Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan M. Fatih Çıtlak ile Ramazan Sohbetleri

        M. FATİH ÇITLAK - GAZETE HABERTÜRK

        Muhabbet ve aşk; herhalde günümüzde en çok konuşulan ve herkes tarafından dile getirildiği halde en az anlaşılan ve yaşanan duygular...

        Bizler hep doğanın, ekolojik dengenin bozulmasından, hastalıkların, savaşların artmasından şikâyet ederiz. Ama dikkatli bakılırsa aslında ilk önce bozulmaya başlayan şey muhabbet duygusudur.

        Muhabbet ve aşk; zevk ve şehvet değildir. Muhabbet; insanın yaradılış gayesini ve içindeki cevheri ifade eden en önemli mana ve kavramdır. Doğal dengelerin bozulmasını hemen fark ederiz de ne hikmetse muhabbeti kaybettiğimizi görmeyiz bile.

        Kâinatın yaradılışında muhabbet vardır. Bizler böyle söyleyince hemen “Tasavvufi fanteziler bunlar!” diyerek yaftalamaya çalışıyorlar. Ne alakası var? Bu hem vicdani hem de ilmi bir gerçektir.

        Şöyle ki: Allah Teâlâ kâinatı yani her şeyi yaratmıştır. Müslüman böyle inanır, iman eder. Peki Cenâb-ı Hakk bu âlemi ve nice âlemleri yaratmaya mecbur muydu? Yani O’nu (CC), yaptıklarını yapmaya mecbur edebilecek bir kuvvet ve kudret var mıydı? Bu soruya bütün inananlar hep aynı cevabı verecektir:

        “Elbette yoktur, çünkü böyle bir şeyin ihtimali Allah Teâlâ’nın Uluhiyyet, Rabb’lik inancıyla çelişir. Haşa Allah Teâlâ’yı böyle bir şeye sevk edecek kuvvet, kudret ve sebep olabilir mi? Olamaz.”

        Peki neden yarattı? Cevap: Öyle murat etti, istedi. Murat etmek ve istemek, razı olmayı ve muhabbeti gerektirir. Tabii ki Cenâb-ı Hakk’ın muhabbeti bizim kıyaslayabileceğimiz bir muhabbet değildir. Ama Rabb’imizin bütün mahlûkatına muhabbetli olduğu “Rahman” ve “Rahim” isimleriyle aşikârdır. Merhamet ve rahmet de muhabbetin meyvesidir. O zaman diyebiliriz ki; kâinatın yaradılış sebebinde Cenâb-ı Hakk’ın muhabbeti esası vardır.

        YARADILIŞ GAYESİNİ UNUTMAMALIYIZ

        İşte bundan dolayı muhabbeti anlamayan, yaradılış gayesini anlayamaz. Yaradılış gayesini anlamayan ise hem kendisine hem etrafına zararlı bir ahlak ve anlayışta olur. İnsanlık tarihine baktığınızda zalimlerin, eşkıyanın, can yakan kişilerin en bariz ortak özelliği muhabbetsiz, merhametsiz oluşları yani yaradılış gayesini unutmaları ve kendilerini ilah yerine koymalarıdır.

        Savaş olduğu için denge bozulmuyor, tüketen bir toplum haline geldiğimizden dolayı doğa, tabiat, aile, insan ilişkileri bozulmuyor. Pek çok şey bozuluyor ama esas sebepleri bunlar değil. Hırs, zulüm, gadab, kin, nefret, ihanet gibi görünen ahlakın temelinde muhabbetsizlik ve aşktan mahrum kalmak yatıyor. Çünkü aşk ve muhabbeti anlamayan, bu âlemdeki mevcudiyetini bir türlü anlayamıyor. Yaradılış gayesine ters düştüğü ve bunu düzeltmeye muvaffak olamadığı için de kendine göre bir dünya dizayn etmeye kalkıyor.

        Bu hastalığın en son evresi ise artık dini, inancı, muhabbeti ve aşkı kendine göre şekillendirme belasıdır. Bu belaya kapılanlar, dini bozmaya, muhabbeti ve aşkı şehvet gibi algılamaya ve daha nice güzel manaları kendi inandığına göre şekillendirmeye ve başkalarına dikte etmeye yöneliyor.

        Düşünebiliyor musunuz? Allah Teâlâ din ve imanı yani muhabbetle, insan gibi yaşamayı bizlere ikram etmişken bazı insanlar dinsizliği ve muhabbetsizliği din gibi yaşamaya çabalıyorlar.

        İman, Kur’ân, İslâm ve Efendimiz’in (SAS) bizlere doğru yol olarak gösterdiği güzellikleri yaşayabilmek için, eğer bir muhabbet veya bir aşk kokusu almışsanız aman bunun üzerine titreyin ve bu muhabbeti hiçbir zaman kaybetmeyin. Ramazan ve Kur’ân’ın inşa ettiği insan muhabbetle çarpan bir gönlün sahibi olmuş demektir. Ramazan ve Kur’ân işte bu muhabbeti bizlere hatırlatmakta, yaradılış kodlarımızdaki güzelliği ortaya çıkarmaktadır.

