Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Neden bilmiyorum, bizde güzel aşk romanı yazılmıyor pek. Wattpad’den keşfedilen çocuk yaştaki yazarların kitaplarını saymıyorum. Galiba özel bir vaha kurmuşlar kendilerine ve ne yazıyorlarsa birbirleri için yazıyorlar aslında. “Aşk-ı Memnu” ve “Çalıkuşu” gibi klasiklerimizin üzerinden de çok zaman geçti. Gerçi ben hâlâ dönüp dönüp okuyorum bu iki kitabı...Ve tabii başka memleketlerin yazarlarını; Bronte’leri, Austen’ı, “Anna Karenina”sıyla Tolstoy’u... Ya da niye hep klasiklerden gidelim, bazen de Bridget Jones’lara, Charlaine Harris’lere falan sığınıyorum. Gazeteci ve gezi yazarı olarak tanıdığım, zaman zaman da şahane edebiyat röportajları yapan arkadaşım Ahenk Göklü’nün duygusal, tatlı, eğlenceli ve nasıl demeli insanı sıcak bir yaz gününde buz gibi bir bardak limonata içmişçesine ferahlatan romanı “Şanslı Kızlar”ı bu yüzden çok sevdim. İçinden deniz geçen bir roman “Şanslı Kızlar”. Koop Island Blues diye bir şarkı var ya, okurken kendimi o şarkının içine girmişim gibi hissettim. Bir özelliği de aşk romanı olduğu kadar gezi romanı da olması. Anlayacağınız, iki türün özellikleri buluşmuş ve ortaya ‘kış ortasında açan yaz güneşi’ tadında bir roman çıkmış.Sordum tabii yazarına, neden gezi kitabı yazmayıp da aşk romanı yazdığını yahut aşk romanına geziyi neden yakıştırdığını... Gerçi birbirine daha fazla yakışan iki tür düşünemiyorum. İşte Ahenk Göklü’nün anlattıkları...

        “Şanslı Kızlar” bir kadın romanı ama aynı zamanda bir Capri romanı. Hikâyeyi Capri’ye taşımaya nasıl karar verdin?

        Kendi okuma zevkimden yola çıkarak karar verdim. Bir roman, konusu vekarakterleriyle ilgimi çekebilir ama hikâyenin geçtiği yer; tanımak, öğrenmek istediğim bir yer ise ilgim katlanır. Ben, hem dünyayı merak ediyor, öğrenmeyi seviyorum hem de mekânın hikâyeye kattığı ruh zevkimicezbediyor. Romanımı okuyanlar, Capri’yi adım adım dolaşmış gibi hissetsinler istedim.

        Capri doğasıyla, tarihiyle, mutfağıyla kitabın ana karakterlerinden. Bunun için nasıl bir hazırlık yaptın?

        Hikâye aklımda yeşermeye başladığında, bir gezi romanı daolmasını istedim. Yani ta en başından beri hem Nazlı’nın hikâyesini yazacaktım hem de Capri’yi. Amalfi sahilinde toplam üç hafta geçirdim ve Capri’yi görür görmez yazmak istedim. Yalnızca başkalarına anlatmak için değil; tüm güzellikleriyle burayı daha iyi kavramak için de. Ama bir yeri yazmak için o yeri gezmek yeterli değil. Gezi Traveller Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yaptığım yıllardan gezi yazarlığının dersine iyi çalışmayıgerektirdiğini biliyorum. Okurun Capri’yi zihninde canlandırabilmesi için orayı çok iyi tanımam gerekiyordu. Mevsim de hikâyenin ruh halini belirleyen önemli bir unsur oldu. Bol ışığıyla, sıcağıyla, sere serpeliğiyle,umut ve iyilik hissiyle “Şanslı Kızlar” bir yaz romanı.

        Kitabın kahramanı Nazlı ve arkadaşı Deniz arasındaki ilişki hikâyede önemli yer tutuyor. Gerilimli bir ilişkileri var ama birbirlerinden kopmuyorlar da. Kadınlar dostluklarında daha mı ısrarcı?

        Her insan gibi, her ilişki de biricik. Bu yüzden genellemelere temkinli yaklaşıyorum. Nazlı ve Deniz çocukluktan beri arkadaş. Çocukluğu paylaştığımız insanlara karşı daha toleranslıyız belki de. Kendimi eskisi kadar yakın hissetmediğim arkadaşlarımın bile çocukluk fotoğrafları beni duygulandırıyor mesela. Kadın dostluklarında çok fazla duygu ve mahremiyet paylaşılır. Bu da hem gerilime yol açar hem de bir çırpıda vazgeçmeyi zorlaştırır.

        Yalnızca zenginleri iyileştirmeyi seven doktorlar, kendi yazılarını başkalarına yazdıran dergi yöneticileri, hep ünlü kadınlarla sevgili olan niteliksiz erkekler... Gerçekler, sosyal maskelerin arkasında mı saklı?

        Herkesin maskeleri var çünkü herkesin korkuları var. Korkularımızı saklamak, hayatta kalma dürtüsünün bir parçası. Fakat bir de sırf maskelerden ibaret olanlar var. Sosyal becerileri yüksek. Vitrinleri çok süslü, ışıltılı ama biraz yakından bakınca koflukları ve yavanlıklarıyla insanı hayrete düşürüyorlar. O vitrini yaratmak bir ‘‘başarı’’ elbette. Yine de her günü, olmadığın biri gibi yaşamaya uğraşmak zor bence.

