Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İnternet sitelerinde ‘olay paylaşım’, 'sosyal medyayı sarsan görüntüler’, ‘cüretkar resimler’, ‘cesur pozlar’ gibi farklı başlıklar altında, çeşitli kadınların fotoğrafları yayınlanıyor. Bu tür başlıklar ile servis edilmese son derece olağan, rutin hatta sıkıcı olarak algılanabilecek görüntülerden bolca var.

        Ben "Bu başlıkların işaret ettiği heyecan nerede acaba ki" diye merakla fotoğrafların önemli bölümüne hızlıca bakıyorum.

        Sonuçta aradığım heyecanı bir türlü bulamadım ama Türk erkeğinin kendisini kaybetmesinin ve seks uğruna kendinden geçmesinin oldukça kolay tetiklenen bir fenomen olması gerektiğine sonunda daha da inanmaya başladım.

        Gerçi cinsellik söz konusu olduğunda erkek beyninin nerdeyse tamamen durması ve o durağanlık içinde depremler yaşaması sadece bizim bir ulusal problemimiz değil bu global bir problem ama yabancı kaynaklarda içinde heyecan bulunacağı iddia eden fotoğraflarda kriterin ve kalitenin biraz daha yüksek tutulduğunu söylemek mümkün gibi geliyor bana.

        Bu yazıyı sadece dijital ortamda nerdeyse çıplak kadın fotoğraf ve videosu bombardımanına zaten tutulmuş ve aklınıza gelebilecek ve hatta gelmeyecek her türlü cinselliği isterse bulabilecek beyinlerin hala daha deniz veya havuz kenarında mayolu veya banyo sonrasında bornozlu veya sadece omuzunu biraz açmış fotoğraftan nasıl heyecanlanabildiğini ve yayıncıların dediği gibi internet 'ortamını yıkan heyecan fırtınaları' nasıl yaşayabildiğini biraz olsun anlayabilme çabama belki katkısı olur diye yazmaya karar verdim

        Konu seks olduğunda erkek beyninin durumu

        Konu seks olduğunda erkek beyninin durumu
        0:00 / 0:00

        Gerçi erkek beyninde son derece vahim bir tuhaflık olması gerektiğine liseden mezun olduğumda karar vermiştim bile ama bunun rasyonel bir açıklama ipucunu ne kadar kafamı patlatsam da bulamıyordum.

        Aradığım ipucunu üniversite seçme sınavı sonucunu bile beklemeden (çünkü bunun bu sınavın tarihinde alınmış olan en düşük derece olacağından emindim) öğrenci olmak için gittiğim New York’ta bulmuştum.

        Şimdi çoğunuz bunu bilmezsiniz ama New York 1971 yılında dünyanın porno merkezi gibiydi. Bir benzetme yapacak olursak bugün internette en çok ziyaret çeken porno sitesi gibiydi New York.

        Manhattan’ın göbeğindeki Times Square’in bugünkü fotoğraflarına bakanlar, Disney’in mağazasının, Madame Toussauds’un mumya müzesinin bulunduğu ve ailelerin çocukları ile rahat gezebildiği bu bölgenin bir zamanlar adım başı porno film oynatan sinemalar ve porno dergi satılan dükkanlarla dolu olduğuna inanmayabilirler.

        Ama durum böyleydi, şehrin gündelik yaşamı o zamanlar gerçeküstü bir bilim kurgu filmi gibiydi.

        Şehrin o günlerdeki havasını biraz hissedebilmek için tavsiyem 1970’ler New York’un da geçen The Deuce dizisine bakmanızdır.

        İşte o ortamda sürterken ilk kez bir porno yayın satan dükkana girdiğimde erkek beyninin tuhaflığı konusunda aradığım ipucunu sonunda sanırım bulmuştum.

        Dükkandan içeriye adım attığım dönemde siyah-beyaz tek kanallı televizyonun olduğu bir ülkeden geldiğimden ve 18 yaşında olduğumdan cinsellik konusunda çok tecrübeli ve bilgi sahibi olduğumu söyleyemeyeceğim.

        Bugün 67 yaşımdayım. Ne yazık ki hala daha çok tecrübeye sahip olduğumu düşünemiyorum ama en azından teorik bilgim hayli fazla.

        Ama o günlerde ortalama bir Türk gencinin porno denilince aklına ne gelebildiğini anlamamız, daha sonra yaşanan değişimi de tam kavrayabilmemiz açısından önemli olabilir. Bu yüzden ilk önce o günlerde porno denilince aklına normal olarak ilk gelen o fikirle dolu bir Türk gencinin o dükkanda neler yaşadığını anlatıp sonra dükkan ortamının erkek beyninin tuhaflığı hakkında nasıl ipuçları verdiğini de açacağım.