        KUŞLARA YEM ATAN MECÛSÎ

        Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri bir kış gününde Bağdat camilerinin önünde bir Mecûsî’nin kuşlara yem attığını görüp ona şöyle dedi:

        “Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun. Allah Teâlâ, evvela imanı farz kılmış, geri kalan hayır hasenatı ondan sonra emretmiştir, iman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah (CC) indinde makbul değildir.”

        Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri’nin bu sözlerine Mecûsî’nin cevabı şöyle oldu:

        “Ben de biliyorum kabul olunmayacağını. Fakat Allah (CC) bu yaptığımı görmez, bilmez mi?”

        Cüneyd-i Bağdadî, “Elbette görür ve bilir” deyince Mecûsî, “Öyleyse O’nun (CC) görmesi bana yeter!” dedi ve kuşları beslemeye devam etti.

        Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor:

        “O zâtı rüyamda gördüm. Kendisi cennetteydi. ‘İman etmeyen cennete giremez, sen nasıl oldu da cennete girdin?’ diye sorunca ‘Ben iman ettim ya Cüneyd, Rabb’im bana ahir ömrümde iman nasip eyledi. Bunun nasıl olduğunu meleklerden sual ettiğimde onlar ‘Yaptığın iyilik ve samimi olarak

        Allah’ın (CC) seni gördüğünü bilmen Rabb’imizin hoşuna gitti ve senin kalbindeki perdeleri açıp iman nuruna kavuşmana vesile oldu!’ diye müjdelediler.” Allah Teâlâ’nın muhabbetiyle, doğru ve güzel olarak yapılan her amel muhakkak kişiye fayda verir ve Cenâb-ı Hakk’ın rızasına vesile olabilir.

        AYET-İ KERİME

        EY iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah (CC) yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah (CC) onları sever, onlar da Allah’ı (CC) severler. Mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler. Allah (CC) yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah’ın (CC) bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah (CC) geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.

        (Maide-54)

        Muhammed (SAS) Allah’ın (CC) elçisidir. O’nun (SAS) yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan (CC) lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçilerin de hoşuna gider. Allah (CC) böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah (CC) inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.

        (Fetih - 29)

        Muhabbetten Muhammed (SAS) oldu hâsıl

        Muhammed’siz (SAS) muhabbetten ne hâsıl

        HADİS-İ ŞERİF

        ‘KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR’

        Bir gün bir bedevî geldi ve Efendimiz’e (SAS) sordu:

        “Ya Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?”

        Efendimiz (SAS) “Hay yazık sana! Kıyamet için sen ne hazırladın?” diye sorunca adam, “Öyle fazla bir ibadetim yoktur. Fakat ben Allah (CC) ve Resûl’ünü (SAS) seviyorum” dedi.

        Efendimiz (SAS) bu cevap üzerine “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” buyurdu. Bunun üzerine ashâbdan orada bulunanlar, “Biz de onun gibiyiz, bize de aynı müjde var mı?” diye sordular.

        Efendimiz (SAS) aynı müjdeyi onlara da verdi.

        Ashâb bu hadise hakkında, “O gün bu müjdeye sevindiğimiz kadar hiçbir şeye sevinmemiştik” demiştir.

        Hadis-i şerif-Buhârî

        SORU VE CEVAP

        - Duada ellerin durumu nasıl olmalıdır? Duadan sonra elleri yüze sürmenin dayanağı var mıdır?

        Dua sırasında avuçlar yukarıya gelecek şekilde elleri açık tutmak, istek ve niyazın anlamına uygun bir haldir. Ellerin yukarıya, göğe doğru kaldırılması Allah’ın (CC) gökte, belli bir mekânda oluşundan değil, göklerin yücelik ve azameti temsil etmesi sebebiyledir. Peygamber Efendimiz (SAS) dua ederken bazen koltuklarının beyazlığı görünecek kadar ellerini kaldırırdı (Buhârî). Hazret-i Peygamber (SAS) buyuruyor ki: “Allah’a (CC) avuçlarınızı yukarıya getirerek dua edin. Duayı bitirdiğiniz zaman da ellerinizi yüzünüze sürün.” (Ebû Dâvûd).

        Efendimiz’in (SAS) bela ve musibetler sırasında dua ederken avuçları yere bakacak şekilde dua ettiği de, ellerini kaldırmadan dua ettiği de rivayet edilmiştir (Ahmed ibn-i Hanbel). Namazlardan sonra veya başka zamanlarda duâ ederken elleri yüze sürmek de sünnettir (Ebû Dâvûd).

        GÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