Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sekiz ay kadar önce içimdeki çifte kişiliğimin mizahçı tarafının uzun yıllardır baskı altında tutmakta olduğu teorik düşünmeyi seven ciddi yanımı sonunda serbest bırakmaya karar verdiğinde, beynimi yıllardır özlemiş olduğu işi yapmaya, okuyup araştırmaya saldım.

        Umarım bu yeni düzenin sonuçları olarak önünüze gelen yazılar okuyanları da mutlu ediyordur.

        Bu uzun sürmesini umduğum yeni entelektüel yolculuğa çıkarken başlıca iki korkum vardı:

        BEYNİ BESLEYEN YEMEK GİBİ YAZILAR AMACIM

        İlki, istediğim düzeyde ve içerikte yazı konusu bulmakta zorlanıp zorlanmayacağımdı. Sekiz ay sonra şimdi geldiğim noktada görmekteyim ki aslında böylesi bir ihtimal yokmuş, çünkü düşünce dünyası öylesine uçsuz bucaksız ve düşünmeyi seven beyinlere öylesine güzellikler sunuyor ki konuların öyle kolay kolay bitmesine pek imkan yok.

        Diğer korktuğum konuyu ise öyle kolay atlatma imkanı maalesef yok gözüküyor. Çünkü burada sorun benim dışımda olan objektif gerçeklerle alakalı değil bu konuda asıl sorun benim.

        DÜŞÜNCEDE DİPSOMANİ

        Meseleyi şöyle anlatayım: bende teorik konularda bir dipsomani durumu var. Bunun ağır bir hastalık olup olmadığını ve eğer ağır bir hastalıksa bunun bilimsel adının ne olduğunu bilemiyorum. Bu soruyu soruyorum ama bunun ağır bir hastalık olduğuna aslında kendi yaşadıklarımdan adım gibi eminim.

        REKLAM

        Bu ağır hastalığın sendromları şöyle oluyor: Diyelim ki ben bir 19’uncu yüzyıl kavramını ve bunu geliştiren düşünürü yazmaya karar vermiş olayım.

        Bu kararı verir vermez onun hakkında kütüphanemde ne kadar kitap varsa cümlelerin altını çize çize notlar alarak okumak ve anlamak zorundayım.

        Bir gün evimde çay için sizleri misafir edebilsem bunun yazıda okunduğu kadar hiç de kolay bir iş olmadığını kütüphanemde bulunan kitapların içeriğini görünce anlarsınız diye umuyorum.

        Bu zorlu aşamayı geçince, yani hayli uzunca zaman sonra tespit yaptığım konu veya düşünür hakkında elime yeni geçirebildiğim ne kaynak varsa onları da okuyorum. İnternetin var olduğu bir dünyada bunun ne kadar korkunç ne kadar insanı tüketen bir şey olabileceğini umarım anlıyorsunuzdur.

        ANLAMAK İDDİAM BENİ GALİBA HASTA EDİYOR

        Buraya kadar anlatmış olduklarımın sorunsuz geçmesi gereken gelişmeler olduğunu düşünebilirsiniz ama benim bir de yazılı her metni okuduğumda bunu mutlaka anlamam gerektiği gibi bir iddiam, bir takıntım da var.

        Bu iddiamdan hayatımda sadece ilk ve son kez Immanuel Kant’ı okurken vazgeçtim. Üstelik o okumayı yaparken üniversitede almakta olduğum ders yüzünden arkamda uzman bir profesörün desteği de vardı.

        Buna rağmen o günlerde yenildim, tam istediğim gibi anlamayı başaramadım. Bu ağır yenilginin üzerinden uzun yıllar geçti. Sekiz ay öncesine kadar da hayatımda bu tür bir yenilgiyi tekrarlamam ihtimali olmadan yaşamayı başardım. Arada geçen zamanda anlamakta zorlanacağımı düşündüğüm teorisyenini okumaya baştan başlamama şansım vardı.

        Ama sekiz ay önce yazılarımın içeriği değişince anlamakta zorlanacağım düşünürleri de okumaya girişmem zorunlu oldu.

        REKLAM

        Bu kaçınılmaz döngüye girmemin benim için bir felaket oluşturabileceğini bilmeme rağmen teorinin namusu gereği bu işe giriştim.

        ACABA DELİRİR MİYİM?

        Bunun beni zaten normal olanın sınırında oynamakta olan beynimi sınırın öte tarafına geçirmesi ve en sonunda beni artık tamamen delirtmesi ihtimali her an hayatımda var olmaya başladı.

        Bu yeni durum bu tür fırsatları hiç kaçırmayan karıma "Zaten yarım akıllıydın şimdi az düzeyde var olanı da kaçırmaya başlayacaksın" demek imkanını verdi. Hatta hayatta sorunları benden bile çok daha fazla olan ve bence bir tür ‘ilişkiler cehennemi’ yaşamakta olan Oray Eğin bile bu imkansız hayatından fırsat bulup bana "Arada hafif kitaplar oku yoksa tamamen delireceksin" tavsiyesi verebildi. Karımdan gelen laf değil ama Oray gibi bence çok uzun zamandır zaten tamamen delirmiş olduğuna inandığım bir insandan bana normallik tavsiyesi gelebilmesi beni gerçekten yaralamıştı.

