Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri FETÖ’nün yargıyı ele geçirmeye başladığı 12 Eylül 2010 referandumu. Bir diğeri 7 Şubat 2012’deki MİT kumpası. Bu iki parantez FETÖ’nün devlet içinde aşırı güçlenip bu gücün sorgulanmaya başladığı aralığa işaret ediyor. Birinde yargıyı ele geçirmeye kalktılar, diğerinde de bu güçle rejimi devirmeye yönelik ilk darbe girişiminde bulundular. Bugün CHP milletvekili adayı olan ve adının etrafında tartışmalar dönen Sadullah Ergin bu iki olay sırasında da Adalet Bakanı olarak görev yapıyordu. Bugün milletvekili adayları arasında en fazla onun tepki çekmesi boşa değil.

        2011 yılı aynı zamanda Türkiye’de hapiste 100’den fazla gazetecinin olduğu, FETÖ’nün ordusunun yayımlanmamış kitaplar için gazeteleri bastığı, dokunanın yandığı bir dönem olarak da biliniyor. (Ergin o sene Mart-Temmuz arasında görevi başkasına devretti, ancak sonra yeniden atandı.) Ergenekon-Balyoz kumpasları sırasında da, yargının terör örgütü tarafından bir silah olarak kullanıldığı bir dönemin de Adalet Bakanı o.

        Kumpasla hapse attırılan bir asker yakınının bana Adalet Bakanı’yla görüşmek istediğini anlatmıştı. Davanın detaylarını anlatsa onu ikna edebileceğini düşünüyor ama bir türlü randevu alamıyordu. “Tek başına Adalet Bakanı ne yapabilir ki?” demiştim de saflığımla dalga geçercesine suratıma bakmıştı. Kendisine yönelik eleştiriler karşısında bugün Ergin’in yanıtı da aynı: “Tek başına Adalet Bakanı ne yapabilir?”

        TEPKİLER HAKSIZ DEĞİL

        Sadullah Ergin en azından dinleyebilirdi. İş adamı Osman Kavala o aralar Balyoz davasındaki delilleri ve istikrarsızlıkları anlatmak için sivil toplum ve medyadan insanları Cezayir Lokantası’nda toplayıp Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın sunum yaptığı bir toplantı düzenledi. Kavala bu davalar hakkında sık sık yazan, yasadışı dinlemeleri savunan yakın arkadaşı Hasan Cemal’i arayıp bu toplantıya davet ettiğinde “Aman beni hiç bulaştırma,” yanıtını aldı. Hakkında yazılan kitabın açılışı bile “Öteki tarafa da sorun,” olan Hasan Cemal dinlememeyi tercih etti.

        Dinleyen Osman Kavala şimdi hapiste. Dinlemeyen Hasan Cemal ise Meclis yolunda, hatta en yaşlı üye sıfatıyla Meclis’in açılışını yapması beklenmiyor. (Gazeteciliği bıraktığını açıklamış bu arada, oysa gazetecilik onu çoktan bırakmıştı.) O dönem dinlemeyenlerden biri de Sadullah Ergin’di.

        CHP o dönem FETÖ’nün kumpas davalarının mağdurlarını dinliyor, pek çok milletvekili bu konunun takipçisi oluyordu. Bugün onların yerine Ergin hem de partinin en kuvvetli olduğu Çankaya’dan aday gösteriliyor. Adeta bir ironi.

        Bu yüzden de kıyamet kopuyor. Bu tepkileri hafife almamak gerek, çünkü Ergin’in adaylığı Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın zamanda yaşadığı büyük travmaları yeniden hatırlatıyor. Ergenekon’la başlayıp 15 Temmuz darbe girişimine uzanan bir süreçte hesaplaşılması muhalefet ya da iktidar meselesi değil, Türkiye’nin çoğunluğunun üzerinde uzlaştığı bir konu. Hedef alınan sadece Erdoğan iktidarı değildi, FETÖ bütün ülkeyi ele geçirmek istiyordu.

        CHP, DEVA ve Sadullah Ergin’in bu tepkileri ciddiye alması ve kamuoyunun kafasındaki soru işaretlerini gidermesi şart. Bazen algı gerçekliğin önüne geçebilir. Şu anda da Ergin belki de sahiden hiçbir rolü olmadığı halde tek başına bu tepkilerin hedefi.

        “FETÖ’YLE İLGİSİ YOK”

        Bu işin bu noktaya varacağı çok belliydi. DEVA Partisi’ne yakın ve bir tanıdığım Ergin’in bir süre önce kurucusu olduğu partiye gölge düşmesin diye kendisini geriye çektiğini aktardı bana. Onun adına karşı yaptığı görevden dolayı önyargılı olan pek çok kişi olduğunun kendisi de farkındaydı. Bu stratejinin işe yaradığı da söylenebilir, ta ki adaylığa kadar.

