Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Düşünce tarihiyle ilgili okumalar yaparak kültür, sanat ve felsefe dallarında bunların birbirleriyle ve hayatla bağlantılarını çözümlemeye uğraşacak bu tür yazılarıma 7 ay önce başlamadan, birkaç tane okuyucu ile sohbet olarak adlandırabileceğim türde yazı yazdım. Onlarda amacım hem kendimi biraz daha anlatmak ve yazmayı planladığım türde yazılarda yapmam ihtimali olan bazı yanlış ve eksiklerin neden kaynaklanabileceğini önceden açıklamaktı.

        O yazılardan bir tanesinde artık roman okuyamadığımı ve içinde yazılarda kullanabileceğim türde bilgi olmayan kitaplar dışında elime kitap alamadığımı söylemiştim.

        Bugün geldiğim noktada ise bir farklı eksikliğimin daha oluşmaya başladığını hissediyorum.

        Seçtiğim yazı türünün niteliği gereği fotoğraf çalışma seanslarımın çoğunluğu geçmişin büyük sanat eserlerine bakmaktan oluşmaya başladı. İnsanın nefesini kesen o kadar güzellik gördüm ki bu süreçte anlatamam.

        Bir sanat eserinin fotoğrafına bakıp, hakkında birçok yazı okuduktan sonra fotoğrafa tekrar dönüp bakmak hem çok öğretici hem de çok zevkli bir süreç.

        Ama bunun bir de sakıncalı olması gereken bir boyutu daha varmış ki onu şimdi yeni fark ediyorum.

        REKLAM

        Bütün bu yoğun süreçler sonucunda sanatta güzel nedir sorusuna cevabım ve zevklerim Picasso’nun öldüğü yılda (1973) kalmış olabilir. Neyse ki o hayli uzun yaşadı da sanatta güzellik ve zevk anlayışım 20’nci yüzyıl başında kalmadı. Yoğun okumalar ve ilgili fotoğraflara bakmalar sonucunda sanat ve kültür açısından kendimi 19’uncu yüzyılın sonu ile 20’nci yüzyılın başına aitmişim gibi hissetmeye başladım son günlerde.

        Neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki hiçbir sanat eserlerinden zevk alamıyorum. Sanatçıların deneysel çalışmaları pop sanat, soyut ekspresyonizm, neo-dada ürünleri bana anlamsız gelmeye başladı. Dünyanın sanat merkezi olma fonksiyonu Viyana ve Paris’ten sonra New York’a kaydıktan sonra olanlar gittikçe yoğun biçimde ilgimi çekmiyor.

        Bazen şöyle de düşünüyorum: İlerde sanatçı olacak Amerikan gençleri Avrupa’da eğitim gördükten sonra ülkelerine dönünce büyük ve kaliteli sanatla ilgili her şeyin Avrupa’da zaten yapılmış olduğunu düşünüp yeni bir şeyler denemekten başka bir çareleri kalmadığını mı düşünmeye başladılar acaba?

        Ve o arada özellikle teorileri Fransa’dan gelip ABD üniversitelerinin programlarını teslim alan Derrida, Foucault, Marleau Ponty, Sartre gibi insanların düşünce dünyasının sanatçılara acaba kendilerine girişecekleri her türlü yeni sanat deneyini ağır ve anlamlı görünen sözlerle açıklamak fırsatını da açtı mı diye merak da ediyorum.

        Tabii bu çok sağlıklı bir ruh hali değil. Yani çağdaş sanat aleminde yapılan her şey aslında anlamsız değil ama bazen çalışmalara baktığımda, örneğin bir resme ne kadar uzun baksam da sadece anlamsız bazı şekiller ve renk cümbüşü görebiliyorum. Ama sonra resmi anlatan bir metne baktığımda yapısalcı düşüncenin ağır ve kendisine özgü kavramlarıyla yapılmış bir açıklamasını da okuyorum o resmin. Bu tür çalışmaların sayısı artınca insan elinde olmadan sanatçı ne kadar özgürce saçmalasa da bunun yine de anlamlı olduğunu anlatan bir açıklaması muhakkak bulunacaktır herhalde demeye de başladım.

        REKLAM

        Marcel Duchamp bir dükkandan aldığı pisuara imza koyup bunu sanat eseri olarak sunduğunda bir sanat uzmanı diğerine "Acaba bundan sona bir kişi bir kutuya dışkısını koyup getirse bunu da mı sanat olarak kabul edeceğiz" diye sorduğunda diğeri "Evet öyle kabul edeceğiz artık" demişti. Nitekim bu da aynen daha sonra oldu. Bu diyaloğu da hatırlıyorum çağdaş sanat çalışmalarının çoğuna baktığımda.

