Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’nin dış politikası açısından da tarihi bir eşiğe dönüşüyor. Ankara, şu sıralar dış politikadaki enerjisinin önemli bir bölümünü FETÖ şebekesinin dışarıdaki ayaklarını etkisiz kılmaya sarf ediyor. Dışişleri Bakanı ve vekil heyetleri, birkaç gündür farklı ülkelere ziyaretler düzenleyip FETÖ’yü anlatıyor.

        ABD nasıl 11 Eylül’den sonra dönüp dünyaya “Ya bizimlesiniz ya da onlarla” diyerek dış politikasında yeni bir parametre ilan etmek zorunda kaldıysa, Türkiye de şimdi dostlarını bu eksen doğrultusunda saflarını belli etmeye çağırıyor.

        Türkiye FETÖ’ye yoğunlaşırken, küresel ve bölgesel güçler de yanı başımızdaki Suriye ve Irak’ta IŞİD terörü odaklı kritik bir eşiğe gelmiş bulunuyor.

        El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra, geçtiğimiz hafta çok uzun zaman önce atması gereken adımı atarak hem adını değiştirdi hem de Kaide’nin küresel terör şebekesinden koptuğunu duyurdu. Bu gelişmenin bir tezahürü olarak Nusra’nın lideri Culani de ilk kez medyaya yüzünü gösterdi. Nusra’daki dönüşüm, ABD ve Rusya’nın Suriye’de terörle mücadelede küresel bir işbirliğinin eşiğine gelmiş olmasından kaynaklanıyor.

        Washington yönetimi, 1 ay önce Rusya’ya Suriye konusunda gayet kritik bir teklifte bulundu. Dışişleri Bakanı John Kerry, Moskova’ya iki ülkenin Suriye’de terörist kabul edilen radikal örgütlerle birlikte mücadele etmesini önerdi. Washington, bu teklifle Rusya’nın Suriye’deki üstünlüğüne boyun eğmekle kalmadı. Kerry, istihbarat paylaşımına da hazır olduklarını ilan ederek çok önemli bir taviz daha verdi. ABD, bunun karşılığında Rusya’dan tek bir şey istedi ve Batı yanlısı muhaliflerin artık hava saldırılarıyla hedef alınmamasını şart koştu.

        Gelgelelim aradan epey zaman da geçti ama Moskova hâlâ ABD’ye bir cevap vermiş değil. ABD arada “Yoksa B planına geçeriz” türünden tehditler de savurarak Moskova’dan gelecek cevabı bekliyor. Rusya ise ketum tavrını hiç bozmadan Suriye’deki işine bakıyor. Esad rejimiyle birlikte Halep’te ılımlı muhaliflerin elinde kalan yerleri de geri almaya çalışıyor Rus ordusu. Halep’teki gayet geniş ölçekli bu operasyonlar yaklaşık 1 haftadır aralıksız devam ediyor. Haliyle bu operasyonlar Suriye’de bugüne dek sahadaki müttefiklerinin kendisine inancını fazlasıyla sarsmış olan ABD’yi endişelendiriyor. Gidişat sahanın tümüyle Esad, YPG ve IŞİD ile Nusra’ya kalacağına işaret ediyor. Tabii bu da ABD’nin Rusya karşısındaki pazarlık şansının iyice azalacağını gösteriyor.

        Günün sonunda da ABD’nin elinde kala kala YPG kalacak gibi görünüyor. Ancak YPG’nin ABD için ne kadar doğru bir enstrüman olacağı Washington’u kara kara düşündürüyor olsa gerek. Bunun nedeni de gayet net aslında. Hem FETÖ’nün başındaki Gülen’e ev sahipliği yapacak, arkasında duracaksın hem de PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’nin mutlak hamisine dönüşeceksin; ama bir yandan da “NATO’daki müttefikim” dediğin Türkiye’den de ilişkilerin aynen devamını isteyeceksin! Bu filmin bu senaryoyla berbat bir sona gideceğini anlamak için iyi bir dış politika izleyicisi olmaya da gerek yok bence. Lakin mesele şu ki zoraki müttefikleri oynayan bu iki kritik aktörün bundan sonra ne yapacaklarını kestirmek de pek kolay sayılmaz.

        ABD’nin bir anda inanılmaz tavizler vererek Suriye’de Rusya’nın gönlünü alma çabası bu tablo içinde gayet anlamlı duruyor ama... Washington, FETÖ ve PKK’ya verilen desteğe bozulan Ankara’nın Rusya ve İran’la yakınlaşması ihtimalinin Ortadoğu ve Avrasya’daki varlığının kıyameti olacağını biliyor. Darbe girişimi sonrası Washington’dan Ankara’ya gönderilen ilk ismin Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford olması da ABD’nin meseleye bakışının bu yönde geliştiği anlamına geliyor.

        Washington, Ankara’nın tüm başkentlere gönderdiği “Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” mesajının blöf olup olmadığını anlamaya çalışıyor.

        Diğer Yazılar