        Güvendiğim kaynağım Sadullah Ergin’in FETÖ’yle hiçbir ilişkisi olmadığını, o dönemki siyasi ortamda kendisine verilen görevi yaptığını söyledi. Süreci bizzat Ergin’in kendisinden dinlediğini ve ikna olduğunu söyledi. Defalarca bana “Sadullah Ergin’in FETÖ’yle ilgisi yok,” dedi.

        Üçüncü bir ağızdan bunu duymak kamuoyunun endişelerini veya önyargılarını dindirmeye yetmiyor. Sadece verilen görevi yapan bir bürokratın süreçte hiçbir sorumluluğu olup olmadığı da apayrı bir etik tartışma; Hannah Arendt’in bu konuda yazdıklarını okuyarak başlayabiliriz.

        Bu fırtına kopmadan aylar önce ben de süreci Sadullah Ergin’in ağzından duymak istedim ve hakkındaki önyargılar hakkında ne dediğini merak ettim. Önceki gün bizzat Sadullah Ergin’e iki telefon numarasından ulaşmaya çalıştım ama bir yanıt alamadım. Ergin’in önceki gün Posta’da Murat Çelik’e yaptığı zayıf açıklamanın ötesinde bir beyanı da olmadı.

        Ne DEVA ne de Ergin’in bu aşamada sessiz kalarak konforlu bir pozisyonda fırtınanın dinmesini bekleme lüksü var. Ergin kendisini hiç kimseye ispat etmek zorunda olmadığını da düşünüyor olabilir, bu da anlaşılabilir bir durum. Belki zamanla taşların yerine oturacağına inanıyordur. Yine de milletin vekili olmaya talip bir siyasetçi seçmenin kafasındaki bütün kuşkuları gidermek, bütün soruları yanıtlamak mecburiyetindedir. Yoksa adaylıktan çekilmek gibi seçeneği de var.

        Air fryer kampanyası

        Air fryer kampanyası
        0:00 / 0:00

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun sadece reklamcı Akan Abdula’nın sözünü dinlediği Ankara’nın en bilinen sırrı. FutureBright Group isimli reklam ajansının sahibi Abdula sadece Türkiye’de başka ülkelerde de seçim kampanyası işleri arıyor. Kılıçdaroğlu’nun kolundaki bilezikten Selvi Kılıçdaroğlu’nun sosyal medyaya girmesine, mutfak videolarından TikTok’taki açıklamalara kadar bütün bunlar Abdula’nın fikri. Genel Başkan ona “dahi reklamcı” muamelesi yapıyor.

        Tek başına bir reklamcıdan medet umulması Türk siyasetinde yeni değil. Fransız reklamcı Jacques Séguéla zamanındaMesut Yılmaz’ı yeniden icat etmeye çalışmış ama çok başarılı olamamıştı. Ali Taran’ın reklam kampanyası ve döner-ekmekle Cem Uzan belli bir oy oranına ulaştı ama bir lider yaratamadı. Ürünün içi boştu ve şişirme kampanya ancak bir yere varabildi.

        Reklamcı ne yaparsa yapsın önemli olan ürünün iyi olması, ürün iyi olmadıktan sonra hiçbir kampanya onu tutturamaz. Coca-Cola’nın en büyük başarısızlığı Coke 2 bu konunun teyidi olarak okullarda ders olarak okutulur.

        Reklamcıyla reklamverenin uyumlu birlikteliği de kuşkusuz önemli. Pek çokları 80’lerde ortalığı kasıp kavuran Benetton’un başarısını Oliviero Toscani’ye atfeder. Ama Luciano Benetton’un vizyonu olmasaydı bu marka bu kadar başarılı olmaz, reklamlar da tek başına ses getirmezdi.

        Kemal Kılıçdaroğlu ve Akan Abdula arasında bir doku uyumu var gibi. En azından Kılıdçaroğlu o ne derse yapıyor.

        Şu ana kadar Abdula’nın amacı 75 yaşındaki Kılıçdaroğlu’nu gençlere pazarlamak. Fona “air fryer” konması da boşuna değil; bir anda sosyal medyada “air fryer” dolaşıma girmişti. Muharrem İnce’ye veya bir başkasına gidebilecek sosyal medya oylarının, gençlerin bu sayede Kılıçdaroğlu’nda kalması bekleniyor.

        Ancak siyasi kampanyalarda tarih kadar eski bir kural gözden kaçıyor gibi: Seçim kampanyası kararsız seçmeni ikna etmeye yönelik yapılır. CHP’nin reklamından şarkısına, videolarından sloganına kadar hitap ettiği kitle şimdilik sadece kendi seçmeni gibi gözüküyor. Sosyal medyadaki gençlerin etkisi haddinden fazla önemseniyor gibi.

        Bir de AK Parti’ye küskün kadınlar, depremden sonraki öfkenin temsilcisi olduğu için Muharrem İnce’ye kaçabilme ihtimali olan seçmen, iktidara küskün ve açıkta kalan merkez sağ oylar var… “Air fryer” daha mı önemli?

        15 Mayıs günü yanıtını öğrenmiş olacağız.

        Diğer Yazılar