Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Prag gibi Orta Avrupa şehirlerini gerçekten kalbinizde hissederek tanıyabilmenin en iyi yolu o şehirleri soğuk bir günde gecenin karanlığı bastıktan sonra yürüyerek keşfetmektir.

        O koşullarda aslında güzel mimarili binalar dahi ürkütücü görünüm alabiliyorlar. Eğer siz bir de şehrin nüfusunun acılı geçmişini biliyorsanız o zaman karanlıkta tek başınıza yürürken arada bir gerçekten korkmanız dahi mümkün. Bu acılı geçmişin biraz havasını almak için Umberto Eco’nun ‘Prag Mezarlığı' kitabı bir başlangıç olabilir.

        Mimari ile ilgilenenler, vaktinde Nazilerin darbesini yemiş olan Prag’da nasıl olup de bu kadar eski sinagogun ayakta kalabildiğini merak ediyorlarsa bunun Hitler’in daha sona bu sinagogların ortadan kaldırılan Yahudierin hatırlandığı müzeler olarak planladığını bilirseniz acılı geçmiş daha net şekillenir kafanızda.

        Prag yürümek için bence ideal şehirlerden bir tanesi. Ziyaretçi olarak hangi şehirde olursam olayım adı o şehir ile özdeşleşmiş ünlü yazarların eskiden yaşadığı evini de mutlaka ziyaret ederim. Paris’te Sartre’nin evi dışardan görünümüyle içimi sıcaklıkla doldurmuştu, Londra’da Charles Dickens’ın evi acaba onun döneminde Londra’nın berbat durumunu bildiğimden mi olsa gerek bana hiç iç açıcı gelememişti. Prag’da ise Franz Kafka’nın doğmuş oluğu evin eskiden bulunduğu meydanda gezerken karanlıktan mı yoksa soğuktan mı neden bilmiyorum ama 19’uncu yüzyıl sonu ve 20’nci yüzyıl başında bu şehrin ortamında Kafka’nın daha sonra Kafkaesk diye adlandırdığımız türden olayların anlatıldığı hikaye ve romanlar dışında yazmasının, o bunu yapmak istese bile, imkansız olduğunu düşünmüştüm.

        İşi yazarlık olan her insan hayatının bir döneminde Kafka’yı okumak ve onu düşünmek zorundadır bana göre. Çünkü eğer yazarlık yazarın kendi iç dünyalarına yaptığı korkusuz bir seyahat ise Kafka bu seyahati en korkusuz yapan ve bunun sonucunda hem kendisini hem de onu okuyanları duygusal açıdan yaralayan eserler üretmiştir.

        Onun yabancılaşma, varoluşsal kaygı, saçmalık ve suçluluk temalarını işleyen kısa hikayeleri ve Şato, Dava, Dönüşüm, Amerika gibi çalışmaları okuyanları dediğim gibi duygusal açıdan yaralasalar da, çoğu insanı etrafı çevrilmiş ve çaresizlik içinde hissetmesine yol açsa da Kafka’nın zamanında bu hikayeleri gülümseyerek arkadaşlarına okuduğunu, onlardan da neşeli tepkiler beklediğini bilelim.

        Bu tür hikayeleri yazıp da bunların insanları gülümsetebileceğini bekleyen ruh halini biraz anlamaya çalışmalıyız. Bu Kafka’yı anlama çalışması bizi Kafkesk bir ruh haline itse de bunu göze almalıyız eğer onu gerçekten anlamak istiyorsak. Belki Kafka daha sonra Sartre’yi çok etkilemiş olan çalışmalarının ’Saçma’ boyutu nedeniyle hikayelerini komik buluyor olabilirdi.