        Dediğim gibi bu içinde olduğum durum hiç de sağlıklı değil. Yakın geçmişin ve çağdaş olanın bu şekilde bir genelleme ile ret edilmesi manalı da değil. Bu ruh halinden çıkmam gerektiğini biliyorum ama bunun yolunu da bilmiyordum.

        Bu konuyu tekrar yoğun biçimde Jasper Johns’un çalışmalarını incelerken düşündüm. Onun 1955 yılından bu yana yaptığı çalışmalarını çoğunu anlamsız buluyorum. Resimleri, kolajları bana bir şey demiyor. Onlar benim zevk dünyamın dışındalar.

        Bu eserlerin çok sevildiğini ve büyük paralar ile satıldığını ve sanat eleştirmenlerinin bunları yine yapısalcı kavramlarla yazdıkları yazılarda öve öve bitiremediklerini de biliyorum.

        Çoğunluğun fikri böyle olunca sorun bende olmalı diyerek çalışmalarının fotoğraflarına tekrardan yoğun baktım ama sonuç değişmedi. Jasper Johns’un Amerikan bayrağı ve rakamlar ile yaptığı çalışmalar, her ne kadar ilginç renk ve yeni madde deneyleri ile önemli bir teknik içerdiğini hissetsem de bana hala duygusal konuşmuyor.

        Ama çalışmalarım sürerken bir an geldi ki bu berbat ruh halimden asıl çıkabileceğimi ve çağdaş sanata nasıl daha olumlu yaklaşabileceğimi görmeye de başladım.

        Bu gerçeği görme anım Jasper Johns’un ‘Regrets’ adıyla yapmış olduğu sergideki çalışmalarının fotoğraflarına bakarken gerçekleşti.

        İngiliz sanatçı Francis Bacon, fotoğrafçı John Deakin’den ressam Lucian Feud’un fotoğraflarını çekmesini istemiş. (1964)

        REKLAM

        Bacon bu fotoğraflarla ilgili bir üçlü çalışması yaptı ve bu ‘Three Studies on Lucian Freud’ adıyla yakınlarda 142 milyon dolara satıldı.

        Jasper Johnns, Lucian Freud’un fotoğraflarının bulunduğu kataloğa bakarken bir fotoğraf onun özel ilgisini çekmiş.

        Ben de baktım o fotoğrafa geçekten de çok dramatik ve insanın içini duyguyla dolduran bir fotoğraftı. Fotoğrafta Lucian Freud yatağının üstünde bir ayağını altına alıp oturmuş ve başını eline içine almış, büyük üzüntü ve acı çekiyormuş gibiydi, ağlıyor olabilirdi de.

        Fotoğraf Bacon’a geldikten sonra aylar içinde hasar da görmüş. Üzerinde boya izleri, kırışıklıklar ve bir ucundan kopmalar da olmuş. Katalogdaki resim bu hasarları da yansıtıyor.

        Fotoğrafa hayran kalan Johns bunun üzerinde çalışmaya başlamış.

        Johns farklı teknikleri ve maddeleri kullanmak konusunda büyük bir usta. Çalışmalarında gazete sayfaları ile yaptığı kolajlar, baskı heykel ve litografi tekniklerini de kullanıyor. Değişik boyalar kullanarak son derce hassas yüzey dokusu manipülasyonları yapabiliyor, pigmentleri sıcak mum ile karıştırıp yaptığı çalışmalar da var.

        Bu çalışmasında fotoğrafın negatifini de kullanıyor.

        Ve sonuçta çıkan eserlere baktığımda gayrı ihtiyari içimden kalbimin derinliğinden gelen ‘Ama çok güzel’ lafı ağzımdan çıktı

        Yazımın başında anlattığım eski ruh halimden şimdi utanıyorum. Galiba tek sorun yapısalcı düşünür edasıyla, onların kullandığı zor kavramlarla yapılan eleştirileri çok okumamdan ve çağdaş sanata sadece kalbimle bakamamamdan kaynaklanmış olabilir. Şimdi önceden kıymetini bilemediğim eserlere bu defa sadece kalbimle bakacağım, gördüğümü ve anladığımı sandığımı sizlere anlatacağım.

        ***

        (Joan Didion yazımı yazarken yıllar önce okuduğum ve sonra defalarca tekrar karıştırdığım ve devamlı yanımda tuttuğum kitabının adını yazarken yanlış yazdım. Bir saniye yana baksam adını göreceğim kitabın adını neden yanlış yazdığımı açıklayacak mantıki neden yok. Duygusal bir yazı yazma şehvetine kapıldığım için bu oldu sanıyorum. Kitabın adı The Year of Magical Thinking. Ben bunu 'The Year of Living Dangerously' yazdım. Özür diliyorum)

        Diğer Yazılar