Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Uzunca bir zamandır bu köşede görsel sanatlarda, müzikte, yazıda yeniyi deneyen, devrimler yapmaya girişen, daima çok çalışmaları gerekse de, çoğu da deha tanımı içine sokabilecek ‘yaratıcılar’ üzerine yazmaya çalışıyorum.

        Hemen hepsinin hikayesinde ortak yön bu yaratma sürelerinin daima çok sancılı olduğuydu, bu sancı bir boyutuyla yaratıcının yeniyi oluştururken kendi ruh dünyasında yaşadığı iniş çıkışlarla ilgiliydi.

        Bir de tabii ki yaratılan eserin ilk kamuoyu önüne çıkarıldığında halktan gelen ve nedeyse daima olumsuz olan tepki ile bağlantılıydı.

        Bu kamuoyu denilen olgu içinde çok farklı sınıflardan ve farklı eğitim düzeylerine sahip olan, zevk ve beklentileri farklı olabilen çoğunlukla belirleyici niteliği zor tanımlanabilen bir kitle.

        Anlayacağınız yeni olanı, alışılmışın dışına çıkanı algılayıp anlaması oldukça sorunlu olabilecek bir oluşum bu kamuoyu denilen olgu.

        Ancak yüzyıllardan beri yaratan insanlar, dallarında yeniyi farklı olanı denemeye başlayanlar bu ikna edilmesi oldukça zor olabilen kamuoyu ile bir tür bağlantı kurmak zorundalar.

        Benim gördüğüm bu kamuoyunun yeni, farklı olanla karşı karşıya kaldığında neredeyse daima son derce tutucu olabildiği ve temel içgüdüsel davranışın yeni olana daima tepki göstermek olduğuydu.

        Bu durum tabii ki yaşadığı dönemde kendi dalında yeniyi farklı olanı yerleştirmek ve toplumunda yeni fikre saygınlık kazandırmak isteyen sanatçılar açısından son derce zor ve olağanüstü mücadele ve dayanıklılık gerektirebilecek bir durum olabiliyor.

        21’inci yüzyılın bu aşamasında da durum pek farklı değil! Yeniyi, değişik olanı deneyene hala tepki verilebiliyor ama bir de uzun yıllar öncesini hayal etme çalışın. Ortalama vatandaşın beyninin yeni olana açıklığının hiç gelişmemiş olduğu ve çoğunluğun sanatın önemini bile zor kavradığı dönemlerde yeniyi, değişik olanı yaratmanın ve kamuoyu tepkisinin üstünden gelmenin ne kadar zor olabileceğini bir düşünün.

        Gördüğüm kadarıyla tarihte medeniyetin gelişimine sanatı ile katkıları bulunanlar yani bir anlamda tarihi yazanlar hemen her durumda kamuoyuna rağmen cesur ve taviz vermeden yolunu yürüyenlerden oluşuyor.

        Geçmişten birkaç örnek vermek istiyorum:

        Klasik müzikte büyük bir devrim yaptığını kabul etmemiz gereken Arnold Schoenberg atonal besteleri üzerine çalışmaya başladıktan sonra Verklarte Nacht adlı eserini 18 Mart 1902 tarihindeki konserde Viyana'da halkın önüne çıkardı. Şimdi teknik detaya girmeyeceğim tabii ama Schoenberg klasik müzik dinleyicisin o zamana kadar alışmış olduğu formatın ve güzellik tanımının dışına çıkan bir yöne gitmek istiyordu.

        Bu yorumcular tarafından Schoenberg’n ilk büyük eseri olarak kabul ediliyor. Konser başlayınca salondaki seyirci alışmış olduğu dışındaki müziği duyunca bağırıp çağırıp yuhalamaya başladı. Salonda siniri gerginleşmiş olan seyirci arasında yumruklar bile konuştu.

        Bir devrim yapmakta olduğuna inanan ve klasik müziğin yeni yönünü belirlediğini düşünen Schoenberg bu tepkiyi görünce ne yaptı bilemiyorum ama eminim ki Diaghilev’in gösterdiği tepiyi o da göstermek istemiş olmalı.

        Diaghilev, Wagner’in Bayreuth'da yaptığı gibi çeşitli sanat dallarının sahnede sentezi olan türde büyük gösteriler yapmaya girişmişti. Cosima Wagner bir ara Isadora Duncan’ı Bayreuth’a çağırıp konserlere bale boyutu da katmasını istemişti.

        Diaghilev, bale, Picasso’ya bile tasarlattığı sahne dekorasyonları ve klasik müziği ile Paris’te gösteri alanında bir büyük yenilik yapıyordu.

        29 Mayıs 1913’te Stravinsky’nin müzikte birçok yeniliği denediği L’Apres-midi d’un Faune’nin sahnelendiği gece perde açıldığında seyirci yine ıslık çalmaya ve protesto için bağırmaya başladı. Salonda gürültü o kadar fazlaydı ki müzik bile duyulamaz olmuştu. Diaghilev de seyirciye ne kadar "Önce dinleyin de sonra protesto edin" diye bağırdıysa sesini o da duyuramadı.

