Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN ne yazık ki başkalarında gördüğümde nefret ettiğim bir davranış biçimini sergilemek zorunda kalacağım.

        Ben, ülkeyi yönetenlerin kendisinden tavsiye almasına ihtiyaç duyabileceğini sanan köşe yazarlarından hiç hoşlanmam.

        Hele sıfırdan başlayıp da parti kuran, ülkedeki tüm yerleşik ve direnen yapıları karşısına alıp onları hizaya sokarak yükselen ve halkın yüzde 50’sinin oyunu alarak iktidara oturan bir liderin, köşe yazarından tavsiye almaya ihtiyacı olabileceğini düşünmek ya saflık ya da zavallılıktır.

        Kabul ediyorum, ben de bazen tüm yazarlarda olduğu gibi megalomani krizlerine kapılıyorum. Kendi fikrimin çok önemli olduğuna ve buna ülkeyi yönetenlerin de ihtiyaç duyduğuna kendimi inandırabiliyorum. Bu kriz anlarımda benim en hızlı tedavi yöntemim, evde bulunan iki küçük yaramaz köpeğin tuvaletlerini yapmaları için yere serilen eski gazetelerde tuvaletin benim yazdığım sayfaya denk gelmesidir.

        Köşe yazısının geçiciliğini ve temeldeki önemsizliğini o anda tekrar hatırlarım ve kendime gelirim. Benim esas işimin, o gün yazdığım gazeteye yeteneklerimin ve bilgimin yettiği en üst düzeyde bir renk, bir nüans katmaktan ibaret olduğunu hatırlar ve büyük fikirlerimi kendime saklarım.

        Bütün bunlara rağmen başta dediğim gibi, bugün aslında nefret ettiğim davranış biçimini ben de sergileyeceğim.

        Mecburum, çünkü Başbakan’ın bir tavsiyeye değil ama bir detaya dikkatinin çekilmesi gerektiğine inanıyorum.

        Konu tabii ki Paul Auster.

        Bakın AKP il başkanlarına konuşurken ne demiş Başbakan Erdoğan:

        “ABD’li bir yazar ‘Hapiste yatan gazeteciler ve yazarlar yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyorum’ diyor. Ah biz sana çok muhtaçtık, niye gelmedin? Aman gel. Gelsen ne olur, gelmesen ne olur yahu? Türkiye itibar mı kaybeder?”

        Sayın Başbakan, bugünün dünyasında yerel ile global arasındaki sınırlar tamamen yıkıldı . Bugün yerel olan anında global oluyor, global olan da anında yerelleşiyor.

        Bu yüzden il başkanları toplantısı gibi yerelliğin en zirve noktasında bile konuşurken Başbakan sözlerinin global etkileri olduğunu görmeli.

        Paul Auster gibi global bir yazar da söyledikleriyle hemen yerelleşti zaten gördüğünüz gibi.

        Bir yazarın kendi başına Türkiye açısından bir önemi yoktur tabii ki, ama o yazar başta kendi ülkesi olmak üzere birçok önemli ülkede “düşünce üreten” insanları etkileme gücüne sahipse her ülke açısından önemli olmalıdır. Paul Auster de bu tür bir yazardır.

        Auster, Türkiye hakkında konuştuğu günün gecesi New York’ta birçok kokteylde ve yemekte, şehrin önde gelenleri, yazarları, bilim adamları Türkiye hakkında öğrendikleri son gerçeği kendi aralarında konuşurlar. Ve bu tür konuşmalar Türkiye’nin yıllarca süren imaj yaratma çabasını bir anda silip süpürecek bir etki yaratır. Global olan ile yerel olanın farkının kalmadığı dünyamızda Auster’in New York’ta söylediği söz, anında dünyaya ait söz olur.

        BAŞBAKAN’IN BUNA İHTİYACI YOK

        Ben bu durumu Türkiye’nin katiyen hak etmediğini ve AKP iktidarının hapishanelerdeki haksızlık duygusu yaratan uygulamalara hiç ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Başbakan iktidarını sürdürmek ve güçlendirmek için gazetecilere ve yazarlara haksız uygulamalara izin vermek ihtiyacında değil artık. Halkın önemli bir bölümünün olduğu kadar düşünce üreten kesimin önemli bölümü de iktidara destek vermiş durumda. Yapılan haksız uygulamalar hem Başbakan’ın hem Türkiye’nin global prestijine gölge düşürüyor.

        ERDOĞAN ARTIK GLOBAL OYUNCU

        Başbakan’ı anlıyorum; evet o halkın desteğini almış durumda ve bundan başka bir şeyin onun için önemi yoktur. Halk onu sevmektedir; Paul Auster ne derse desin onu sevmeyi sürdürecektir tabii ki. Ama bütün bunların yanında Başbakan artık sadece yerel bir lider değil, global düzeyde oynayan bir lider. Global liderlerin, global düşünce üretenlerin de desteğine, sempatisine ihtiyacı vardır. Böyle bir lider, o global önemi olan yazarlar, düşünürler ve gazetecilerin dünyasında da başı dik ve sırtında hiç gereksiz yük olmadan dolaşmalıdır.

        UMUTSUZLUK YAYGINLAŞIYOR

        Tutuklananlara haksızlık yapıldığı düşüncesi toplumu içten içe kemirmeye başladı. Ben bunun haber diline de aynen yansıdığını üzülerek görüyorum. Diyelim ki bir davadan tutuklu bir kişi, salıverilmesi için başvuru yapsın. Gazetelerdeki haberde bu başvurunun yapıldığı yazıyor ama haberin sonunda mahkemenin kararının ne olduğu yazılmıyor bile. Yani hiçbir tutuklunun salınmayacağı duygusu o kadar yaygın ki ve bu konudaki umutsuzluk o kadar içselleştirilmiş ki haberi yazan, mahkemenin son kararını yazmaya gerek bile görmüyor. “Bunu nasıl olsa herkes biliyor zaten” diye düşünüyor. Bu basit bir detay değil, bu ülkede adalet sistemine duyulan güvenin fena halde zedelenmekte olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak, evet Sayın Başbakan’ım, maalesef itibar kaybetmekteyiz. Yine evet, sizin dediğiniz gibi “Paul Auster gelse ne olur, gelmese ne olur”. Ama Sayın Başbakan, bu ülkenin yazarları, gazetecileri zaten burada ve hiçbirimiz bir yere gidecek de değiliz. Asıl sorun Paul Auster’in ne yapacağı değil, bizlerin ne yapmamız gerektiği, bizlere ne olacağı yahu...

        New York Times

        ANA yazıda ifade ettiğim duyguları ispat edercesine New York Times, Paul Auster’in Başbakan Erdoğan’a cevabını yayımladı. Şimdi “NY Times yazsa ne olur, yazmasa ne olur” da denilebilir tabii. Ama bu gazete New York’ta ve Amerika genelinde günün tartışma konularını belirleyici güce sahip bir yayındır hâlâ. Başbakan’ın konuyu açarak işi uzatmasına hiç gerek yoktu. Şimdi umarım gazetenin Yahudi sahipleri hakkında da ters bir laf söylemez.

        Diğer Yazılar