Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bir süre önce elektriğe yapılmış olan zamlar geri alınmadığı takdirde kendi evinin elektrik faturasını ödemeyeceğini açıkladı.

        Parti başkanın bu açıklamasından sonra bazı il örgütleri de binalarının elektik faturasını ödememeye başladılar. Şimdi bazı il örgüt binalarının elektriğinin kesildiği haberleri de gelmeye başladı.

        Bu durumda CHP genel merkezinin de elektriğinin kesilmesi gündeme gelebilir.

        CHP genel merkezine uzun yıllardır gitmedim. Yeni bir değişiklik yoksa başkanlık odasının üst katlarda olduğunu biliyorum. Kemal Bey'le sadece bir defa parti merkezi dışında yemekte görüştük. Deniz Baykal’ı ziyarete gittiğimde odasına asansörle oldukça uzun sürede çıkmıştım.

        Şimdi beni endişelendiren konu şu, eğer parti merkezinin de elektriği kesilirse Kemal Bey her gün partiye geldiğinde onca merdiveni tırmanıp mı odasına varacak.

        Kılıçdaroğlu 1948 doğumlu. Ben 1955 doğumluyum. O kadar merdiveni çıkmak bizim yaşlar için riskli değil mi?

        2017 yılındaki adalet yürüyüşünde gördüğüm kadar Kemal Bey, benim gibi değil, son derece formda görünüyordu. Ama yine de her gün merdiven tırmanarak risk de almamak gerekir gibi geliyor bana. Acaba CHP lideri evden çalışmaya mı başlayacak. Ama orada da elektrik olmayacağından internet bağlantısı da olmayabilir. (Sosyal demokratların pratik zekası pek olmaz diye bir önyargım olduğundan jeneratör de yoktur nasılsa varsayımı da var yazıda)

        Bize iyi hayatı hangi siyasetçi verecek

        Bize iyi hayatı hangi siyasetçi verecek
        0:00 / 0:00

        Ben iyi hayat nedir sorusuna üzerinde iyi düşünülmüş bir cevap vermemiş olan insanın ne iyi siyasetçi olabileceğini ne de ülke yönetebileceğini düşünüyorum.

        Üstelik bu soruya cevap vermemişler iyi seçmen bile olamazlar çünkü hayattan ne beklemekte olduklarını bilmedikleri için iyi karar da veremezler.

        İyi hayat benim için güzel alıveriş yapmak ve istediğim kiloda olmaktır demekle yetinebiliyorsanız şanslısınız çünkü hayatın zor bir sorusuna kestirme bir cevap verip mutluluğu hızlı yakalamış olabilirsiniz. Şanslı olabilirsiniz ama ne iyi bir siyasetçi ne de iyi bir seçmen olur sizden çünkü soru üzerine yeterli derin düşünme sürecinden geçmemiş durundasınız.

        Sokrates'ten önce filozoflar dünyanın niteliği ve kökenleri üzerine düşünür ve spekülasyonlar yaparlardı.

        Sokrates geldiğinde (M.Ö 469- 399) en iyi hayat nedir sorusunu felsefenin ana sorusu haline getirdi ve gerçek bir paradigmatik kopuş gerçekleştirdi.

        Sokrates kendi sorusuna üzerinde düşünülmüş hayat en iyi hayattır diye cevap verdi. Yani ona göre yaşamak istediği hayat hakkında iyi bilgilenmiş ve buna uygun arkasında koşmaya değen amaçlar oluşturabilmiş ve bu arada başka insanların hayatına da düşünceli yaklaşabilen insanın hayatı iyi yaşamdır demişti.

        İmmanuel Kant ise aynı soruya insanın tercih ettiği yaşamı zengin ve başkalarıyla tatmin edici bir şekilde yaşayabilen insanın hayatı iyidir diyordu.

        Başka hiçbir düşünürün bu konudaki fikirlerini öğrenmesek bile sadece bu iki filozofun bize anlamlı bir iyi hayat tanımı yapabilmek için yeterli ipucunu verdikleri söylenebilir.

        Bu iki düşünürün dediklerinden özetle şöyle bir sonuç çıkıyor: İyi hayatı bulabilmemiz için ilk önce önümüzde özgürce seçebileceğimiz alternatiflerin olması gerekir. Sonra hangisini seçeceğimiz konusunda da üzerimizde baskı veya yönlendirme olmaması lazım. Biz istediğimiz tür hayatı seçtiğimizde bunu zengin ve hiçbir sınırlama olmadan yaşayabilmeliyiz. Ama sınırlama olmadan derken başkalarının da kendilerine seçtikleri hayatlarını istedikleri gibi yaşamalarına engeller çıkarmadan onlarla anlamlı bir ilişki içinde yaşayacağız hayatımızı. Bu başarıldığı takdirde Sokrates'in yüzyıllar önce sorduğu soruya nihayet anlamlı bir cevap verilmiş olur.

        Bugün Türkiye bu soruyu kendimize somamız açısından çok uygundur. Her şey kötü ve hiçbir şey de değişmez kötümserliğine düşmeden kendimize seçtiğimiz iyi hayatı talep etmeliyiz ve bunu bize sağlayacağını söyleyenler arasından seçimi bilgili ve düşünceli yapmalıyız.

        Boks fakir sporu mu

        Boks fakir sporu mu
        0:00 / 0:00

        İnsanı öldürmese de sakat bırakma ihtimali hayli fazla olan bir spora gençler neden rağbet ediyorlar diye sorabilirsiniz.