        Romanda Nazlı’nın dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Aşk acısı insanı nasıl değiştiriyor?

        Her acı gibi aşk acısının da öğretici olduğunu düşünüyorum ama ne öğreneceğimiz bize kalmış. Acıyı besleyip büyütebiliriz. Sırf o sevmedi diye sevilmeye layık olmadığımıza inanabiliriz. Üç günlük dünyayı cehenneme çevirebiliriz. Ya da hayatın gerçek acılarına gözümüzü açar, minnet duymayı hatırlarız. Kendimizi iyi etmeyi öğrenir, kendi değerimizi keşfederiz. Şanslı olduğumuza inanırız. Neyi seçeceğimiz bize bağlı. Ve bunun için de aklımız var.

        ‘Bir bakmışsın ruh halin alışkanlığın olmuş, davranışların olmuş; sen olmuşsun...’

        St. Petersburg’da ya da Capri’ye hiç benzemeyen “soğuk” yerlerde geçen kitaplar da yazacak mısın, yoksa ille güneş, ille deniz mi diyorsun?

        Yazmak istediğim çok hikâye, anlatmak istediğim çok yer var, aklımdakileri sıraya koymakta zorlanıyorum. “Şanslı Kızlar”da Capri’nin yeri ne ise, diğerlerinde de romanın ana karakteri gibi işleyeceğim şehirler olacak. İlle güneş ve deniz mi; hayır. İkinci romana başladım bile. Yolculuk bu defa Kuzey’e.

        Bir dönem Rusya’da, bir dönem de New York’ta yaşadığını biliyorum; bu sende neyi değiştirdi?

        On dokuz yaşındayken tek başıma, sırt çantasıyla bir ay Avrupa’yı gezdim. Çeşme’den yola çıktım, Lizbon’a kadar... Hayatımın ilk önemli yolculuğudur. Özgürlükçü ve açık görüşlü bir annebabanın kızıyım. Şimdi dönüp baktığımda zamanlarının ilerisinde insanlar olduklarını görüyorum. Bana da kız kardeşime de istediğimiz yere gidebileceğimiz güvenini ve gücünü verdiler. Özgürlük, sorumluluk gerektirir ama sorumluluğu öğrenmek için de özgür bırakılmak şart. Seyahat, bunu tecrübe etmenin en zevkli yolu. Seyahat etmek, insana hayatına uzaktan bakma imkanı da veriyor; yeni bir perspektif kazanıyorsun. Dünya bildiklerimizle sınırlı değil. Bunu fark etmek bile zihninde yarattığın hapishanelerden kurtulmanın yolunu açıyor.

        Ben de kendine acıma odaklı new age terapilerinden hazzetmiyor ve mutluluğun rasyonel bir seçim olduğuna inanıyorum. Kuşkusuz bu seçimi yapmakta zorlandığım dönemler var, yine de fikrim değişmiyor, ne dersin?

        Aklıma yatmayan hiçbir şey ilgimi çekmiyor. Akla inanıyorum. Mutluluk da akıl yoluyla yaptığın bir seçim. Mesela her şeyden şikâyet eden insanlar vardır. Hep mutsuzdurlar, hep bir şeylerden şikâyet ederler çünkü zihinleri iyi olanı değil, kötü ve olumsuz olanı bulup görmeye idmanlıdır. Böyle olmaya alışmışlar, zihinleri bu alışkanlığın esiri olmuş. Oysa hakikat dediğimiz şey zihnimizin dünyayı kavrayışı. Dünyayı nasıl kavradığımız da dünyaya nasıl baktığımıza bağlı. Tam da bu yüzden duyguların düşünceleri değil, düşüncelerin duyguları yarattığına inanıyorum. Düşünceler duyguları, duygular ruh hallerini yaratıyor. Ve zaman içinde bir bakmışsın ruh halin alışkanlığın olmuş, davranışların olmuş; sen olmuşsun... Bu yüzden nasıl düşünmeyi seçtiğimiz çok önemli.

        ‘Deniz ve Serra’yla ortak noktam var ama bunlar mahrem şeyler’

        Memleketin üstündeki kara bulutların etkisi var mı böyle sıcak ve iyimser bir hikâye anlatmayı seçmende?

        Üstünden kara bulutların eksilmediği bir memleketteyiz ve epeydir adamakıllı kasvetli zamanlardan geçiyoruz. İyi değiliz, hafiflemeye ihtiyacımız var. “Şanslı Kızlar”ı yazarken beni en mutlu eden şey, kendime alternatif bir dünya yaratabilmekti. Okurlar için de böyle olur umarım, yalnızca zihinlerinde de olsa, hafif bir hikâyenin peşinde Capri’ye kaçmak onlara iyi gelebilir.

        İlk romanlar konusu ne olursa olsun biraz biyografiktir denir. Hikâyesini okuduğumuz karakterin ne kadarı sensin?

        Hangi yanlarınız benzeşiyor, hangi yanlarınız farklı? “Şanslı Kızlar”ın tamamen hayal ürünü bir hikâyesi var. Kitabın kahramanı Nazlı ne fiziğiyle ne huyu suyuyla benziyor bana. Yine de ortak yanlarımız var tabii. Sadece Nazlı ile değil; Deniz ve Serra’yla da var ama bunlar mahrem şeyler.

        Diğer Yazılar