        Geçmişe baktığımızda yaratıcı insanlar sadece kamuoyunda gelen tepkilerle değil yakın çevrelerinden gelebilen olumsuz tavırlarla da uğraşmak zorunda kalabiliyorlardı.

        Örneğin 1931 yılında kardeşi Stanislaus, James Joyce’a yazdığı mektupta "Hazırlığını sürdüğün çalışmada ne anlattığını, ne yazdığını anlayamıyorum. Çoğu da bana anlamsız geliyor. Bu sarhoş kelimelerin anlamı nedir?" demişti.

        Kamuoyunun önüne tamamen farklı ve alışılmışın dışında olan yeni bir yazı türüyle çıkmaya hazırlanan James Joyce açısından en yakınından gelen bu tepkinin hiç de hoş olmadığına emimin ben.

        Ama yaratıcı olabilenler daima bu tür tepkileri umursamadan yollarına devam edebildiklerinden sonunda ‘büyük’ olabiliyorlar.

        Tabii bu aşamada konuyla ilgili olarak kamuoyu tepkisinin yanı sıra her dönemde etkileri fazla olabilen eleştirmenlerin de etkilerini düşünmeliyiz.

        Hemen her dönemde eleştirmenler genelde kamuoyunun duygularına oynamak zorunda olduklarından çoğu sonuç itibariyle yaratıcı insanlara engel çıkaran bir işlev oynamışlardır.

        Bunun en net örneğini Picasso’nun yaşadıklarında görebiliriz. Picasso hakim resim ideolojisini yıkan ve resimde büyük devrim başlatan eserleri ile ortaya çıktığında döneminde etkili olan eleştirmenlerin çoğunluğu bu yeni eserlere yönelik gerçekten çok acımasız saldırmışlardı.

        Renoir da daha sonra bir ulusal hazine sayılmaya başlandığı Fransa'da ilk başta eleştirmenler tarafından hiçbir resmi satılamayacak ressam olarak ilan edilmişti, Joan Miro ilk sergisini düzenlediğinde halk o kadar tepkiliydi ki eserlerinden bazılarını tahrip bile etmişlerdi.

        Belki Picasso’nun tavrı yaratıcıların kamuoyu ve eleştirmenler hakkında ne yapmaları gerektiği yolunda bir ipucu sağlayabilir.

        Picasso özel yaşamında öylesine berbat, birlikte yaşanılması öyle zor bir karakterdi ki egosu öyle yüksek bir egoisti ki insanları o kadar küçük görüyordu ki hiçbir eleştirinin tepkisinin kendisine dokunmasına izin bile vermedi. Belki de sadece bu yüzden uzun yaşamının sona erdiği gün tarihin en zengin sanatçılarından bir tanesiydi.

        Gerçekten Amerikan olan bir klasik müzik yaratmaya girişmiş olan Charles Ives da Picasso kadar olmasa da ciddi bir egoist ve fazla insan sevmeyen bir sanatçıydı. Bu yüzden onun da kamuoyuna rağmen başarılı olabildiğini söylemek mümkün.

        Acaba tarih içinde 'deha’nın tanımını oluşturmuş beyinlerin başarıyı bulabilmelerinin önemli bir koşulu kamuoyuna pek aldırmamak olabilir mi?

        Evet insanlara pek sempatik gelmese de bunu söyleyebilmek mümkün geliyor bana. Ben de bu yazımda kamuoyundan gelebilecek tepkiye aldırış etmeden kamuoyunun kendi sandığı gibi fazla da önemli sayılmaması gerektiğini söylemekten kaçınmıyorum.

        Bir de şu önemli konu var bitirmeden bunu da söylemeliyim. Bu kamuoyunun yeniliğe tepkili tavrı ve eleştirmenin popülist tavrı tarafından bir kısır döngüye çevrilen koşulların değişmesi için New York Times gibi gazetelerin yapmış olduğu devrimin de önemini görmeliyiz. Bu gazete hemen her sanat dalında gerekirse kamuoyunun beklentilerine de ters düşmekten korkmayan ve yazdığı dalda bilgi ve birikimi olan eleştirmenleri hemen her sanat dalında kullanarak tarih içinde yaratıcı dehalara yardımcı olmuştur.

        Örneğin balede Isadora Duncan’ın bir devamı olarak kabul edebileceğimiz Martha Graham, New York’ta neredeyse anti-bale denilebilecek bir dans türünü yaratmaya başlamışken ve bale kamuoyu ona da tepki gösterirken (Aynı tepkiyi Isadora Duncan ilk kez çıplak ayakla dans ettiğinde gösteren seyirciden bahsediyoruz burada) New York Times gerçekten aydınlık bir tavır göstererek 1927 yılında ilk dans eleştirmeni olarak John Martin’i atadı. John Martin daha sonra tüm yeniliklerin teorisyeni ve felsefecisi olarak yazılar yazdı ve New York’ta başta dans olmak üzere bütün sanatların gelişmesine de katkıda bulundu.

        Diğer Yazılar