Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Paris

        Fransa’da grev ve protesto hayatın doğal akışının bir parçası, ama bugüne kadar etkisini bizzat yaşamamıştım. Okullar kapalı, benzin istasyonları çalışmıyor, trenler aksıyor, uçaklar ya rötarlı ya da iptal oluyor. Cumartesi günü ülke bazında yine büyük katılımlı protesto bekleniyor. Paris sokakları da normale oranla daha boş, cafe’ler daha sakin. Yine turistler var, Louvre’ın önündeki kuyruk uzun ama eskisi gibi değil. Sendikalar hayatı durma noktasına getirene kadar direnmeye kararlı. Hayat tam olarak durmadığı için önümüzdeki günlerde inatlaşmanın süreceğini tahmin etmek mümkün.

        Hükümetle Fransa halkını karşı karşıya getiren temel konu emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkarılması. Cumhurbaşkanı Macron’un seçim vaatlerinden biri buydu. İnsanlar artık daha uzun yaşıyor, dolayısıyla uzun vadede erken emekliliğin ekonominin sırtına yük olabilme ihtimali var. Macron ayrıca emeklilikte özel statüyü de kaldırmak istiyor. Örneğin eskiden trenlerin işlemesi için kömür atan ve doğal olarak ağır şartlarda çalışan demiryolu işçileri daha erken emekli olabiliyordu. Ama şimdi aynı demiryolu işçileri trenlerin yürümesi için sadece birer düğmeye basıyor. Macron’un paketinde herkes aynı şartlarda emekli olacak. Protestolarda en çok bağıranlar ve grevin en fazla ulaştırma sektöründe etkisini göstermesi şaşırtıcı değil.

        POPÜLİST BİR VAAT

        Araştırmalara göre Fransız halkının çoğunluğu bu değişikliğe karşı, hatta birçoğu daha da erken emekli olmak istiyor ve geride kalan kaliteli 12 yılı—insanın hastalıkla ve yaşlılığın etkisiyle boğuşmayacağı süre olarak hesaplanıyor—en iyi şekilde geçirme peşinde.

        Fransızlar gelişmiş başka ülkelerin aksine çalışmayı hayatın merkezine koyan bir millet değil. Entelektüel gelişim ve yaşamdan tat almayı daha fazla önemsiyorlar. Burası hala dünyada en çok kitap okunan, televizyonlarda prime time’da entelektüel tartışmaların yapıldığı ülkelerden biri.

        Macron ise seçimden önce açık açık emeklilik reformunu vaat edip, seçimi de kazandığı için bu değişikliğe halkın onay verdiğini iddia ediyor. Buna karşılık iki turlu sistemde aşırı sağ iktidara gelmesin diye Macron’un seçildiğini söyleyenler var. Geçmişte bir başbakan emeklilik yasasının birkaç hükümeti devirecek kadar tehlikeli bir konu olduğunu söylemişti. Eğer Fransa’daki inatlaşma sürerse Macron’un şimdi görev yaptığı ikinci dönemi de elinin kolunun bağlandığı bir iktidar olacak.

        Fransa’da şu anda erken emekliliği gerektirecek bir bütçe açığı yok, belki ileride olabilir. Tam da bu yüzden hükümet şimdiden önlem almak istiyor; zaten emeklilikle ilgili atılacak olumlu-olumsuz her adımın sonucu uzun vadede alınacak. Bunu Türkiye’de de sık sık tartışılan ve seçim vaadi olarak sunulan emeklilik yaşı değişiklerinden anlayabiliriz.

        Emeklilik yaşı sadece Fransa’nın konusu değil, Avrupa ve ABD’den çok daha erken emekli olunan Türkiye’de de bu seçime gidilirken iktidarın ve muhalefetin vaatlerinden biri. Muhalefetin baskısıyla iktidar emeklilikte yaşa takılanlar meselesini seçim yatırımı olarak hayata geçirdi. Her iki Cumhurbaşkanı adayı da bundan dolayı oy bekliyor.

