Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ramazan ayı içinde olduğumuza dair ilk işaret İstanbul Havalimanı’na iner inmez gelen yolcu katından gördüğüm giden yolcu katındaki mahyayı andıran ışıklı mesaj oldu. Bir de az ileride bir Arap ülkesinden gelen ihramlı kalabalık bir yolcu grubu çıkış kapısında bekliyordu. Şehre indiğimde, sokaklara çıktığımdaysa “Nerede o eski Ramazanlar,” diyecek bir noktaya geldim. Karaköy Sahili’nden Süleymaniye ve Yeni Cami’ye baktığımda bile mahyalar gözüme yeteri kadar büyük gözükmedi. Kısıtlı bir bölgeden, sınırlı bir zamanda gözlemlediğim. Gezdiğim sokaklar, dolaştığım mahalleler elbette Türkiye genelinden farklı, bütünü yansıtacak kadar temsili örnekler değil. Ama buralarda bile geçmiş yıllara kıyaslandığında bir değişim görmek mümkün.

        Asmalı Cavit böyle bir Ramazan ayı görmediğini söylüyor. Geçmiş yıllarda en azından ilk hafta işler azalırmış ama bu herhangi bir düşüş olmadığı gibi işler artmış bile. Bütün meyhaneler tıklım tıklım. Eski Cumhurbaşkanı’nın danışmanı Ahmet Sever bu aralar Okay Gönensin’den kalan masada, Yakup 2’de dostlarıyla. Yeni muhalif Şirin Payzın ise TİP milletvekili Ahmet Şık’ın işlettiği müşterinin müdavimlerinden. Bir başka milletvekili, Sezgin Tanrıkulu’nun oğlunun da meyhane işlettiğini önünden geçerken söylediler. Orası da çok kalabalıktı.

        MUHAFAZAKAR MAYA TUTMUYOR

        Pazar gecesi iftar saatinde Karaköy Lokantası’na gittiğimde bir saate yakın masa bekledik. Rezervasyonsuz gittik, çünkü özellikle iftar saatinde, hele hele ertesi gün mesai varken mekanın boş olacağını düşündük. Normal şartlarda sakin olur Pazar geceleri Karaköy Lokantası. İlk kez bu kadar kalabalık gördüm. Epey bir yabancı müşteri olmasına rağmen bir o kadar da Türk yemek yiyordu ve hemen her masada içki içiliyordu.

        Çıkışta ara sokakta berbat bir barda Mustafa Sandal’ın “Aya Benzer” şarkısı ortalığı inletiyordu ve herkes deli gibi dans ediyordu. Neon ışıkların yansıdığı camdan içeriye baktım ve her masada içki vardı. Kapının önünde orta yaşlı ve başörtülü bir kadın, kendinden daha genç bir kadın arkadaşıyla yerinden kalkmadan “çılgınca” diye tarif edebileceğim bir coşkuyla şarkıya eşlik ediyordu.

        İftardan sonra Sultanahmet’te ya da Eyüp’te çay bahçelerinde toplanan muhafazakar insanların eğlendiğini, orucun yorgunluğunu attığını ve Ramazan’ın coşkusunu kutladığını gördüm. Bir keresinde Bülent Ersoy’un ilahliler seslendirdiği bir konserine bile gittim. İkinci bölüme geçilirken diva “Önce Allah dedik, şimdi Yallah,” deyip coşturmaya başlamıştı.

        Anladığım kadarıyla şimdi İstanbul sadece “Yallah” diyor. Daha önce tanık olduğum hiçbir Ramazan eğlencesine benzemiyor gördüklerim.

        Doğrusu ben de beni nasıl bir İstanbul’un beklediğini bilmiyordum. Ben bıraktığımdan beri Türkiye daha az muhafazakarlaşmamıştı, aksine görünür muhafazakarlık oranı daha da artmıştı. Örneğin Taksim’e cami yapıldı, kamusal alanda başörtülü sayısı arttı ve daha görünür oldu, Eski Türkiye’de yadırganan dini siyaset söylemi normalleşti.

        Ama birtakım araştırmaların gösterdiği bulgular da sokağa yansımış işte: dindar ailelerin çocuklarının dinden kopması, deizmin yükselmesi, genç kuşağın kendilerini dini kimlikle tanımlamaması.

        Kısa süre öncesine kadar Beyaz Türk mahallelerinde bile Ramazan’ın etkisini hissetmek mümkündü. Bundan 12 sene kadar önce Bağdat Caddesi’nde içkili tek bir kebapçı bulamadığımızı hatırlıyorum. Şimdi içkisiz mekan bulmak mümkün değil. Restoran mönülerinde çok fazla domuz eti ürünü görüyorum ve bu tabakları sadece yabancı müşteriler sipariş etmiyor.

        İçki ya da domuz eti tek başına modernliğin ya da seküler yaşam tarzının simgesi değil. Ama yaygınlaşmaları birer simge olarak toplu bir değişimin bir işareti olarak yorumlanabilir.

