Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye'nin havalimanlarında terör tehdidine karşı güvenliği sağlamak için İsrail’le işbirliği yapması gerekiyor.

        1970’li yıllarda özellikle Filistinli teröristler tarafından uçak kaçırma ve havalimanı basma tehditleriyle karşı karşıya kalan İsrail, buna benzer tehditleri sıfıra indirmek amacıyla ülkesinin en önemli havalimanı olan Ben Gurion’da yeni bir güvenlik sistemi getirdi.

        Hâlâ büyük başarıyla uygulanan sistemin dünyada tek ve olağanüstü başarılı olduğu tüm uzmanlarca kabul ediliyor. Ortak coğrafyamızdaki benzer tehditlerle karşı karşıya olduğumuz İsrail’le bir an önce bu modeli Türkiye’de de uygulamak için işbirliğine gitmemiz ve onların yardımını almamız gerekiyor. Bu modelin detaylarına girmeyeceğim; çünkü uzmanlık alanım değil ama İsrail güvenlik modelinin temelinde insan faktörü var.

        Güvenlik için alana sürdükleri uzman kadronun eğitimine ve içgüdülerine öylesine güveniyorlar ki, Ben Gurion’da çok yakın zamana kadar diğer tüm havalimanlarında bulunan vücut taraması yapan makineler bile yoktu.

        İsrail’in elinde tabii ki son teknoloji de var ama onlar insan faktörüne daha çok güveniyorlar. İsrail modelinde güvenlik, havalimanı binası önünde başlayan bir şey değil. Havalimanına dış periferide girilirken tüm araçlar uzman ekipler tarafından detaylı aranıp arabanın içindekiler yoğun bir şekilde sorgulanıyor. Bu sorgulamalar hem havalimanı binasına yürüyerek girilirken bina kapısında, hem de bilet kuyruğunda sürdürülüyor.

        SORGU BİR SAAT SÜREBİLİYOR

        Sorgulamalar, sorgulanan kişinin yarattığı şüphe düzeyine göre 4 dakika ile 1 saate kadar uzayabiliyor. Bu sorgulamalar şimdi olduğu gibi, “Bavulunuzu siz mı hazırladınız?” veya “Bavulu başka birisine emanet ettiniz mi?” sorularından ibaret değil, uzman sorgulamacılar tarafından yapılıyor. Bütün bu işlemlerden sonra hakkında hiçbir şey bulunmasa bile şüphelenilen kişi eğer uçağa alınacaksa onun yanına mutlaka bir istihbarat ajanı oturtuluyor.

        İnsana dayalı istihbarat faaliyetinin dışında havalimanı giriş çıkışları 24 saat elektronik olarak izleniyor. İstihbarat değerlendirmeleri bu kameralar aracılığıyla da yapılıyor.

        GÜVENLİK İÇİN KATLANILMALI

        Bu güvenlik modeli gayet tabii ki seyahate çıkacaklar açısından rahatlık sağlayan bir sistem değil, ama Türkiye’de yaşananlar gösterdi ki insanlar güvenliğin sağlanması için önlemlerin artırılmasına tepkili olmadıkları gibi bunu da destekliyorlar.

        “İsrail’le işbirliğine mutlaka gitmeliyiz” diyorum; çünkü onlar bu sistemi yıllardır uygulamanın getirdiği tecrübeye, uzmanlığa sahipler. İlişkilerimizin tam da düzeldiği bugünlerde bizimle işbirliğine girip gereken bilgi birikimini ve eğitim desteğini sağlayacaklarına eminim.

        Bu sistemde havalimanı güvenliğini sağlayacak personel mutlaka yüksek düzeyde eğitim almış uzman polis veya askerler olmalı. Yani güvenlik bir taşerona verilemez.

        Yasalarda değişiklik yapılarak uzman personelin yetkileri artırılmalı. Havalimanında sorgulanan yolcular, soruların her birine tatmin edici cevaplar vermeye mecbur olacaklarını bilmeli, yoksa bunun sonuçlarına da katlanmalılar.

        İstanbul’da şimdi dünyanın en önemli hub’larından biri olması beklenen üçüncü havalimanımız hazırlanıyor. Bu yeni havalimanını dünyanın en güvenli havalimanı haline getirmemiz gerekiyor. Bu da ancak İsrail modeliyle mümkündür.

        AMERİKA DA TARTIŞIYOR

        İsrail modeli havalimanı güvenliğini Amerika da tartışıyor. Ancak o modelin Amerika’da uygulanmasının zor olduğu söyleniyor. Çünkü İsrail modelinde seyahate çıkan bireylerin hak ve özgürlükleri sınırsız olmuyor. Güvenlik timleri, insanın tipine göre ayrımcılık da yapıyorlar (racial profiling). Amerika’da tüm bunlar insan hakları savunucuları tarafından reddediliyor ve “Özgürlüklerimize dokunulmasın da güvenlik biraz aksasın” deniliyor.

        Ben yolcu olarak havalimanına girdiğimde, “Yeter ki kafam rahat olsun, uçtuğumda da uçuşun keyfini yaşayayım” diyerek kısa süreliğine bazı hak ve özgürlüklerimden fedakârlık etmeye, uzun sorgulanmaya, razıyım. Birçok insanın da benim gibi düşündüğünü biliyorum. Amerika’da zor uygulanabilen bir model bu yüzden bizde ve İsrail’de rahatlıkla uygulanabilir.

        Özgürlükler ve güvenlik arasında bir tercih söz konusu olduğunda ben bazı özgürlüklerden vazgeçebilirim.

        SELFİE HASTALIĞI

        www.haberturk.com TV sitemizde yayınlanan bir habere göre, çok fazla selfie çekmenin özellikle dirseklerde kronik ağrıya yol açtığı saptandı. Bu yeni hastalığa “selfie dirseği” deniyor. Selfie çekerken yaptığımız kol hareketleri ve dirseklerimizin pozisyonunun yol açtığı ağrılar, tenis oynayanlarda rastlanabilecek türde ağrılara benziyormuş.

        Selfie çubuğu kullanılarak çekilen selfie’ler ise daha güvenli oluyormuş. Bir de tabii gün içinde çekilen selfie sayısını azaltmak gerekiyormuş.

        TURGAY ŞEREN

        Dün Turgay Şeren’in 84 yaşında hayata veda ettiğini öğrendiğimde, onu küçük yaşımda nasıl tanıdığımı hatırladım. O tanışmanın anısı aynı zamanda küçük bir çocuğun Galatasaraylı olması ve bunu hayat boyu sürecek bir taraftarlığa dönüştürmesinin de öyküsüdür.

        Çocukluğum Ankara’da geçti. TED Ankara Koleji 5 A sınıfında okurken o yıllarda deplasmana gelen takımlar hem cumartesi hem de pazar maça çıkarlardı. Santrforu Metin Oktay, kalecisi de Turgay Şeren olduğu için Galatasaray’a zaten bir sempatim vardı. Babam beni takımın kaldığı otele götürdü. İlk önce Metin Oktay, daha sonra da Turgay Şeren gelip başımı okşadı, hatırımı sordular. Ve hayat boyu sürecek Galatasaraylılığım o gün başlamış oldu. Dün vefat ettiğini duyunca bunları hatırladım.

        İŞT E O MAÇ

        Turgay Şeren ile ilgili olarak www.haberturk.tv sitemizde harika bir iş yapıldı ve ona “Berlin Panteri” unvanının verildiği maçın görüntüleri yayınlandı. Bu da ona en anlamlı veda oldu bence.

        Diğer Yazılar