Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsan kendini bazen derin bir kuyunun dibinde hisseder. Ne düşünse yanlış, ne yapsa eksik, ne olsa olmamış gibidir... İnsan, ebeveyn olduktan sonra bunu en az bir kere, çoğunlukla da daha sık hisseder...

        Uzay artık 6 yaşında. Algısı açık, meraklı, yaşama dair belli bir algısı ve ilişki kurma biçimi var... Ölümü, doğumu, fakirliği, savaşı, haksızlığı, adaleti kendince biliyor...

        Ben, 6 yaşındaki bir çocuğun annesi olarak zaman zaman kendimi eksik, olmamış, hatalı hissediyorum ve kuyunun içine doğru harekete geçiyorum. Önce küçümsemeye başlıyorum kendimi... “Bu çocuğa ihtiyacı olan, kapasitesini kullanmasına yardımcı olacak yeterince yaşantı, yeterince bilgi, deneyim sağlayamıyorum” diye başlıyor kendi kendime tiradım.

        Şehir hayatı beni o kadar zorluyor ki, zorlanmamak adına çocuğumdan deneyimlerini çalıyorum gibi geliyor. Bir hafta sonu onu alıp ormana gitmeye üşeniyorum mesela; trafikten çekiniyorum, hava soğuk üşeniyorum... Evde oturuyoruz; bu kolay ama o kadar da kolay değil.

        Bizimki herkesin kapısının açık olduğu, çocukların sokaklara kendi kendilerine çıkabildiği bir mahalle değil ki (hem kaldı mı öyle mahalleler?). Evdeysek evdeyiz; birini davet ettiysek onlar geliyor bazen, etmediysek baş başayız.

        Uzay oynamak istiyor. “Ben çocuğumla oyun oynamıyorum” diyen anneler tanıyorum; öyle değilim... Oynayamıyorum... Deniyorum, olmuyor. Nasıl törpülediysem kafamı yıllar içinde kendimi oyuna teslim edip oğlumla birlikte akıp gidemiyorum. Benim oynayabileceğim oyunların kuralları, çerçeveleri olmalı, ondan da hemencecik sıkılıyorum.

        Yemek yapabilirim ben, kitap okuyabilirim, ev işleri yaparken Uzay’ı onların içine katabilirim ama becerilerim arasında oyun oynamak yok. 6 yaşındaki bir çocukla değil. Bir bebek olsa karşımda, arada bir “cee” yaparım ve hallederim sanki... “6 yaşa yetemiyorum...” diye düşünüyorum, onun sünger gibi emmeye hazır beynine yeterince girdi sağlayamıyorum, yeterince iyi bir anne değilim, eksiğim ve burada suçluluk başlıyor; işte kuyu o.

        Annem bizimle oynar mıydı? Hatırlamıyorum. Annemi hep mutfakta, tezgâhın önünde bir şeyler yıkayıp, kesip karıştırırken hatırlıyorum. Anne olmak böyle bir şeydir diye kazınmış bilgi bankama. Durmadan yemek yapabilirim. Bizim ev, komşular, öteki arkadaşlarım için... “Hayatı boyunca yemek yaptı annem” diyen eşimi daha iyi anlıyorum. İnsan bazen, sevdiklerine onları sevdiğini anlatmak için tek bir yol bilir belki de... Annelik yemek yapmak mı?

        Arkadaşlarım var neyse ki; aklımın içinde kaybolduğu kuyuyu onlara açıyorum. “Ben anne olmaya layık değilim diyorum; Uzay’a yetemiyorum, eksiğim...”.

        “Niye ki? Sen ona adaletli, iyi, merhametli bir insan olmayı öğretmiyor musun... İnsana, hayvana, bitkiye, tüm canlılara saygıyı; biri konuşurken dinlemeyi, ihtiyacı olanın yanına koşmayı, yakın ilişkiler kurmayı, kitap okumayı sevmeyi öğretiyorsun ya, bunlar bir şey değil mi? Ne öğretmek istiyorsun başka?” diyorlar, kafam karışıyor.

        “Bunlar sayılır mı” diyorum... “Peki ya kuantum fiziği, ata binme, ters takla atma, keman çalma ne olacak?”

        Ağzımdan çıkanlar kulağıma gelince gülmeye başlıyorum. Gülüşüyoruz. Tuttum kuyunun dibine sarkıtılan şefkatli ipi; yavaş yavaş yukarı tırmanıyorum... “Evet ya” diyorum “Kuantum fiziğini de başkaları öğretsin...”

        Diğer Yazılar