        Sınıf farkı olmaksızın üstelik. Daha evvelden hatırladığım bir mekan açık olsa bile çalışanlarının çoğunluğunun oruçlu olduğuydu. Şimdi bir restoranda çok az kişi oruç tutuyor. Gittiğim yerlerde özellikle gözlemledim. Fazla baskı ters tepti.

        Muhafazakarlık mayasının artık tutmadığının AK Parti de farkında. Dikkat ederseniz seçim kampanyasında dini motifler ve muhafazakar söylem yok. Aksine TOGG, drone’lar, doğal gaz, büyüme, savaş gemileri ve tankları üzerine bir kampanya yürütülüyor. Din değil büyüyen ülke mesajı veriliyor, çünkü seçmendeki değişimin iktidar da farkında.

        TAKSİCİ NE DİYOR

        Bir taksicinin yorumunu almadan yabancı gazeteci gibi kendi şehrimde gözlem yapmam imkansızdı. Ancak daha imkansız olan taksi bulmaktı, bunu başardım ve küçük bir sohbet gerçekleştirdim. “Gitmek zorunda dedi,” şoför. “Tüm gücümüzle Kılıçdaroğlu’na yükleneceğiz.” Ancak bunu başkalarından da rastladığım belli bir tedirginlik içinde söyledi.

        Sokakta hiç kimse “Kesin gidiyorlar,” demiyor. Ama taksi şoföründen mağaza çalışanına veya metroda yanıma düşen genç mimara kadar hemen herkes “Gitmek zorunda,” diyor. “Eğer şimdi de gitmezlerse ne yapacağız bilmiyorum.” Bu tedirginliği Millet İttifakı ne kadar duyuyor, bilmiyorum. Hemen hiç kimse Muharrem İnce de demiyor, aksine onun hakkında fısıltı gazetesinin ürettiği türlü komplo teorilerini duyuyorum. Herkes ağız birliği etmişçesine onu Saray’la özdeşleştiriyor.

        2019’da hemen hiç kimse büyük şehirlerin muhalefete geçeceğine inanmıyordu. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu bunu söylediğinde gülenler bile olmuştu. Sonuç muhalefete büyük moral verdi. Şimdiki ruh hali biraz daha farklı: sokakta umut var ama kolay olmayacağını biliyorlar.

        Saadet Partisi seçmeni gerçekten dediğini yapacak mı

        Saadet Partisi seçmeni gerçekten dediğini yapacak mı
        0:00 / 0:00

        Bu soru ittifak kurulduğundan beri gerek CHP seçmeni arasında gerekse de Saadet Partililer’ce ciddi ciddi tartışılıyor. Benzer sorular DEVA ve Gelecek Partisi seçmeni için de geçerli, ama bu partiler yeni kurulduğu ve tabanları tam tanımlanmadığı için o kadar hayati değil. Dahası, muhalefet ittifakının diğer partilerinin seçmeni bu kadar dindar, partiler de o Saadet kadar muhafazakar değil.

        Saadet Partisi’nin Kemal Kılıçdaroğlu’na tepede verdiği desteğin tabanda karşılık bulup bulmayacağı sorusu birkaç açıdan önemli. Öncelikle seçimin kazanılması için bu destek şart, ama daha da önemlisi Türkiye’deki sosyolojik gerçeklerde bir kayma olup olmadığını görmek açısından. Herkesin etrafında dolandığı soruyu doğrudan sorayım: Saadet seçmeni Alevi bir adaya oy verecek mi?

        Dün bu soruyu Saadet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi ve Kocaeli milletvekili adayı Hasan Bitmez’e sordum. Bana lafı hiç dolandırmadan bir süre öncesine kadar yaptıkları araştırmalarda kendi seçmenlerinde böyle bir tereddüdün olduğunu söyledi. Ancak Temel Karamollaoğlu’nun kararlı bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun arkasında durmasının tabanlarını ikna ettiğini, bu tereddüdün ortadan ciddi ölçüde kalktığını söyledi.

        ANKET SONUCU

        Saadet Partisi sık sık kendi seçmeninin nabzını tutan araştırmalar yaptırıyor, hatta bugün bir tane de MetroPoll’den gelecekmiş. Ancak en son ellerindeki veriye göre 2018’de tohumlar atılan ittifak sürecinden beri bugüne gelinen noktada Saadet Partisi seçmeninin yüzde 88.9’u birinci turda Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vereceğini söylüyor. Yüzde 11.1 ise kararsız. Bu oran seçim ikinci tura kalındığında da aynı, ancak kararsızların oranı 4.4’e düşüyor.

        Bu rakamlar Saadet seçmenin parti kararına sadık olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda seçime doğru özellikle muhafazakar seçmen üzerinde işlenmesi gereken Sünni-Alevi çatışmasının da pek karşılığı olmayacağını. Saadet Partisi, tabanlarında Kılıçdaroğlu’na tepki varmış gibi gösterenlerin kendilerinden kopup iktidar saflarına katılanlar olduğunu söylüyor. Tıpkı Ecevit-Erbakan koalisyonunda olduğu gibi geçmiş kırgınlıkların ve çatışmaların bir kenara bırakılarak ileriye bakılacağına inanıyorlar.

        Diğer Yazılar