Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Joyce, Proust, Virgina Woolf gibi yazarların kendi içlerine, benliklerine dönmeyi bir sanat haline getirip, kendi benliklerinden iç sesleriyle, bilinç akışlarıyla edebi şaheserleri yaratmalarından sonra büyük yazar ve düşünür Thomas Mann da hayatın zor karmaşıklığından ve kendi iç dünyasından büyük bir edebi sanat yarattı.

        Sanatçıların ve entelektüellerin psikolojilerini anlama çabasıyla ve kendi sorunlu psikolojisini çözümlemeye çalışan eserleriyle edebiyat tarihinde bir anıt haline geldi Mann.

        Yaratıcı insanların hastalıklarıyla yaratıcılıkları arasında bir bağ olduğunu düşünüyordu. Dostoyevsky üzerine yaptığı çalışmada yaratıcının hastalıkları ile onun yaratma güçleri arasındaki bağlantıları vurgulamıştı. Schopenhauer ve Nietzsche’den Goethe ile birlikte çok etkilenmiş olan Thomas Mann, Nietzsche’de de hastalık ile yaratıcılık bağlantısına işaret eder.

        Hayatın zorlu dalgalanmalarından ve yazarın kendi iç dünyasından sanat yaratmaya girişmiş bir insanın hayatın getirdiği zorlukların başında olanın hastalık konusunda bu kadar fazla düşünmesi normaldi.

        Bu noktada çok kısa bir dipnot açmayı istiyorum. Ben de uzun süredir özellikle frengi hastalığının yaratıcı insanlar örneğin Nietzsche gibi yaratıcılar üzerindeki etkileri üzerine düşünüyorum. Özellikle düşünce tarihi boyunca bu hastalığın yaratıcı insanların beyinlerini tuhaf biçimde etkilediğini gördüm ve bu bağlantıyı ben ayrı bir yazıda kesinlikle irdeleyeceğim..

        REKLAM

        Thomas Mann yaratıcı insanların psikolojisi ve benlikleri ile ilgili olduğundan kendi eşcinselliği üzerine de çok düşünmesi ve o dönemde yazılması zor olan bu konuya girmesi kaçınılmazdı.

        ‘Venedik’te Ölüm'ü çoğumuz son derece çarpıcı olan yönetmen Visconti’nin filminden hatırlıyoruzdur. Bu da normal çünkü dediğim gibi film çok çarpıcıydı ve başroldeki Dick Bogarde duygularını, arzularını keşfeden bir insanı olağanüstü oynuyordu.

        Mann bu eserinde de hayatın zor dalgalanmasıyla mücadele eden insanın zor tercihleri ve kendisi hakkında yeni keşifleri konusunda yazıyor. Bunların her insana olabilecek normal duygular olduğunu ve yaratıcı insanların bunları tüm boyutlarıyla tüm iç çelişkileriyle anlamaya çalışıp eserlerinde bu karmaşık duyguları aktarmaları gerektiğine inanıyor.

        Bu tavrın sadece 'Venedik’te Ölüm’ kitabında değil Faust eserinde de görülebileceğine inanıyorum. Anthony Heilbut ,’Thomas Mann: Eros and Literature' (1997) adlı biyografisinde Thomas Mann’ın bütün eserlerinde kendi cinselliğini anlama ve bunu kabul etme çabasının merkezi önemde rolü olduğunu söylüyor.

        Yaratıcı insanların kendi cinselliklerini anlama ve kabul etme mücadeleleri yaratma süreçlerinin çok önemli bir belirleyeni olabilir. Bu yüzden kendi benliğinden bir sanat yaratmış Mann’ın bu mücadeleyi nasıl yaptığını ve bunu eserlerine nasıl yansıttığını anlamamız için onun kitaplarını mutlaka okumayı sürdürmeliyiz. Mann’ı anlamaya başlamak için Visconti’nin filminden başlarsanız da buna kimse itiraz edemez çünkü o film önemli bir kitabın ruhunu en iyi veren çalışmalardan bir tanesi bence.

        Diğer Yazılar