        Genç nüfusa sahip Türkiye’de sigortalılığın başlangıcına göre 55 yaşında bile emekli olmak mümkün. Çok destek bulan EYT’ye göre kadınlarda 48, erkeklerde 50 yaşında emekli olmak mümkün. İnsanların ömrünün uzadığı, 50’nin yeni orta yaş sayıldığı bir dünyada aktif hayattan çekilmeyi anlamak zor. Popülist olan ve halkın talep ettiği her zaman doğru değildir.

        Avrupa’nın pek çok yerinde, çalışkanlıklarıyla tanınmayan İtalya (66-67), Yunanistan (67), İspanya (65 artı üç ay) gibi Akdeniz ülkelerinde bile emeklilik yaşı Fransa’dan ve Türkiye’den yukarıda. Fransa’nın en büyük rakibi Almanya’da emeklilik yaşı 66 ve 67. Türkiye bu kadar zengin bir ülke değil.

        DEMİREL’İN MİRASI

        Erken yaşta emekli olacak insanlara ödenecek para yeteri kadar zengin olmayan Türkiye’nin bütçesine fazladan bir yük olduğu gibi uzun vadeli başka sonuçları da var. Türkiye’de emeklilik çoğu zaman aktif hayattan çekilip eve kapanmaya yol açıyor. Fransa’da olduğu gibi kaliteli bir 12 yıl ya da entelektüel gelişim gibi bir argüman da Türkler için söz konusu değil. Çalışma hayatından erken ayrılmak insanı âtıl kıldığı gibi bu hareketsizlik yine devlete yük olabilecek sağlık sorunlarına da yol açıyor. Yapacak işi olmayan emekliliklerin ve yaşlıların sürekli doktora veya bankaya gittiğini kendi etrafınızdan da gözlemlemişsinizdir herhalde.

        Emeklilik yaşı seçim kazanmak için siyasi partilerin bol keseden dağıttıkları bir vaat. Ekonomiye sonuçları hissedilmeye başladığından epey bir zaman geçmiş oluyor, bedelini de başka hükümetler ödüyor. Geçmişte Süleyman Demirel tam üç kere düşürdü emeklilik yaşını. 1968’de 38-43’e kadar düşmüştü hatta. 1992’de yaptığı değişiklikle yaş şartı aranmaksızın kadınlarda 20, erkeklerde 25 yılı dolduranlar emekli olabildi. Bu da kurnaz ailelerin çocuklarını doğar doğmaz sigortalandırmasının önünü açtı. Bu sayede Türkiye’de emekli sayısı pek çok Avrupa ülkesinin toplam nüfusunu bile geçti. Bugün Demirel diye birisi yok, pek çok kişi Türk tarihine damga vurmuş bu ismi bile hatırlamıyor. Ama Türkiye hala ekonomik olarak güçlü bir ülke değil, hala gelişmiş değil ve hala emeklilik yaşı bir seçim vaadi. Fransa’daki grevi takip ederken bir yandan da Türkiye’yi düşünmemek mümkün değil.

        İki ölüm iki haber

        İki ölüm iki haber
        0:00 / 0:00

        Hamiş de bu dünyadan gitti ve bir kez daha renklerimiz siyah beyaza dönme yolunda hızlı adımlar atmaya başladı. Renkli çok klişe bir tabirdir insanları tarif etmek için. Ama içimizdeki karanlığa karşı sakallarını maviye boyayarak yıllarca Hürriyet binasında dolaşan Hami Çağdaş gerçek anlamda renkliydi.

        Eğer Türkiye’de kültür-sanat dünyasında bir gay mafyadan söz edilecekse Hamiş belki de bu gizli topluluğun en güçlü ama en bilinmeyen başkanıydı. Yıllarca Gösteri dergisini yönetti, herkesi tanıdı, herkesin sırdaşı oldu ama kendisi hiç tanınmadı. Batı’da hakkında belgesel yapılacak bir gazeteciydi, birkaç anı kitabı yazsa çoktan milyarder olmuştu. Ama sırlarıyla aramızdan ayrıldı.

