Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Herkesin tatile gittiği bir bayramda sahil kıyılarımız biraz boş kalmış olabilir, keza Avrupa tıklım tıklım biz kaynıyordu. Adım attığım her yerde, bir Türke rastlayınca da ister istemez fıkra gibi anıların içinde kendimi buldum. Ne yalan söyleyeyim bu bayram İstanbul’a dönesim hiç mi hiç gelmedi.

        Başka memleket görmeye gittiğimde turlardan ziyade kendi kendime gezmeyi tercih ediyorum. Böylece saat sınırım olmadan, istediğim yerde istediğim kadar vakit geçirebiliyorum ve fakat turla gezmeyi tercih edenlere de hak veriyorum. Sonuçta bir yerin tarihini, hikayelerini biraz da eğlenceli bir ağızla görmek isteyenler için rehber eşliğinde seyahat zevkli oluyor. Gerçi tanık olduğum bazı olaylardan sonra acaba rehberler de eğleniyorlar mı diye sorgulamaya başladım.

        Enteresan bir toplum olduğumuzu kabul etmek lazım… Birazdan size bununla ilgili birkaç örnek vereceğim. Hepsi de rehberlere yöneltilen sorular olmakla beraber, tarihle uzaktan yakından alakası yok.

        Orta Avrupa’da hemen hemen her şehirde aynı terane var. Bir meydan, bir katedral hele ki bir de köprü varsa tamam… bunları gördünüz mü şehir turunu tamamlamış sayılıyorsunuz. Turistik olan bu yerler haliyle tıklım tıklım insan kaynıyor. Meydana çıkan daracık sokaklarda rehberlerin anlattıklarını tura dahil olmasanız bile duyma şansınız oluyor. İşte bugün bende farklı zamanlarda, farklı yerlerde rehberlere yöneltilen sorulardan bazılarını sizlerle paylaşmak istedim. Baştan söyleyeyim yazının sonunda sizde rehberlere biraz üzüleceksiniz.

        İnsanlar eğlenmek için onca para vermişler; tabii ki de absürtlükler yaşanacak. Rehber güzel güzel bahçenin büyüklüğünden, etrafındaki binalardan bahsederken turdaki fazla neşeli adam “Madem o kadar etrafındakileri yıkıp geçmiş Osmanlı, keşke dalaymış saraya güzel yermiş” der. Rehber dehşet içinde gözlerini açmış adama bakar… Bu dediğim olay iki yerde birden oldu: Schönbrunn ve Belvedere sarayları... Anladığım kadarıyla rehberlerin çok sevip, aynı zamanda gelmek istemedikleri yerlerden iki tanesi.

        Charles Köprüsü üzerindeki İsa heykellerinin, bakire kadınların, koruyucuların hikayelerini anlatan rehbere bir soru gelir “ Hani nerede köprünün giriş ve çıkışındaki aslanlar? Kaldırmışlar mı?” Rehber şaşkın bir ifadeyle adama “Bu köprüde aslan yok. Tahmin ediyorum ki görmek istediğiniz köprü Budapeşte’deki Zincirli köprü ama biz Prag’dayız!” diye cevap verir.

        Bu rehber sancısında bir yer var ki benim favorim: Dünya üzerinde metrekareye en fazla heykelin düştüğü Vatikan şehri! Ah bir dili olsa da anlatsa yaşananları. Rehberler açısından tam bir kabus… San Pietro Bazilikası’nın Ayasofya’yla kendisini mukayese etmesi, meydandaki her bir azizin özellikle Aziz Petrus’un hikayesi ve kılık kıyafet karmaşası içerisinde, o gariban rehberler canla başla insanlara anlatım yapmaya çalışırlar. Yine keyfe keder bakındığım bir anda yanımdaki Türk turist kafilesinden biri rehbere “ Bırak şimdi bu ölmüş azizleri, hiç yaşayan aziz yok mu? Onlardan bize göster” demesiyle rehberin kalakalışı görülmeye değer.

        İtiraf ediyorum, yurtdışında bir şehri tavaf ederken turistik yerlerde bilhassa oturup vakit geçiriyorum. Oralarda rehberlerin acı çekmelerini, turistlerin dünya post-apokaliptik olsa umurlarında olmayacak gamsızlıklarına şahit olmak bana sapıkça zevk veriyor.

        Diğer Yazılar