        O dükkanda meseleyi anladığımı sanıyorum

        O dükkanda meseleyi anladığımı sanıyorum
        0:00 / 0:00

        1960’lı yılların sonu ile 1970’li yılların başında siyah-beyaz tek kanallı ülkemizin ortamında biraz seks filmi seyretmek isteyenlerin tek seçeneği nedense bu piyasayı ele geçirmiş gözüken Alman porno filmleriydi. Gerçi Almanlar son yıllarda özelikle fetişist seks filmlerinde oldukça yaratıcı olsalar da o günlerde sekste yaratıcılıkları oldukça düşük düzeydeydi. Büyük ihtimalle 1960’lı yılların göç döneminde Almanya’ya gidip yerleşmiş vatandaşlarımızın beğenip seçtiği ve yanlarında getirdikleri bu porno filmlerden oluşan piyasada izleyici teorik olarak heyecan vermesi gereken seksi son derece sıkıcı, tek bir boyuta indirgenmiş filmlerde mecburen izliyordu. Filmlerde 'haldur huldur, paldür küldür' bir şeyler oluyor ve siz porno seyrediyorum diye bu düşük düzeyi izlemek zorunda kalıyordunuz.

        Bunun sonucunda o dönemde ergenlikten çıkan benim gibi gençlerin kafasındaki ’Normal seks’ hiç yapılmasa da olacak kadar sıkıcı ve yaratıcılık dışı bir şeydi. Ama bu tabii ki 16 ile 18 yaş arasındaki bana ve arkadaşlarıma fazla bir şey ifade etmiyordu o filmler bile bizim heyecanımızı söndüremiyordu.

        Durum böyle olunca 1971’de New York’ta ilk porno dükkanında yaşadıklarımı anlatmaya geçebilirim artık.

        O günlerde porno film denilince, normal seks denilince aklıma ne gelebildiğini umarım artık anlamışsınızdır. O porno dükkanındaki binlerce yayın arasında ilk dikkatimi çeken benim normal olarak bildiğim ve Alman filmlerinden alıştığım görüntülerin neredeyse hiç olmadığıydı. Bunun yerine normal dışı diye tanımlanabilecek her türlü şey vardı. Kadın vücudunun hemen her organına dair seksüel bir yaklaşım sergileyen yayınlar çoğunluktaydı. Kadın vücudunun hemen her organı ki buna saçı, koltuk altı, ayak baş parmağı el serçe parmağı ve tabii ki bacağı ve kalçası bir fetişist arzunun konusu haline getirilmişti. Amerikan halkını sadece bu dükkanda satılan dergilerin içeriği ile yargılayacak olsanız tüm halkı cinsel sapık diye içeriye atmak gerekecek diye düşündüğümü hatırlıyorum o gün.

        Ama daha sonra bu fikrim de değişti. Çeşitli konulara ayrılmış onca dergi arasında kendi fetişimi de keşfedince benim normal tanımım da değişmeye başladı.

        Birey olarak ne yaşadığım pek önemli değil ama o dükkan bana erkek beyninin kadın ile ilgili cinsel arzu ve fetişlerinin neredeyse sonsuz olabildiği gösterdi. Tamamen rutin bir fotoğrafın bir insana "Eee ne var bunda" dedirtmesine rağmen bir başka erkeğe bunun heyecan verebildiğini anladıktan sonra erkek beyninin seks denilice neden daima nasıl tamamen durabildiğini ve o durağanlık içinde inanılmaz fırtınalar yaşayabildiğini anlamaya başlamıştım.

        Sanırım bu ilk tespit internette ‘Ortalık yıkıldı’ ‘Cesur pozlar’ diye sunulabilen basit bazı fotoğrafların neden bazı beyinleri heyecanlandırabildiğini de açıklıyor olmalı.

        Ama konuyu burada bitirmek yerine bence meseleye temelde' fetişist' duygularla bakmakta olan Türk erkeğinin bugünkü haline gelmesine katkı yapmış bir başka tarihi süreci de açmalıyım.

        Sahibe seks oyununa ne zaman girdi

        Sahibe seks oyununa ne zaman girdi
        0:00 / 0:00

        1980 miydi yoksa 81 mi şimdi tam hatırlamıyorum ama ‘Maitresse’ adlı Fransız filmini New York'da seyrettiğimde "Eğer bu filmin kaseti çıkarsa koleksiyonuma muhakkak bir adet alacağım" diye düşündüğümü hatırlıyorum.