        Ünlü Amerikan yazarı Philip Roth da yazar olarak oluştuktan oldukça sonra, hayli gecikmiş biçimde Kafka'yı keşfetmeye girişti. Ben de onun vardığı sonuçta hemfikirim Kafka’yı babasıyla olan sorunlu ilişkiyi anlamadan tam anlayabilmek imkansız. Kafka’nın büyüdükten sonra babasına yazmış olduğu mektupları okuyan Philip Roth kendisi gibi Yahudi olan Kafka’nın babasıyla sorunlu ilişkisini keşfettikten sonra bunu kendisine oldukça farklı bir şekilde uyarladı ve bundan hayli abartılı sonuçlara varan edebi bir hazine çıkardı. Kafka 36 yaşına geldiğinde bile babasına "Senden hala neden korkuyorum anlamıyorum" diye başlayan mektuplar yazabiliyordu. Roth size dediğim gibi bu ruh halini tamamen farklı yorumlayan bir yöne götürdü. "Seni hala neden düşünüyorum" diyen mektuplarla başlayan annesi ile ilişkilerini ünlü romancı her zaman yaratıcı bir edepsizlikle çalışan beyni ile uç noktalara görürmüş ve ‘Portnoy’un Feryadı’ gibi şaheserlerde Amerika’da bile erotik olduğu için sansürlenen yazı deneyleri yapmıştır.

        Gelelim Kafka’nın yaşadıklarına. Çocukluk günlerinde benim şehri gezdiğim gece olduğu gibi soğuk olan bir Prag gecesinde babasının susması yolunda bütün uyarılarına rağmen Kafka su istediği için mızmızlanıp duruyordu. Sonunda sese dayanmayan baba odaya girip Kafka’yı kavrayıp onu balkona koyduktan sonra kapıyı kilitledi. Yıllarca kendisinin odaya gelecek bir dev tarafından cezalandırılacağından korkarak yaşayan Kafka 36 yaşına geldiğinde bile mektubunda yazdığı gibi babasından korkuyordu. Zaten 41 yaşında veremden öldü. Yani anlayacağınız hayatının sonuna kadar babasından korkmayı sürdürdü. Kafka yaralı bir ruhtu. Belki de bu ruhu sayesinde sonradan hepimizin ruhlarını yaralayabilecek o güzel eserlerini yazabildi.

        Eğer bu doğruysa bugün Kafka'nın büyük yazar olarak var olabilmesinin onun babasının berbat bir baba olmasına borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu oldukça Kafkaesk bir sonuç ama hayatta olsaydı Kafka’nın kendisinin bile bu sonuca pek itiraz etmeyeceğini düşünüyorum.

        Kafka’nın hayatı boyunca hiçbir uzun romanını basılmak için tamamlanmamış olmasının onun kısa hikayelerini saçma boyutuyla neşelenmeleri için arkadaşlarına anlatmak merakı ve bu yöntemle kendine de aynı zamanda bir tür terapi uygulama arzusuyla açıklayabilir miyiz bilemiyorum ama ben incelediğim kadarıyla öyle bir izlenim edindim.

        Uzun çalışmalarını yakın arkadaşı Max Brod’a emanet etmişti ve onların kendi ölümden sona hiç basılmaması yolunda bir vasiyeti de olmuştu ona. Bunu gerçekten böyle mi istediği yoksa Max Brod’un denileni dinleyemeyeceğini bildiği için mi çalışmalarını ona bıraktığı hala daha üzerinde tartışılan bir konu.

        Max Brod elinde bir bavulla Prag’dan Nazilerin gelmesinden nerdeyse tam tamına beş dakika önce kaçıp İsrail devletinin temellerinin atılmakta olduğu Filistin’e kaçtı. Max Brod’un bavulunda o gece ne vardı sorusu kafamı yıllardır meşgul eder. Aslında kısmen nelerin olduğunu yıllar içinde Kafka iyice meşhur olduktan sonra aşama aşama görmüştük. Ama İsrail vatandaşı olarak 68 yaşına kadar yaşayan Max Brod’un o geceki bavulunda Kafka’ya ait olan ve kamuoyuna açıklanmayan nelerin olduğunu hala merak edip duruyorum.

        Kafka meşhur olunca uzun çalışmalarının değeri de tabii ki arttı, bu yine İsrail’e kaçmış olan Kafka’nın akrabaları ile Max Brod arasında hukuki sorunların doğmasına neden oldu.

        Alt başlığı ‘Bir İtiraf’ olan ‘Syhlock Operasyonu’ kitabında Amerika’da Nazi olduğu iddiasıyla savaş suçu nedeniyle tutuklanıp İsrail’e gönderilen John Demjanjuk’un davasını izleyen Philip Roth, acaba neden Kafka üzerine çıkan tartışmaları da yerinde izleyip bize bunu roman olarak yazmadı diye merak ediyor insan.

        Diğer Yazılar