        İlk akla gelen cevap boksun fakir gençlere para kazanma şansı tanıdığı olabilir.

        Ama bu doğru değil. Sporun tarihi gelişmesine baktığınızda boksun aslında zenginlerin rağbet ettiği bir spor oluğunu görüyorsunuz.

        Pugulizm diye bilinen çıplak elle, eldivensiz yapılan boksun (başa alınan darbelerin yol açtığı hastalık olan dementia pugulism adı da buradan geliyor) antik çağda Atina’da zengin ailelerin gençleri arasında çok rağbette olduğunu görüyoruz. 18’inci yüzyılda aristokrasi hem spor olsun diye hem de seyrederek eğlenmek için boksa çok ilgi duyuyordu.

        19’uncu yüzyılda genç aristokratlar Londra'da Totenham Court Road'da bulunan Gentleman Jackson’un spor salonuna boks çalışmak için gelirlerdi ki onların arasında Lord Byron da vardı. En büyük deneme yazarlarından bir tanesi olarak kabul edilen William Hazlitt’in (1778-1830) döneminin ağır sıklet boks şampiyonu Gene Tunney hakkında yazmış olduğu makale boks üzerine yazılmış olan en iyi denemelerden bir tanesi olarak kabul edilir. (Bu konuda felsefeyi modern sorunlara uygulamak konusunda en iyi yazarlardan bir tanesi olan A.C. Grayling’in 'The Heart of Things' kitabındaki ‘White Collar Boxing’ denemesi s.246 çok öğretici)

        Grayling’in denemesinin başlığı ‘Beyaz Yakalıların Boksu’ bir fantezi değil gerçeği anlatan bir başlık. ‘Fight Club’ Filmini izlediyseniz bazı gençler yeraltı yöntemleri ile düzenlenen boks maçlarına katılıyorlar. Bu fenomen ilk kez Amerika’da görüldü.

        1979 yılında Amerika’nın büyük şehirlerinde Toughman (Sert adam) adı verilen yasa dışı boks maçları düzenlenmeye başlandı. Buraya katılan amatörler ya birbirleriyle ya da bir dizi amatörle maç yapmak için anlaşma sağlanan profesyonel bir boksör ile maçlar yapar ve paralar kazanırlardı.

        Bu tür turnuvalarda 11 kişinin öldüğü ortaya çıkınca ’Toughman’ yasaklandı sonunda.

        Yani anlayacağınız tarihinde zenginler arasında popüler olduğu için büyüyüp gelişen bir spor sonunda para için o turnuvalara katılmaya zorunlu kalan fakir gençlerin de canını almış oldu.

        Kanalizasyon ve sanat

        Kanalizasyon ve sanat
        0:00 / 0:00

        Dünyamızda modern kanalizasyon sitemlerine ilk geçişler, içinden veya yanından nehir geçen veya deniz kıyısındaki şehirlerde olmuştur. Bunun nedeni de bellidir, sonraki daha ileri teknolojiler gelmeden önce şehir içindeki atıkların en kolay tasfiye yolu ya nehre ya da denize bunu akıtmaktı.

        Paris de Londra da ilk öce bunu yaptı.

        Paris'te dönemin orta sınıfının en büyük eğlencelerinden biri Sen Nehri yakınında piknikler yapmak ve nehirde yüzmekti. Monet, Pissarro ve Seurat’ın ilk dönem resimlerinde burjuvazinin Sen Nehri kıyısındaki hayatından kesitler görmek mümkündü. Renoir’in de Paris’in açık hava eğlencelerini gösteren muhteşem çalışmaları vardır. Seurat ayrıca ‘Bathers at Ansiers’ (1883) adlı çalışmasında işçi sınıfının da bu Sen eğlencelerine kendi bölgelerinde katıldıklarını gösteriyor.

        Şehre modern mimari getirmeye girişen Houssman ilk aşamada şehrin pisliğini nehre vermeye başlayınca hem nehir kokmaya hem de pislenmeye başladı. ’Essays on Arts and Artists’ adlı kitabında yer alan 'Seurat and Sewers’ başlıklı yazısında James Fenton, Seurat ve diğer dönem ressamlarının resimlerinde kanalizasyon etkisiyle dönüşümlerin nasıl gösterildiği incelemiş. Ayrıca T.J. Clark ‘The Painting of Modern Life' adlı muhteşem çalışmasında endüstrileşme ve kanalizasyon sistemleriyle değişen gündelik yaşamların sanat eserlerine nasıl yansıtıldığını da irdelemiş.

        Endüstrileşme ile birlikte sadece tabiat değil gündelik yaşam da değişiyordu tabii ki. Dönemin caddelerinin bir havasını almak için Camille Pissarro’nun ’The Boulevard Montmarte on a Winter Morning’ (1897) adlı çalışmasını tavsiye ediyorum .

        Ayrıca örneğin ilk başlarda balerin figürleriyle dikkatleri çeken Degas bu dönemde ‘Ütü Yapan Kadınlar’ adını verdiği resimle kadının kapitalist sistem içindeki yeni yerini de vurgulamak zorunda hissetmiştir kendisini.

        Charles Dickens romanlarında berbat koşullarını anlattığı Londra da pisliğe batmaktan kurtulabilmek için Roma İmparatorluğu'ndan öğrendiği kanalizasyon tekniğini hızla geliştirmek için uğraşmıştı. Paris de bu deneyden hayli öğrendi ve kanalizasyon borularını da Londra’dan aldı,

        Modern şehirler içinde kanalizasyon sistemini en son (1911) New York kurmaya başladı.

        Diğer Yazılar