Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        3 Kasım tarihinde ‘Kadın benliği ve sanat’ başlıklı bir yazı yazdım. Yazımda birçok batı toplumunda kadına karşı aktif bir düşmanlık yapılmasa dahi var olan sosyal normlar ve egemen erkek kültürü nedeniyle hiçbir sanat dalında kadının yaratıcı gücünü ortaya çıkarmasına imkan verilmediğini anlattım.

        Kendi içindeki yaratıcı potansiyelin gücünün farkında olan her kadın el attığı her sanat dalında, bu resim veya edebiyat da olabilir, sadece ‘kadına özgü’ diye tanımlanan konularla uğraşması istendiğinden yaratıcılıklarını bir türlü ortaya koyamıyorlardı.

        Örneğin Virginia Woolf eserleriyle moderni tanımlamaya girişmiş olan erkek yazarlar gibi, yani Joyce, Proust gibi iç monologlar ve bilinç akış tekniğiyle büyük eserler verme gücünü içinde hissediyordu ama kadın olduğundan ve o güne kadar benliği ve iç monologları hep erkek egemen kültür tarafından baskı altına alındığından çok da zorlanıyordu iç monologlarını ve bilinç akışını ortaya dökmek konusunda.

        Tabii Virginia Woolf başka kadın yazarlar gibi bu kısırdöngüyü kırdı.

        Onun ve başka kadın yazarların bu kısır döngüyü dönemlerinde nasıl kırdıklarını bilmek ve anlamak feminizmin tarihi mücadelesine ve kadın benliğine önem veren herkes için son derece önemlidir. Bu yüzden o konuyu başka bir yazıda daha detaylı ele aldım. (13 Aralık)

        REKLAM

        Bugün ise Virginia Woolf’un 1911 yılında Konstantiniye’ye (İstanbul) yaptığı gezide neler hissettiğini yazmaya çalışacağım. Çünkü onun romancı duyarlılığıyla şehrimizde hissettiklerini iyi anlamamız bize elimizde olan değerlerin kıymetini daha iyi bilmek yolunu açacak diye düşüyorum.

        Virginia Woolf (1882-1914) aklınıza gelebilecek her konuda kendine özgü fikirleri olan ve onlardan zor taviz veren bir kadındı. Çok birikimli ve kültürlüydü. Birlikte olacağı kadınları da erkekleri de çok zor beğenirdi. Buna rağmen nasıl olduysa ‘Beş parasız bir Yahudi’ diye tanımladığı Leonard Woolf ile evlenmişti.

        Kendisi de bir yazar olan Leonard ile Virginia resim ve sanat eleştirmeni Roger Fry ile arkadaştılar. Roger Fry, Bizans sanat eserlerini tanıtmak ve değerlendirmek için Konstantiniye’ye 1911 yılında bir gezi düzenleyince Virginia ve kocası da bu geziye katıldılar.

        Ben bunu bir çalışmadaki kısa nottan öğrenince konu hakkında biraz araştırmaya başladım. Bu konuya giren fazla kaynak bulacağımı sanmazken Nagihan Haliloğlu’nun İngiltere’de yazmış olduğu değerli çalışmaya rastladım. Onun çalışmasının başlığı basım yapıldığı yer ve tarihi şöyle ‘Constantinopolitan Modernities: Leonard Woolf, Virginia Woolf and Halide Edib’ Canterbury, 2018.

        Sayın Haliloğlu, Virginia Woolf’un şehrimizdeki günlerini ve daha sonra anılarında yazdıklarını incelemiş ve güzel analizini de yapmış.

        Ben bunlardan kendime göre anladıklarımı burada aktaracağım ama tavsiyem eğer yapabilirseniz bu çalışmanın orijinalini internette bulup okuyun mutlaka. Benim burada yazabileceklerimden çok daha derin ve değerli gözlemler içeriyor çalışma.

        Virginia’nın kocası Leonard da İstanbul hakkındaki düşüncelerini yazdı ama benim açımdan onun düşüncelerinin fazla önemi yok. Leonard şehirde gördüğü gündelik yaşam dinamizmi ve karmaşası karşısında biraz da ürkerek şehrin uluslararası bir kontrol mekanizmasına devredilmesini istemiş.

        REKLAM

        Şehrin aynı gündelik yaşam dinamizmini ve karmaşasını gören Virginia ise bir romancı gözlem gücüyle, duyarlılığıyla çok daha başka sonuçlara varmış.

        Virginia’nın şehirdeki ilk gününde yoğun bir sis varmış. Bu sis nedeniyle cami minareleriyle eski binalarıyla şehir sanki yüzüyormuş gibi mistik bir görünümde gelmiş Virginia’ya.

        "Sonra sis çekilmeye başladığında son derece dinamik olan ve kendi içinde geleceğin modern şehrinin potansiyeli taşıyan şehir ilk bakışta anarşik gibi gelebilen dinamik gündelik yaşamıyla ortaya çıkmaya başladı" diyor usta yazar.

        Ayasofya’dan da çok etkilendiği belli olan Virginia Woolf, Ayasofya’nın seküler modernizmin izlerini taşıdığını söylüyor. Kiliseden kalan sembolleri örtmesiyle ve açıkta bırakılan sembolleri ise ibadet eden Müslümanların görmezden gelmesiyle Ayasofya’nın geleceğin seküler modernizmin sembolik habercisi olduğunu düşünmüş Virginia.

        Virginia Woolf ilk gün şehre çıkmadan önce Mrs. Dalloway romanında anlatılan Bayan Dalloway’in Londra sokaklarına çiçek almak için tek başına çıktığı gün hissettiği tür bir heyecan hissettiğini anlatıyor.

        Virginia Woolf, Orlando adlı fiktif bir karakterin 300 yıllık hayat macerasını anlattığı ve alt başlığını da ‘Bir biyografi’ koyduğu Orlando romanının üçüncü bölümünde Orlando’nun Konstantiniye’ye büyükelçi atandığını anlatır.

        'Bir biyografi' alt başlığından da anlaşılacağı üzere bu romanında Virginia Woolf aslında erkek egemen bir dünyada kadının kimliğini bulabileceği bir topluma geçişin koşullarını yazmaya çalışmaktadır.

        REKLAM

        Orlando karakteri bir erkek olarak geldiği şehirde birkaç gün süren uyku döneminden sonra Kafka’nın dönüşüm romanında olduğu gibi bir böceğe değil bir kadına dönüşmüş olarak uyanır.

        Burada ilginç olan Virginia Woolf’un bir erkeğin kadın olması gibi radikal ve ancak geleceğin dünyasında olabilecek bir sürecin, modern ve seküler büyük şehrin potansiyeli gördüğü İstanbul’da olmasını uygun görmüş olmasıdır.

        Orlando da Virginia gibi bir kadın olarak şehirdeki ilk gününde sis altında mineleri bulut içinde yüzer gibi olduğundan mistik anlam kazanmış şehre bakmaktadır. Sis çekilip şehrin gündelik yaşamı ortaya çıkınca dönüşüme uğramış Orlando kadın olarak ilk kez gündelik yaşamın içine girer ve kendi gerçeküstü denilebilecek deneylerini yaşar. Romanda daha sonra Orlando bir çingene ailesiyle İstanbul'u terk eder ve Londra’ya döner. Dönüş yolunda ise "İyi ki kadınım" diye bağırır

        *

        Danışılan kitap:

        'Diary of Virginia Woolf. vol 1.' (1915-1919)

        Diğer Yazılar