Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tam yüzyıl önce 2 Şubat tarihinde (Çarşamba günü) Paris’in Shakespeare and Co. adlı kitapçısının dükkan vitrininde James Joyce’un Ulysses adlı çalışması mavi-yeşil tonların hakim olduğu cilt kapağıyla ilk kez ortaya çıktı.

        Kitabın yazılış sürecini takip etmemiş olanlar belki o günün farkında olmayabilirlerdi ama o gün, o kitap ile birlikte roman yazma sanatının bilinen tüm kuralları değişmekteydi. Yani o gün Paris’in işlek yaya trafiğinin olduğu o dükkanda kitabı satın almasalar bile sadece vitrinde görseler de insanlar olağanüstü bir güne şahitlik ediyorlardı.

        O gün Paris’te Proust’un evinden çıktığını ve kitapçıya geldiğini hiç sanmıyorum ama Proust, James Joyce ile birlikte edebiyatta ve yaptığı etkilerle sanatın her dalında modernin anlatım biçimlerini oluşturmaya girişmişlerdi.

        İki büyük yazar da iç monologlarını, bilinç akışlarını romana dönüştürerek aslında büyük bir devrim yapıyorlardı.

        Ulysses gayet tabii ki okunması hayli zor olan bir çalışmaydı. Bu da doğaldı çünkü bir insanın iç monologları ve bilinç akışlarının mantık kurallarına, dil kurallarına uyması zorunluluğu yoktu. Her insanın iç monoloğu kendine özgü mantık ve dil kuralları koyabilirdi. James Joyce da kendi mantığını ve özel dilini romanına yansıtmıştı.

        Bu yüzden okurlar kitabı ilk ellerine aldıklarında şaşırıyorlardı. Ancak o dile ve yazarın özel mantığına alıştıktan sonra kitabı okumak belki mümkün olabiliyordu.

        Kitabın ilk yayın gününden sonra eleştirmenler devreye girdi ve dünyada kelimenin tam anlamıyla yer yerinden oynadı. Romanın okunma zorluğu her yerde konuşuluyordu. Aslında bu zorluktan şikayet edenler oldukça şanslıydılar çünkü James Joyce bu kitaptan sonra çıkardığı Finnegan’s Wake adlı kitabıyla anlaşılmazlığın sınırlarını zorladı ve çoğunlukla bu sınırı aştı da.

        Ulysses’in nispeten daha kolay okunabilir olması romanın Dublin şehrinde geçen 24 saatin çoğunluğunun gündüz saatlerinde yaşanıyor olmasıydı. Finnegans Wake ise gece saatlerinde geçtiğinden ve gece insanın rüyalarında mantık ve dil kuralları daha da deforme olabildiğinden onun dili çok daha anlaşılmaz olabilmişti. Anlayacağınız Ulysses gündüzün kitabıydı Finnegan’s Wake ise gecelerin romanıydı.

        Özetle 100 yıl önce dün dünya sanat ve edebiyat tarihine çok önemli bir gelişme yaşanmıştı ve ben de bu önemli olayın 100’üncü yaş gününü kutlamadan geçemedim.

        Diğer Yazılar