ve isyankardı.

        Ve belli ki yaralı biriydi Crosby. Kız arkadaşını trafik kazasında kaybettikten sonra kendisini toparlayamadı. Hayatındaki acıları kardeşinin intiharıyla sürdü. Melissa Etheridge ve eşinin onun spermlerinden olan oğulları 21 yaşında ağrı kesici bağımlılığından hayatını kaybetti.

        Dün oturdum belgeseli yeniden izledim, CSNY şarkıları dinledim ve geç de olsa o huysuz ihtiyarı keşfettiğim için çok mutlu oldum.

        ***

        Ünlüler artık kaçar kaçar ölüyor

        Şöhretli birinin ölümünün ardından hemen iki kişinin daha öleceği Amerikan popüler kültüründe yaygın bir batıl inanç. Bu iş 2009’daki “ölüm yazı” sırasında doruğa çıkmıştı: Aynı hafta Ed McMahon, Farrah Fawcett ve Michael Jackson öldü. O günden beri de ölümleri üçer üçer değerlendirmek moda oldu. Geçen yıl Halit Kıvanç, Billur Kalkavan ve Bülend Özveren’in arka arkaya hayatını kaybetmesi gibi. Üç ünlü arka arkaya ölüyor ama ne kadar ünlü, hangi kategoride, “arka arkaya” ne demek, aynı hafta mı, aynı gün mü, aynı ay mı…

        Geçen senenin sonunda ve bu senenin başında bu üçlü ezberi bozulmaya başladı. Hatta artık ünlüler için üçer-beşer ölüyorlar demek daha doğru.

        Geçen yıl arka arkaya ölenler: Pelé, Vivienne Westwood, Barbara Walters ve Papa Benedikt.

        Bu yılın peş peşe gelen en çarpıcı ölümleri: Jeff Beck, Lisa Marie Presley, Tatjana Patitz, Gina Lollobrigida ve David Crosby.

        Diğer Yazılar