        Çünkü BDSM (bondage, domination, sado mascohism) olarak adlandırılan seks oyunları New York’ta bile daha yeni anlaşılmaya ve etrafta yeni görülmeye başlıyordu. Şu anda taşralı, çocuklu turistlerin gezi ve eğlence alanına dönüşmüş Times Square meydanında 1980’lerin başında her adım başı bulunan pornografik yayın ve malzeme pazarlayan dükkanlarda bile bu yeni seks oyununa hitap eden malzeme fazla bulunmuyordu.

        Bunu nereden biliyorsun diye soracak olan olursa da diyeceğim sadece şu; ben o zaman 30'lu yaşa yaklaşanbir genç olsam dahi sadece bilimsel kaygılarla kültürel fenomenleri sosyolojik açıdan anlamak için, o günlerde üniversitelerde yıldızı yeni parlayanbir Michel Foucault ciddiyetiyle dolaşırdım o dükkanları. Sadece, "BDSM kültürüne ait yayınların olmadığını nasıl biliyordun yoksa onları mı arıyordun" diye soracak olanlara ise pes demekten başka diyecek bir lafım şu anda yok. Kendisini pornografik dükkanda bile bilimsel çalışmaya adayabilmiş aslında bu özverisi nedeniyle takdir edilmesi gereken bir insana bile bunu nasıl sormayı düşünebileceğinize şaşırıyorum doğrusu.

        ***

        'Maitresse' filmi BDSM kültürüne ait seks oyunlarını olağanüstü açıklıkla gösteriyor, bu ilk olan bir şey olduğu için göreni de şok edebilen sahneler içeriyordu.

        Film, Barbet Schroder gibi ciddi film dünyasının yerleşik düzeninin bir yayın yönetmen tarafından yönetildiği ve başrollerinde Gerald Depardieu ile Bulle Ogier gibi ana akım meşhur film sanatçıları oynadığından filmin bu içeriği daha da şaşırtıcı olabiliyordu.

        ***

        Aslında bu filmin Avrupa’da gösterime girme tarihi ve daha sonra Amerika’da sinema seyircilerinin karşısına çıkması seks tarihinin bir değişim dönemini ve zevklerde oluşmaya başlayan değişimi ve sekste normalin ne olduğunun tanımının bir dönemde sadece birkaç yıl içinde global düzeyde nasıl değişmeye başladığını gösteriyor bize. Bu nedenle filmin içeriğinin ve gösterim tarihinin iyi incelenmesi lazım. Gördüğünüz gibi yine bilimsel bir nedenim var bu konuya da girmekte.

        ***

        Film İngiltere’deki film değerlendirme komitesine (The British Board of Film Classification) onay için ilk kez 1976 yılında sunulmuştu. Komitenin uzmanları filmi izledikten sonra bunun iyi yapılmış ve insanların duygularını sömürmeyen bir film olduğunu söylemelerine rağmen filmdeki fetiş sahnelerinin zamanda kabul edilmiş olanların çok ilerisinde olduğunu söyleyerek filmin bu haliyle gösterilmesine izin vermedi.

        Yapımcılar filmi tekrar değerlendirilmesi için 1980 yılında tekrar komiteye başvurdular. Bu defa komite filmden 4 dakika 47 saniyenin kesilmesi durumunda filme X kategorisi bir değerlendirme ile gösterime çıkma izni verilebileceğini kararını verdi. Benim filmi bilimsel çalışmalarım gereği New York’ta görme tarihim bu nedenle kesin 1981 yılında olmalı.

        4 küsur dakikalık bölümde ne olduğunu ise maalesef açıklayamayacağım çünkü anladığım kadarıyla BDSM oyunlarına alışık olanlara bile aşırı gelebilecek türde bir görüntü varmış. Filmde Dominatrix’i (sahibe) oynayan Bulle Ogier bile bu sahnede kendi oynamayı kabul etmediği için yerine dublör kullanılmış.

        ***

        İşte o beş yılda 1976 ile 1981 yıllar arasında sekste normalin ne olduğunun tanımlarının global düzeyde yeniden yapıldığı ve radikal bir değişimin yaşandığı yıllardır.

        Değişim çok hızlı ve yaygındı. Bunu filmin tekrar değerlendirilmeye sunulduğu 2003 yılında bu defa X değerlendirmesinden de vazgeçilmesine ve filme sadece 18 yaş kategorisiyle ve daha önce kesilmesi istenilen bölümün de bu defa bir kesinti istenmeden gösterime çıkmasına izin verilmesine bile bakarak bu değişimin hızını anlayabilirsiniz.

