Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FOREIGN Policy Dergisi’nde yayınlanan makalesinde Steven Cook, ABD Başkanı Donald Trump’ın sürprizlerden uzak durduğunu ve aslında en bilindik, standart Ortadoğu politikasına göre hareket ettiğini yazdı.

        Amerikan Kongresi’nde her zaman kolay destek bulma özelliğine dayalı bu politika basit bir kritere dayanıyor. Öncelik her halükârda Amerika’nın ekonomik çıkarlarına veriliyor. Amerikan çıkarlarına hizmet eden her Müslüman lider el üstünde tutulup korunuyor. Bu ülkelerde masumların işkencelerde katledilmesi, insan haklarının ayaklar altına alınması da bir önem taşımıyor. Washington’un her dediğine boyun eğen diktatörler dost, eğmeyenler düşman kabul ediliyor.

        Cook’un tespiti bence önemli ve büyük ölçüde doğru da. Trump “İsrail’in adamı” olarak nam salmış Senatör Mike Pence’i Başkan Yardımcısı seçtiği gün Amerikan derin devletinin bu “standart” dış politikasına biat ettiğini belli etmişti zaten. Riyad’da geçtiğimiz yıl yaklaşık 50 Müslüman lidere yaptığı konuşmada, “Buraya kimseye ders vermeye gelmedik, ortak çıkarlara dayalı bir partnerlik teklif etmek için geldik” dediği gün de Ortadoğu politikasında Amerikan derin devletine teslim olduğunu tüm dünyaya açıkça ilan etti.

        TEK İSTİSNA TÜRKİYE

        Cook’un tespitinde yine de sorunlu bir boyut var bana göre. Son başkan Obama’yı ayırıp bu teslimiyet halini Trump’a has bir şeymiş gibi sunmaya çalışması objektifliğini bitirmiş. Sanki Barack Obama, Ortadoğu’ya demokrasinin gelmesi için çabalamış, buna yönelik bir dış politika izlemiş de “kötü adam Trump” bunu terk etmiş gibi yazarak ayan beyan ortada olan realitelere sırt çevirmiş. Oysa Cook gibi bir ismin Mısır’daki askeri darbenin, Türkiye’deki 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimlerinin Obama döneminde olduğunu unuttuğunu hiç sanmıyorum. Neyse ziyanı yok, eksik bıraktığı hususları da biz tamamlayalım öyleyse.

        Gerçek şu ki; demokrasiyi öncelediği iddia edilen Obama, Ortadoğu’da insan haklarının ayaklar altına alındığı tüm süreçlerde Amerikan çıkarlarını kollamaktan başka hiç ama hiçbir şey yapmadı. Suriye’de ve Mısır’da siviller katledilirken Obama, “Yapacak bir şey yok, Kongo’da da insanlar öldürülüyor” dedi ve durumu açıkça normalleştirdi. Aynı Obama, Müslüman halkların özgürleşmesiyle sonuçlanabilecek Arap Baharı’na da Amerikan çıkarları zarar göreceği ve Türkiye’nin bölgede güçleneceği düşüncesiyle düşmanlık etti.

        Bununla birlikte ABD’nin bu “standart” dış politikasının Müslüman ülkelerde her zaman başarılı olduğu da ne yazık ki doğrudur. İşin kötü tarafı, kirli çıkarlardan başka hiçbir şeyi önemsemeyen bu standart siyaset bugün de İslam coğrafyasında rahatlıkla tutunacak bir zemin bulabiliyor. Diktatörlükler ve zulümler ABD’nin meşruiyet biçtiği bu bataklık zemininden besleniyor.

        Aradan geçen 70 yılda bu kirli siyaseti kökünden söküp hak ettiği çöplüğe atmaya yeltenen bir ülke çıktıysa bunun Türkiye olduğu gerçeğini de açıkça haykırmak gerekiyor. Türkiye çok zor bir mücadelenin sonunda elde etti bu zaferi. Bugün bu zaferi alkışlayıp yeni devre ayak uydurmaya çalışan kimi mukallit muhterislerin mücadelede ısrar eden kalemlere parmak salladığı, enikonu arsızlaştığı günlerden geçtik. Şimdi o günler de geride kaldığına göre iktidarı ve muhalefetiyle herkesin bu zafere sıkı sıkıya sarılması büyük önem taşıyor. Zaferi büyütmek, mücadeleyi özünde sağlamlaştırmak gerekiyor. Bunun yolu da insan hakları ve ifade özgürlüğünü genişletmekten, güçlendirmekten geçiyor. “Şimdi bunun zamanı mı” demeyin lütfen. Tarih kendisine kulak vermesini bilenlere, Cook’un “standart” dediği kirli Amerikan dış politikasının bilhassa insan haklarının rafa kaldırıldığı ülkelerde zemin bulabildiği dersini hatırlatmaya devam ediyor. Tuzağa tekrar düşmemenin yolu da İslam dünyasında her zaman özgürlüklere düşman, diktatörlüklere dost olmuş bu bataklığın kesin şekilde kurutulmasından geçiyor.

        Diğer Yazılar