Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin İzlemediğim Oscar töreninden notlar
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pazar gecesi Paris’te mükemmel bir akşam yemeğinden sonra Oscar törenini izlemek için Hôtel Raphael’deki odama çekildim. Şartlar mükemmeldi. Çok uykusuz kalmama gerek yoktu, çünkü ABD’de saatler ileri alındığından Avrupa’yla fark azalmıştı. Dahası tören bu yıl bir saat erken yapılacaktı. Töreni Fransa’da Canal Plus yayınlayacaktı ve akşam yemeğine çıkmadan önce televizyonu kontrol ettim, hatta bir süre bu kanalda futbol programı izledim.

        Geri geldiğimde simsiyah bir ekrana bakıyordum. Resepsiyona sordum, Canal Plus paketleri yokmuş. Daha önce futbol programı izlediğimi söylediğimde biraz bedava süre verdiklerini, sonra şifrenin devreye girdiği yanıtını aldım. Hollywood ünlülerinin sık sık kaldığı bir otelde Oscar törenini izleyememek çok Fransız bir tavır değil mi?

        Parislilerin Oscar törenine ilgisi de aşağı yukarı bu kadardı. Önceki akşam konuştuğum bir Fransız gazeteci “Umarım o kadın kazanır çünkü çok kampanya yaptı,” dedi. Kastettiği Justine Triet ve “Bir Düşüşün Anatomisi” filmiydi. Evliliği sallantıda olan çiftlerin izlememesi gereken bu başyapıtı Fransa en iyi yabancı film dalında aday bile göstermedi ama. "Oppenheimer" ın hepimizi sinemaya geri getirdiği, Christopher Nolan’ın ilk Oscar’ının çoktan zamanının geldiği bir senede aradan başka filmin sıyrılmasına olanak dahi yoktu zaten.

        En iyi senaryo ödülünü alan “Düşüş” eğer yabancı film dalında aday olsaydı belki de bu en çekişmeli kategori olacaktı, ama kendisini geri çekerek “The Zone of Interest”in önünü açtı.

        TEK BİR SÜRPRİZ YOK

        Ödülü izleyemedim ama uzun zamandan beri ilk kez izlemiş kadar oldum. Zira ertesi sabah kazananlara baktığımda neredeyse tek bir sürpriz yoktu. Oscar töreninden önce herkes “Oppenheimer”ın aday olduğu bütün kategorilerde aşağı yukarı bütün ödülleri toplayacağından hemfikirdi. Ben başlarda Paul Giamatti bir sürpriz yapıp aradan sıyrılır mı diye tereddüt ettim, çünkü bir ara Amerikan basınında büyük kampanya yapıldı. Bir de heyecan olsun istiyordum. Ama son günlerde Cillian Murphy tartışmasız galip ilan edilmişti.

        Boşuna da değil. Nolan’ın favori oyuncusu Murphy bu sene erkekler arasında üç saatlik filmin hemen her karesinde genç, yaşlı, güçlü, egosantrik, yenik, çıplak, giyinik, ezik, galip olarak yer aldı ve filmi taşıdı. Bilindik anlamda bir Hollywood star’ı değil, kendisi de star olduğunu kabul etmiyor zaten. O bir aktör ve işini yapıyor.

        Eğer zorlarsak, gecenin tek sürprizli kategorisi en iyi kadın oyuncu töreniydi. Televizyon yayınlarında adını sürekli karıştırdığım, önce Emma Thompson sonra Emma Roberts diye düzelttiğim ama asıl adı Emma Stone olan Emma’ların en ünlüsü “Poor Things” ile ödülü kaptı. “Poor Things” sinema sanatının neden icat edildiğinin en güncel örneği olsa gerek. Bir dakika bile sıkılmadan, üstelik sonradan üzerinde düşünerek ve sık sık kahkaha atarak izlediğim bir filmdi. Stone da tabii ki harikaydı ama galiba komedi oyunculuğunu pek çoğumuz hafife alıyoruz ve aslında bunun ne kadar zor bir iş olduğunu fark etmiyoruz.

        Normal şartlarda Akademi’nin de bu önyargıyı yenmemesi beklenirdi. Üstelik aynı kategoride mükemmel bir Sandra Hüller ve ödül alsa tarih yazabilecek ilk yerli Amerikalı oyuncu Lily Gladstone vardı. Gladstone büyük ihtimalle bir daha böyle bir fırsat yakalayamayacak, çünkü Hollywood onun başrol oynayacağı filmleri sık sık çekmiyor. Ama “The Killers of the Flower Moon”da gerçekten ödüllük bir oyunculuk mu sergiledi?

        WOKE DALGASI RESMEN BİTTİ

        Amerika çok uzun zamandır bir “wokeness” dalgasından kurtulamıyor. Siyasi ve toplumsal eşitsizlikler kültürel alanda telafi edilmeye çalışılıyor. COVID-19 yüzünden Asya düşmanlığı mı arttı? Oscar’ları o berbat “Everything Everywhere All at Once”a verelim. Siyahlar ayaklanıyor mu? Hemen Daniel Kaluuya en iyi yardımcı erkek oyuncu seçilsin. Bu sene de beyazların Amerikan yerlilerine karşı işledikleri suçların özrünü Lily Gladstone’a Oscar vererek dileyebilirdi Hollywood. Ama anladığım kadarıyla artık “woke”luktan onlar da sıkılmış.

        En iyi film Oscar’ının ana karakteri Yahudi, diğer rollerde de beyaz erkeklerin ağırlıkta olduğu “Oppenheimer”a gitmesi de bu kültürel değişimin, ya da sinemanın fabrika ayarlarına dönmesinin bir başka işareti. Hollywood büyük adamlar—her zaman adamlar—hakkındaki biyografik filmlere bayılıyor.

        Akademi geçtiğimiz senelerde en iyi film dalında aday olanlara bazı kısıtlamalar getirmişti, ekipte “çeşitlilik” şartı vardı. Nolan bu engeli kamera arkasında önemli görevleri kadınlara vererek aştı, bu sayede de beyaz erkekleri anlatan filmiyle Oscar kazandı.

        New Yorker’ın film eleştirmeni Richard Brody’e göre “Oppenheimer” bir Wikipedia maddesini andırıyor, hatta Wikipedia maddesinde filmde olduğundan daha ilginç ayrıntılar mevcut. Ama Brody zaten hiçbir filmi beğenmiyor, özelliği o.

        Bense yazın IMAX perdesinde, Nolan’ın çektiği şekilde izlediğim filmi önceki akşam evde televizyonda yeniden izlemeye başladım. Yorgundum ve üç saatlik bir filmi uykuya dalabilmek için açtım. Ama gözümü kırpmadan, yerimden kalmadan bir kez daha bitirdim. Konsantrasyon süremizin 30 saniye olduğu bir çağda üç saatlik kendini izletebilen bir film her türlü ödülü hak eder.