Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN yılın eylül ayının 9'u ile 23'ü arasında bu köşede bir dizi yazarak büyük bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu söylemiştim. O yazı sürecinin tam ortasına düşen 16 Eylül Pazartesi günkü yazının başlığı "Dikkat! Türkiye'nin Başına Kirli Çorap Örülüyor"du.

        Yazının girişini burada aktarmak zorundayım:

        "Suriye'nin (ve dolayısıyla Türkiye'nin) global güç merkezlerinde ele alınış biçimi üzerine sürekli çalışmakta olduğumdan, bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu hissediyordum.

        Son birkaç dokümanı okurken ise başımdan aşağıya kaynar su dökülmüş gibi oldum. O tehlike artık yaklaşmakta değil tam da kapımızın eşiğindeydi ve kapıyı çalmak üzereydi.

        ...Oynanmak istenen oyun öyle pis, öylesine acımasız ki öğrendiklerim bir gazeteci olarak beni korkutuyor.

        Son sızdırılan istihbarat raporlarına göre, Amerikan istihbaratının elinde kimyasal silahın Suriye'deki muhalif güçlerce kullanıldığına dair delil varmış.

        Burada kastedilen muhalif güç, Türkiye'nin yakın durduğu ve desteklediği güçler.

        Dahası sıkı durun; muhalif güçlerin yaptığı öne sürülen kimyasal saldırıda kullanılan malzemenin Irak'ın Sünni bölgesinden elde edilip Türkiye üzerinden geçirilerek Suriye'deki muhalif güçlere verildiği söyleniyor.

        Gerçi raporun hiçbir yerinde Türkiye açıktan suçlanmıyor ama ima net ve açık. Dahası raporun bir yerinde, Türkiye'de yapılan bazı baskınlarda sarin gazının bulunduğu söylenilerek ima daha da güçlendiriyor.

        Amerikan istihbarat topluluğu içinde yer alan National Ground Intelligence Center (NGIC)adlı bir birim var. Bu birimin görevi, yerde savaşmakta olan Amerikan ordusuna istihbarat sağlamak ve onları yaklaşan tehlikeler hakkında uyarmak.

        İşte bu birimin hazırladığı ve üzerinde 'SECRET/NOFORN' (gizli/yabancılar göremez) damgası bulunan bu raporda, kimyasal silahların Irak'taki Sünni bölgeden nasıl alınıp, nasıl Türkiye üzerinden geçirildiği anlatılıyor. Ve bu operasyonu yapan bazı isimler de veriliyor."

        O gün yazıda çok daha fazla detay vermiştim ama bugün söylemek istediğim açısından bu kadarı yeter.

        Ne yapılmak istendiği ortada. O günden önce de yazmıştım; Amerikan istihbarat topluluğunun içinde yer alan her birim, Başkan'dan net bir direktif almadan Türkiye'yi böylesine pis bir işe bulaştırmak için özel bir gayret sarf etmezler.

        Amerikan yönetiminde Türkiye'yi bu şekilde damgalama uğraşı o dönemde vardı; çünkü Türkiye'nin Amerika'nın kendisine düşman olarak gördüğü güçlere destek verdiği kabul edilmiş ve bu açıdan bir şeyler yapılması da kararlaştırılmıştı.

        Amerika, Türkiye'nin dış politikasında bu sürpriz yönelim yüzünden Başbakan Erdoğan'ı sorumlu görüyor ve onun durdurulması gerektiği de kararlaştırılmış. O gün bu operasyon sonuna kadar götürülmedi, perde arkasında neler oldu da durduruldu bilemiyorum.

        Ama şunu net biliyorum: O gün başlatılan Türkiye'nin damgalanması gayreti, o dönemde sonuçlandırılmadan bitirildiyse de bu amaçtan tamamen vazgeçilmedi ve operasyona tekrar başlamak için fırsat kollandı.

        Son gelişmeler de gösterdi ki, Amerika ve yakın çalıştığı ülkelerin istihbaratları, Türkiye'yi bir şekilde teröre yardımcı devlet olarak damgalamak ve Başbakan Erdoğan'ı bu şekilde uluslararası camiada itibarsızlaştırma operasyonuna uygun koşullar olduğunda tekrar harekete geçiyorlar.

        Son hadiselerde olan bitenin sadece Türkiye'nin içişleriyle ilgili olmadığı, bazı paraların dışarıda terörle bağlantılı örgütlere ve kişilere aktığını gösterme çabaları da var. Yani geçtiğimiz ekim ayında yarıda kesilmiş operasyon, bugün başka görünüm altında sürdürülüyor.

        Siyasi açıdan Erdoğan'a karşı olabilirsiniz, hatta ondan nefret de edebilirsiniz, ama eğer Türkiye global güç tarafından teröre yardımcı devlet olarak damgalanırsa bunun sonuçlarını sadece Erdoğan değil, tüm Türkiye, hepimiz çekeriz.

        Çocuklarımızın, sevdiklerimizin geleceği kararır, Türkiye'yi altüst ederler. Bu yüzden ben, Deniz Baykal'ın yaptığı girişimi doğru buluyorum.

        Hatta Fehmi Koru'nun mektup götürme işini de destekliyorum. Çünkü bu dönemler, konuşarak anlaşması gereken kişilerin bazı psikolojik engeller nedeniyle bunu yapamadıkları ve sadece bu nedenle ülkenin tehlikeye düşebildiği dönemlerdir.

        Bu yüzden bazen bu gibi dönemlerde bir getir-götürücünün araya girip görüşme koşulları yaratmasına ihtiyaç olabilir. Fehmi Koru işte bunu yapıyor ve Deniz Baykal da bu gibi dönemlerde çok ihtiyaç duyulan devlet adamlığı tavrını hatırlatıyor.

        Bir ortak aklın devreye girip bizi bu badireden kurtarmasına ihtiyacımız var.

        Bu beladan çıkış yolu var ama opsiyonlarımız her geçen gün azalıyor. Başbakan Erdoğan'ın ortak akla ihtiyaç olduğunu kabul edip acilen bütün gücüyle buna destek vermesi gerekiyor.

        Diğer Yazılar