        Ben filmi kategorisi X iken seyretmiş olduğum için yine bilimsel tutarlılık olsun diye, kesilen o sahneyi de görmek için filmi bu defa 18 yaş kategorisinde yeniden izlemek zorundayım. Görüyorsunuz bilim için yapmayacağım fedakarlık da yok. Umarım kıymetimi bilirsiniz.

        Bu arada filmin bir Blue Ray formatı ve DVD kaseti de var. Bilimsel çalışmalarımda arada bir bilimsel atıf yapmak için incelemek zorunda olduğumdan bende DVD kaseti olarak bulunuyor ama lütfen kimse ödünç istemesin bunu benden. Kimseye kısa süreliğine de dolsa vermem, yaşım ilerlemiş olmasına rağmen bilimsel heyecanım hala sürüyor.

        ***

        Aslında sekste normal kabul edilenin sınırlarının zorlanması daha önceden başlamıştı. 1960’lı yıllarda kadın dergisi Cosmopolitan’ın yayın yönetmeni Helen Gurley Brown’ın çok satanlar listesine giren kitabı ‘Sex and the Single Girl’ kitabının kültürel etkisiyle ve yine 1960’ların feminizm teorileri furyasıyla kuvvetlenerek büyüyen kadının erkek gibi sadece keyif için seks araması Amerika’da norm ve normal olmuştu. Erkekler ise zaten bildiğiniz gibiydiler. Bazen sadece "S" demeniz bile onları seksüel fanteziler kurmaya itmeye yetebiliyordu. Seksin birden bollaşmaya başladığı o dönemde porno dükkanları daha da bollaşmaya başlamıştı.

        Yukarda dediğim gibi 1970’li yıllarda Manhattan’In Times Square bölgesinde sadece bir dolaşmak bile global seks normlarının görülmesine yetebilirdi (bir bilim insanı için olağanüstü bir bilimsel saha araştırması ortamıydı). O günlerde sokakta bir esrar satıcısı vardı. Adam nedense elinde olan tüm malları sokakta bilinen isimleriyle bağırarak tek tek sayardı. Bu kadar türün olabilmesi bile kendi başına şaşırtıcıydı. Seks satmakta olan kadınlar da galiba bu adamdan öğrendikleri satış taktiğiyle ne tür seks sunduklarını da bağırarak, tek tek söyleyebiliyorlardı. Anlayacağınız o günlerde Times Square son derce ilginç ve heyecanlı bir yerdi. Şimdiyse bölge bir Disney filmi masumiyetine dönüşmüş durumda maalesef. Benim gibi Türkiye’den gelen bir adamın o günlerde algılamasının dışında kalabilen seks türleri de bulunuyordu. Ama ilk başlarda BDSM kültürüne ait olan hiçbir şey yoktu.

        Pornografi dükkanlarında ise kadın-erkek arası ilişkilere ait bölümün yanında eşcinsel bölümü de açılmıştı ve o dönemde dahi bu bölüm kadın-erkek bölümünden daha hızlı büyümüştü. BDSM kültürüne ait yayınlar az çok çıkmaya başlayınca, başta yayın sayısı az olunca onlara bakmak isteyenlerin yarattığı kuyruk nedeniyle hayli uzun beklemeniz de gerekiyordu. Bu uzun beklemeleri de bilimsel çalışmalarımın bir bedeli olarak kabul ettim ben çoktan.

        İnsan beyni bir tuhaftır hele bu insan beyni bir erkeğinki olursa dahası bir de seks söz konusu olursa işler tamamen çığırından çıkabilir. Sekse konsantre olduğunda o beynino anda mantıken açıklamasını yapabilmek mümkün olamayabilir.

        O günlerde özelikle 1976 ile 1981 yılı arasında erkek beyninin sekste yeni bir şeyler denemek istediğinin işaretleri, görmesini bilen herkesin görebileceği gibi, her yerde vardı.

        Barber Schroder’in filmi Maitresse ile piyasaya ilk işaret verilmişti ve yeni trendin bir bölümünün ne yöne olacağı da ortaya çıkmıştı.