        Takıntılı okumanın ve okuduğumu anlama iddiamın beni nasıl çıldırtabileceğinin ilk örneğini Adorno’yu anlamaya çalışırken yaşamıştım.

        OVERLOOK OTEL'DE MİYİM?

        Aylar önce Adorno’yu anlamak için yüzlerce metini okurken bir ara ‘Shining’ filmindeki kış aylarında Overlook Oteli'nde delirmeye başlayan Jack Nicholson gibi hissetmeye başlamıştım. Bu tür çalışmaya başladığımda ne olur ne olmaz diyerek benden uzakta bir süre yaşamaya karar vermiş olan karım evde olsaydı bir aşamada onu bile öldürebilecek kıvama geleceğime emindim.

        Neyse ki ummadığım oldu. Yüzlerce metini okuduktan sonra bir anda Adorno’yu anladığımı anlamaya başladım. Burada önemli olan anlamamın gerçek olup olmadığı değil bunu sadece sanmam bile içimi rahatlatmak açısından yetebiliyor.

        DÜŞÜNEBİLİRYOR MUSUNUZ ŞİMDİ DE WITTGENSTEIN'I BİLE ANLAMAYA GİRİŞTİM

        REKLAM

        Ondan yırtmıştım bu inşallah bir daha başıma gelmez derken ne yazık ki aklı başında olan ve bunun orada kalmasını isteyen hiçbir insanın katiyen yapmaması gereken bir işi yaptım ve kafayı Wittgenstein’ı anlamaya taktım.

        Şu anda evde yapayalnızım, kedilerin benimle olduklarından hoşnut oldukları için çıkardıkları ve normalde insanı rahatlatması gereken pürleme sesi bile beni korkunç rahatsız ediyor ve ben bu arada Tractatus’u okuyorum.

        Wittgenstein türü insanları anlayabilmek için Kant’ı anlama dönemimde edindiğim bir tecrübeyi devreye soktum. Bence Kant’ı anlamayı düşünen insanlar onun ’Ethica-Etik Üzerine Dersler’ veya ‘Arı Ussun Eleştirisi’ gibi kitaplarını okumakla işe başlarlarsa sonları hüsran olacağı kesindir. Onun yerine onu anladığını iddia eden yorumcuların yazılarını okuyarak işe başlamanızı tavsiye ediyorum.

        Hangi yorumcuları okuyacağınız konusunda da son derce dikkatli olmalısınız.

        DERRIDA, WITTGENSTEIN ANLAŞILIR YAZABİLİR Mİ?

        Bunca yıl tecrübeme dayanarak zor bir metni anlaşılır kılmak açısından Amerikalı yorumcuların üstüne yok.

        Amerikalı düşünür pragmatizme açık beyni ve pratiğe yönelik düşünme stili ile zor bir metni biz ölümlülerin anlayabileceği düzeye çevirebiliyor.

        Aynı performansı bir Fransız’dan beklediğimizde yandınız demektir.

        Fransızlar kendi lisanlarına aşık olduklarından ve hayli de fazla lüzumsuz konuşabildiklerinden ve kafede biraz uzun oturup biraz içkiyi fazla kaçırdıklarında bu durumlarına rağmen yüksek teori yapma girişebildiklerinde onlar zaten zor anlaşılır bir metni daha da içinden çıkılmaz hale getirebiliyorlar.

        Düşünsenize eğer bir Derrida Wittgenstein’ı anlatmaya girişmiş olsaydı bu Wittgenstein’ı anlamak ihtimalinin bu hayatta tamamen ortadan kalktığı anlamına gelebilecekti.

        REKLAM

        Oysa ben bir Clive James’in, Wittgenstein yazısını okuduğumda en azından onu anlama yolunda bir adımı attım sanabiliyorum, bu sonuçta yanlış da olsa bunu sanmak bile beni geçici rahatlatabiliyor.

        TÜRK YORUMCULARIN DA DERRIDA'DAN FARKLARI YOK

        Bu arada Wittgenstein’ı anlatan Türk düşünürlere de haksızlık etmeyeyim. Onlar da Derrida kadar olmasa bile zaman zaman zorluk açısından onu aratmayacak düzeyde yazabiliyorlar. Ben Özgür Yılmaz ile Kerem Aslan’ın değerli olduğuna emin olduğum yazılarını okudum.

        Onlardan bir tanesinde Tractatus gibi metinlerin bizler tarafından geviş getir gibi okunması gerektiği yazılmıştı. Bunu denedim ama cümleleri geviş getirir gibi çiğneyerek okumaya çalışsam da metin sonunda yine de mideme oturdu. Aynı yazıda daha sonra Tractatus bir defa sonuna kadar okuduktan sona bir kez de sondan başa doğru okunması tavsiye ediliyor. Bu ise eğer bence deliliğin tanımı insanın aynı sonucu alacağını bile bile aynı işi defalarca tekrarlaması ise bu önerilen okuma yöntemi de yine de anlayabilmeniz imkansız olduğu bir okumayı defalarca yapmayı içerdiğine göre deliliğin bir diğer tanımı olmalı.

        (Daha sonra 'O 10 Dakikadan Yola Çıkarak’ başlıklı yazıda Wittgenstein meselesine davam etmeye yine de kararlıyım. Dedim ya takıntılıyım, işi kendimce tüketmeden önce konuyu bir türlü bırakamıyorum.)

        Diğer Yazılar