        Ve bana kattıklarıyla. Zaman zaman sohbetlerimizde 80’li yıllar kültür-sanat dünyasından muazzam anılarını aktarır, ama mutlaka sonsuz bilgisiyle insanın ufkunu açacak bir konuda dinleyenin ağzını açık bırakırdı. İlber Ortaylı’yı televizyondan izleyenler Hamiş’i hiç tanımadı ne yazık ki.

        Girmediği sokak, bilmediği şehir yoktu. Anadolu’da bir tiyatronun ön sırasında, kütür bakanıyla aynı sofrada, İstanbul’da bir batakhanede, Beyoğlu’nda bir meyhanede hep vardı ve bitmek bilmeyen yaşam enerjisiyle her yere yetişirdi. Çoğu zaman yanında mutlaka bir “chaperone” da olurdu.

        Doğan Hızlan her sabah ona telefon açar, bir gece öncenin raporunu alırdı. Anne-babasına hesap veren bir çocuk gibi Hamiş de yaptıklarını biraz eksilterek anlatırdı. Yalan söylememeyi ama sorulursa eksik anlatmayı ondan öğrendim ben, anne-babasından gizli hayatı olan bütün çocuklara tavsiye ederim. Hızlan merak ederdi çünkü Hamiş onun yaşayamadığı hayatı köküne kadar yaşardı, sokakları altına üstüne getirirdi. Türkiye’nin kültür-sanat dünyası kadar kaldırım tarihine en fazla hakim olan insandı. Onu çok ama çok özleyeceğim.

        *

        Bir başka kayıp Sabah gazetesinde yıllarca başyazıları kaleme alan Güngör Mengi. Hiç tanımadım, açıkçası hiç okumadım da ama gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda Tuğrul Eryılmaz onu okur ve ciddiye alırdı. Benim gibi Sabah gazetesinden nefret eden biri elbette “Sabah diyor ki…” diye bir köşeyi okuyamazdı. Ama önyargılardan sıyrıldığımızda Mengi bu ülkede hep makulün sesi oldu. Aynı zamanda o da büyük sırları olan, bir dönemin de tanığıydı. İzmir’den İstanbul’a gelen “Avustralyalılar” devriminin en önemli üyesiydi. Anılarını okumak isterdim.

        Haftalardır hakkında etraflıca bir yazı bekliyorum, ama neredeyse ölümü görmezden gelindi. Bu adam bir-iki paragraflık haberle geçiştirilecek kadar önemsiz miydi? O kadar önemsizse neden 40 yıl boyunca baş yazar olarak herkes önünde ceket ilikledi?

        En yakın çalışanlar bile onun mirası ve gazeteciliği hakkında kapsamlı bir yazı kaleme almadı. Bir-iki anekdot bile yeter halbuki. Adeta arada kaynadı Mengi’nin ölümü. Demek ki bu medyada ölmeyeceksin. Demek ki bu medyada hiç kimse vazgeçilmez değil.

        Mengi’nin cenaze töreninden iki ayrıntı dikkatimi çekti: İzmir’deki törende çocuklarıyla eşi Ruhat Mengi ayrı yerlerde duruyorlardı. İstanbul’daki törende ise herkesin atladığı bir başka buluşma oldu. Sezar ve Brütüs yan yana gelmişti.

        Sanırım kamuoyu karşısında ilk kez birlikte poz veriyor dönemin Sabah gazetesinin iki büyük ismi. Öğrendiğime göre bir süredir görüşüyorlarmış, oysa onları en son birbirlerinden nefret ederek bırakmıştık. Sezar daha 30 yaşındayken Brütüs’e en büyük koltuğu vermiş, birlikte aklın hayal edemeyeceği kadar çok para kazanmışlardı. Aynı zamanda da muazzam bir güç odağına dönüşmüşler, ülkeyi bile yönetecek duruma geldiler.

        “Et tu, Brute?” bu ikisi için de gerçek oldu ama. Brütüs en zor zamanında onu yüzüstü bıraktı, en büyük rakibiyle saf tuttu ve birbirlerinden haklı olarak nefret etmeye başladılar. Sezar hapse girdi, Brütüs patron oldu.

        Şimdi bir cenazede yan yana sohbet ederken fotoğraf veriyorlar. Demek ki bu medyada küslük de olmuyor.

        Diğer Yazılar