        Birkaç yıl içinde 1980’li yıların başlarında aynı Times Square’de dolaşan seks satan kadınların bazıları deri çizmeli ve deri kıyafetli olmaya başladılar. Bazıları ellerinde kamçı bile taşırdı. Yine o tarihlerde sadece BDSM kültürüne yönelik seks filmi odacıkları da bulunan ve sadece bu tür seks dergileri satan ve kendini niş porno dükkanı olarak gören bir dükkan da vardı ortamda. Bu dükkan Times Square’den biraz uzaktaydı. Bütün Türk ulusunun nedense tanımakta olduğu Macy’s mağazasına doğru altıncı caddeden yürürseniz 38’İncİ sokak çevresindeydi o dükkan (gördüğünüz gibi bilim uğruna seyahat etmekten de kaçınmıyordum) sonra bu konu internete düşünce o dükkan da kapandı tabii ki.

        ***

        Filmin konusu özetle şöyleydi (Bazı insanları bu bölümü okumak zahmetinden kurtarmak için baştan söyleyeyim hayır bu bölümde filmin BDSM seks oyunları sahnelerini detayıyla anlatmayacağım).

        Oliver (Depardieu) Paris’e taşradan gelmiş ve evden eve dolaşarak kitap satmaya çalışan bir adamdır. Bir gün Arianne’nin (Bulle Ogie) evine de gelince kadın banyosunun taştığını ve Oliver’e buna da bir bakmasının mümkün olup olamayacağını soruyor. Evin içinde Oliver bir kat aşağıda kimsenin olup olmadığını sorunca da kadın onların tatilde olduklarını söylüyor. Bunun üzerine Oliver bir arkadaşı ile hırsızlık yapmak için gece eve gizlice giriyorlar. Evde etraf maskeler, deri kıyafetler, kamçılar ve yüksek topuklu ayakkabılar ile doludur. Aslında o ev bir kat üstte oturmakta olan ve asında profesyonel sahibe olan kadının müşterilerini kabul etiği bir oyun zindanıdır.

        Oliver kadınla sevgili olduktan sonra kadının müşterileriyle oynadığı seks oyunlarına da şahit olmaya hatta onların bazılarına da kadının kontrolünde katılmaya da başlar.

        Gördüğünüz gibi senaryo bir edebi şaheser değildi ama yine de heyecan verici olabiliyor herhalde. Çünkü filmin bayağı bir izleyicisi oldu dünyada da, bir de tabii bir açıdan bu filmin başlamasına yardımcı olduğu bir BDSM seks oyunları trendi de var dünyada. "Biz maço kültürdeyiz bizde olmaz bu işler" diyenlerdenseniz ben de size fikrinize saygım var ama bir daha düşünseniz iyi olacak derim. Hem bizde sekse bakmak da yasaklanmaya çalışıldığından gördüğüm kadarıyla en fazla yasaklanan siteler arasında bu tür BDSM oyunları da hayli fazla. Bu da talebin hayli fazla olduğunu gösteren bir başka olgu (aslında bilimsel kaygıları bir kenara bırakıp bu trendin maço kültür açısından anlamını duygusal bir hikaye ile vurgulayan acıklı bir roman yazmak da düşünülebilir).

        Bu durumdaki beyine o fotoğraflar tabii ki 'cesur' gelir

        Bu durumdaki beyine o fotoğraflar tabii ki 'cesur' gelir
        0:00 / 0:00

        Bu yazının başında dedim ya büyük ve iddialı laflar eşliğinde sunulan bazı kadın fotoğraflarının neden ortalığı yıkıp yaktığını ve neden büyük heyecanlar yarattığını anlayamıyordum.

        Bugünün dünyasında internetin bugünkü durumunda sadece omuzunu açmış bir kadının fotoğrafının veya havuz başında mayolu bir görünümün bu kadar fazla heyecan yaratabilmesini ilk başta erkek beyninin az gelişmişliği ile açıklama eğilimindeydim.

        Ama şimdi düşünüyorum da bu bir az gelişmişlikten çok erkek beyninin bu konuda hayli tuhaf olmasıyla ile bile ilgisi olabilir.

        Anladığım kadarıyla erkeklerimiz her fotoğrafa kendisine özel fetişist dünyası içinden gelen yorumla baktığından hızla heyecanlanabiliyor ve ortalığı da gerçekten yıkabiliyor.

        Bu arada 'Cinselliğe otoriter düzenleme' başlıklı son yazımda Michel Foucault'un 'Cinselliğin Tarihi' kitabından yola çıkarak Foucault'un baskıcı, özgürlüğü kısıtlayıcı ortamlarda insanlara dayatılan kısıtlamaların onların içlerindeki gücü dışa vurmalarının engellendiğinde, bu gücün cinsel fantezilerde çıkış yolu bulacağına inanıyordu dediğini de hatırlayalım.

        Diğer Yazılar