Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Donald Trump gibi içinde hayli güçlü İslam düşmanı duygular besleyen bir insanın, Erdoğan gibi Müslümanlığını hayatının merkezi haline getirmiş bir kişiyle aynı yolda olduğunu söylemem birçoğunuzu şaşırtmış olmalı. Ama burada dediğim, düşüncelerindeki benzerlik değil, ikisinin de yeni bir siyaset anlayışının insanları olması.

        Yerleşik güçlü yapılara karşılar, yerleşik düzenlere tehdit oluşturuyorlar. Halkla yerleşik medya aracılığıyla değil direkt konuşmayı tercih ediyorlar. Onların duygularına çok iyi tercüman oluyorlar. Bu benzerlikler açısından ikisinde de ortak devrimci nüveler olduğunu söyleyebiliriz.

        Bugün başta ABD olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerde merkezi yerleşik yapılar çöküyor. Trump gibi poltikacılar, popülist söylemleriyle adeta çevreyi merkeze karşı isyana götürüyorlar. Aynen AK Parti’nin ilk iktidara geldiği yılda olduğu gibi.

        Merkezi siyaset, merkezdeki güçlü basını da yanına alarak bu yeni gücü bastırmayı denese de yeni lider halka direkt hitap ettiğinden ve onların duygularını, arzularını iyi anlayıp yönendirdiğinden yapılacak bir şey de olmuyor.

        Bugün Trump’ın ABD’de başarmakta olduğu budur. Merkezin siyasileri, basın elitleri ne yaparsa yapsınlar onu durduramıyorlar, her hamleleri aksine Trump’ı daha da yükseltiyor.

        AK PARTİ’NİN AÇTIĞI YOLDAN GİDİYORLAR

        Erdoğan’ın ustalığı, bu gerçeği çok önceden, yani AK Parti iktidara gelmeden önce görmüş olmasıdır ve onun yarattığı hareket böylece dünyada bir ilki oluşturmuştur. Bugün Trump gibi politikacılar aslında eskiden AK Parti’nin açtığı o yoldan gitmektedirler.

        AK Parti kurulduğunda merkezin elitleri bu hareketi önlemek ve sıradanlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak lider Erdoğan halka direkt konuşuyordu ve onların düşüncesini, arzusunu en iyi anlayıp dile getiren bir liderdi. Bu yüzden yükselişi çok hızlı oldu ve hâlâ sürüyor.

        Merkez ise şaşkın durumda, ne yapacağını bilemez haldedir ve hâlâ bir askeri tepki beklemesi bu zavallılığındandır. Merkezin partileri olan CHP ile MHP krizde ve çözülmektedir. AK Parti ise bunca yıldır iktidar yorgunu olmasına rağmen kendini yeniden zinde tutmanın eşiğindedir ve bunu başaracak gibi de görünüyor. Çok farklı sorunlarımız olmasına rağmen bugün ABD ile Türkiye’de temelde aynı olan süreçler yaşanmaktadır. Erdoğan’ın tarihte bir ilk olarak yıllar önce başardığı işi, bugün de Donald Trump sanki o deneyimi izleyip öğrenmiş gibi ABD’de yapmaktadır.

        Trump eğer iktidara gelirse seçim sürecindeki tüm anti Müslüman söylemlerini unutup Erdoğan’la güzel bir çalışma ilişkisi kuracağına da eminim. Çünkü temelde ikisi de aynı siyaset anlayışının temsilcileri ve dünya gerçekleriyle uğraşırlarken birbirlerini anlayacaklarını düşünüyorum.

        GEOFF DYER’DEN YENİ KİTAP

        İngilizce’nin hayattaki en büyük ustası yazar Geoff Dyer’dir. Bugüne kadar çıkmış olan kitaplarının hepsini birkaç kez okudum. Örneğin, caz ve caz sanatçıları üzerine yazdığı “But Beautiful”, bugüne kadar okuduğum en muhteşem kitaptır. Orada anlatılanlar ve anlatılış biçimleri beni neredeyse yerden yere vurmuştu okurken.

        Uzun zamandır yeni çalışmasını bekliyordum. Nihayet yeni çalışmanın haberi geldi. “White Sands: Experiences From the Outside World”, Dyer’in usta olduğu seyahat yazılarını da içeren denemeler kitabı. Bu kitabı hemen edinip yalnız kalmalıyım. Size de tavsiye ederim.

        HUNTER THOMPSON

        İş için sıkça Amerika’da bulunduğumdan, oradaki seçim kampanyasını mümkün olduğunca içinden izlemeye çalışıyorum. Bugünlerde bir büyük yazarı, Hunter Thompson’u çok özlediğimi söylemeliyim.

        “Gonzo” denilen, yani “olayları izlerken kendisini de aktif oyuncu olarak içine karıştırıp objektif gözlemlerle değil duygularıyla da yazan” yazarlık ekolünün kurucusu Hunter Thompson, eskiden özellikle Demokrat adayları kampanya sırasında takip edip notlarını Rolling Stone Dergisi’nde yazardı. Kendisi bunlarla meşhur oldu.

        “Fear and Loathing” adlı çalışmaları da bundan doğdu. Hunter Thompson biraz deli, biraz da esrarkeşti ve başı çok sık derde girerdi. Siyasi yazılarında bunları da anlattığından okunması çok keyif verirdi. Mad Gazetesi çizeri Ralph Steadman’la arkadaştı ve o da Thompson’un kitaplarını süsleyen eserler çizerdi.

        Thompson şu anda sahada olabilseydi Amerikan yarışının çok daha renkli geçeceği de kesindi.

        KOMEDYENLER

        Merkezi yapılar ile eski düzenlerin hegemonik yapılarının çökmekte olduğu Amerika ve Türkiye’de internet ve sosyal medya, yaratılan boşluğu doldurmak için devreye girdi. Amerika’da, ne yazık ki Türkiye’de fazla olmayan başka bir güç de devreye girmiş durumda. Bugün ABD’de halk artık siyaseti merkez medyadan değil komedyenlerden izlemeyi tercih etmeye başladı.

        Merkezi yapılara duyulan güvensizlik, merkez medyaya da yansıdı ve halk onlardan okuduğu haber ve yorumlara artık inanmıyor. Onun yerine asıl gerçeği komedyenlerden öğrenebileceğini düşünüyor.

        Stephen Colbert ve Jon Stewart’ın öne çıktığı siyasi komedi alanında her komedyenin stand-up şovu çok siyasi içerikli olmaya başladı ve halkın onlara tepkisi de çok olumlu.

        Siyasi mizahın bu şekilde devreye girmesiyle güncel siyasetin kabalıkları ve abartılarının uzun vadede biraz törpüleneceğini düşünüyorum. Darısı başımıza.

        CANNES MODA ŞOVU

        Moda dünyası, Cannes’a tabii ki ilgisiz kalmıyor. Bu yıl da kırmızı halının üstü adeta bir defileye dönüştü. Ben “Ya www.haberturk. tv sitemiz için öneririm ya da bu köşeye alırım” diyerek yüzlerce fotoğrafa tek tek baktım. Sonunda en beğendiğim Prada kıyafetiyle Adriana Lima oldu. Diğer güzel olanlar da vardı tabii, ama Adriana Lima’nın duruşu farklıydı doğrusu.

        Diğer Yazılar