Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN salı Teke Tek programında izledim Kadir Topbaş’ı.

        Açıkçası konuşmalarından, vizyonundan ve sakin konuşma tarzından hayli etkilendim.

        O gece televizyonda her cümlesinde İstanbul sevgisinden yolu geçen Topbaş ile bu sevgiyi paylaşıyoruz.

        Ama Topbaş’ın bu kenti ve bu sevgiyi bizimle paylaştığını zaman zaman kendine hatırlatmasında fayda var diye düşünüyorum.

        Bugünlerde İstanbul’la ilgili iki proje üzerinde soru işaretleri var çoğumuzda.

        Biri Taksim’in yayalaştırılması projesi, diğeri de Haydarpaşa Garı ve çevresinde yapılan kentsel dönüşüm projesi.

        Haydarpaşa’da önce kuleler vardı hatırlarsanız.

        Kamuoyu baskısıyla o kuleler daha makul katları olan binalara dönüştü. Ancak şimdi Haydarpaşa Garı binasının akıbetiyle ilgili soru işaretlerimiz var.

        Otel mi olacak, AVM’ye mi dönüşecek net değil. Kadir Topbaş dün katıldığı bir toplantıda harika bir açıklama yapmış. Buna göre Haydarpaşa Projesi tartışmaya açılacakmış.

        Yani birçok kesimden şehir planlamacısı, mimar, vatandaş fikirlerini dile getirebilecekmiş.

        İşte budur.

        Bunun kadar makul bir uygulama keşke proje basına sızmadan düşünülseydi. Ama bunu da şükür demeyi öğrendik. Aynı tartışma ortamına Taksim için de ihtiyacımız var.

        Çünkü Taksim... Cümlenin devamını getirmeye gerek yok.

        Herkesin o cümlenin devamı için başka kelimeleri var. Zaten ihtiyacımız olan da o “başkalıkları” aynı cümle içinde kullanıp “uzlaşmak”.

        Çünkü proje bu haliyle bomboş bir cümleden ibaret.

        Ne öznesi var ne de insanı harekete geçirecek bir yüklemi...

        Vermediyse mabut, neylesin Fatma Şahin?

        FARKINDAYIM, kafiyeyi tam tutturamadım ama içinde bulunduğumuz durumu en güzel anlatan atasözlerimizden biri bu.

        Dün bütün gün, kızını yazılı anlaşmayla satan adamı konuştuk.

        Televizyonda, radyolarda, paralı günlerde, taksilerde, otobüs duraklarında kızına bu fenalığı yapan kalpsizi (İnanın çok çok daha sert şeyler yazmak isterim, hatta şöyle en rahatlatanından birkaç küfürlü kelime sarf etmek isterim ama tesis yok) ve bu korkunç fiilin en fena bölümünü gerçekleştiren diğer zalimi konuştuk.

        Bu meselede konuşulacak o kadar çok ihmal var ki hangi birisinin altını çizeceğini şaşırıyor insan.

        Mesela taa 2006’da yani zavallı E.Y. daha ilk kez tecavüze uğradıktan sonra ortaya çıkan olayda yargı bir türlü doğru pozisyonu alamamış.

        Bir o mahkeme, bir bu mahkemeye savrulmuş durmuş dava dosyası.

        Bu altı yıl içinde kızın nasıl bir muamele gördüğüne, satıldığı adamın tacizine uğramaya devam edip etmediğine dair hiçbir bilgimiz yok.

        Çünkü ne acıklı ama bugün de o kız ve ailesinin nerede olduğu konusunda kimsenin bir fikri yok.

        E.Y., mahkemeye sadece bir kez ifade verebilmiş. Sonra sosyal hizmetlerin neden bu çocuğu, para karşılığı bir başkasına satan adamdan alıp yetiştirme yurduna koymadığı konusunda da kimsenin bir fikri yok.

        Belli ki bu soruları sorunca 2006 yılında bu korkunç vakayla muhatap olanlar bomboş gözlerle birbirine bakıyor. Sistem asla ve kata kendi kendine reaksiyon vermeyi, yasaları yüksek rakımlı tepelerden ittirme telefonları gelmeden uygulama refleksine kavuşmadığı için hep bize üzülmek, kahrolmak kalıyor.

        “2006 yılında Kadından Sorumlu Devlet Bakanı olan Nimet Çubukçu neden bu meseleye el koymamış acaba?” diye soruyorum kendi kendime.

        Ardından da “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ne yapacak?” diye düşünürken buluyorum kendimi.

        İşte burada bu yazının başlığına bağlanıyoruz usulca: Vermediyse mabut, neylesin kadın bakan? Hâkimlerin, sosyal görevlilerin içine o sorumluluk ve insan sevgisi yerleşmediyse bakanlar ne kadar olaya sahip çıkabilir ki?

        Sistem hep olaylar ortaya çıkıp kurbanlar geri dönülemeyecek zararlar aldıklarında bakan zoruyla çalışacaksa kökünden sarsmak gerekmiyor mudur sizce de?

        Hayatımızı elimizden almak istiyorlar

        DİJİTAL çağda ilginç bir faza girdik. Çok büyük bilişim şirketleri, semirmeyi bırakıp gözlerini üzerlerimize diktiler.

        O kadar büyük paralar kazandılar ve o kadar büyük alanlar fethettiler ki artık gözlerini doyuracak tek şey, henüz tam olarak girmeyi beceremedikleri kişisel bilgilerimiz.

        Bu hafta Facebook, Google ve Apple ardı ardına yaptıkları açıklamalarla ruhumuza kadar sahip olmak istediklerini açık ettiler.

        Facebook, herkesi zorunlu olarak zaman tüneli uygulamasına geçireceğini açıkladı.

        Bu, Facebook’a girdiğiniz ilk andan bugüne kadar yaptığınız her şeyin başkalarının gözlemine açılması anlamına geliyor. Sonra Google’ın kullanıcı sözleşmelerini teke indirdiği haberi geldi.

        Ancak sözleşmenin detayları insanı korkutacak cinsten.

        Android aracılığıyla telefonlarımızdan kiminle konuştuğumuzun bilgisine kadar tüm bilgilerimizi server’larına indirmek istiyor şirket. Her şeyi, her acayip detayı bilmek istiyor.

        Sonra Apple’ın iBooks Author uygulaması çıktı ortaya.

        Görünüşte ders kitaplarının yazılıp internet aracılığıyla yayınlanmasına olanak veren ve FATİH projesi gibi projeler için kitap yazmak zorunda olanlara çok büyük avantajlar sağlayan bir uygulama. Ancak programı kullanmaya başlarken onayladığınız elektronik kullanıcı sözleşmesinde “minik” ve çok ilginç detaylar var.

        Mesela kitabı parayla satmak isterseniz sadece AppStore’u kullanacaksınız ve Apple firması kârın yüzde otuzunu alacak!

        Üstelik eğer bir ülkede AppStore yoksa o ülkede asla kitabı yayınlayamayacaksınız.

        Üstelik bu anlaşma süreli de değil, sonsuza kadar geçerli!

        Çok büyükler ve görünüşe göre üstümüze üstümüze geliyorlar. Bizi bu devlerden kim koruyacak henüz belli değil ama en uçuk bilimkurgu filmleri birer birer gerçek olmaya başladı...

        Diğer Yazılar