Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Dayanışma Nedir?

        Bir topluluğu oluşturan bireylerin ortak duygu, düşünce ve çıkarlar etrafında birbirlerine karşılıklı bağlanması, destek ve yardımcı olması anlamına gelen "dayanışma" kavramını sistematik bir şekilde ele alarak kuramsallaştıran ilk sosyolog Émile Durkheim'dır (ö. 1917). Toplumsal İş Bölümü başlıklı tezinde Durkheim, dayanışmanın "mekanik" ve "organik" olmak üzere iki farklı biçimde tezahür ettiğini belirtir. Bu iki ayrı dayanışma biçimi, aynı zamanda iki farklı toplum tipine işaret eder.

        "Mekanik" dayanışma ilkel veya geleneksel toplulukları tanımlar; üyelerinin aynı duygu, inanç ve değerleri paylaştığı homojen gruplara özgüdür. Bireysel farklılıkların asgari düzeyde olduğu bu topluluklarda dayanışma, benzerlik esasına dayanır; bireysel kişilikle ters orantılı olarak gelişir ve "kolektif bilinç" bireyin tüm bilincini tamamen kaplayıp her noktada onu ele geçirdiği zaman en yüksek noktasına ulaşır. Kısaca mekanik dayanışma ancak "birey kişilikleri toplumsal kişilik içinde eridiği ölçüde" olanaklıdır. Mekanik dayanışmanın hakim olduğu toplumlarda, "birey kendinin sahibi değildir; tam anlamıyla toplumun istediği gibi kullandığı bir nesnedir". Kolektif bilincin bu denli güçlü ve kuşatıcı olduğu geleneksel toplumlarda "bastırıcı" hukuk geçerlidir yani ortak bilincin yasakladığı edimlere uygulanan müeyyideler baskıyla işler.

        "Organik" dayanışma ise bireysel farklılaşma ve iş bölümünün arttığı modern-sanayileşmiş toplumlarda görülür. Heterojen bir yapı arz eden bu toplumlarda bireyler, birbirini tamamlayan farklı rol ve işlevler üstlenmeleri itibarıyla karşılıklı olarak birbirlerine bağımlıdırlar. Organik dayanışma, her bireyin kendine özgü bir kişiliği ve etkinliği olduğu müddetçe mümkündür. Bu dayanışma biçiminin hakim olduğu toplumlarda, parçaların bireyliği geliştiği ölçüde bütünün bireyliği de gelişir. Toplumun öğelerinin her birinin kendine özgü hareket etme olanağı arttıkça toplumun da bir bütün olarak hareket etme olanağı artar. Durkheim'a göre bu dayanışma, gelişkin canlılarda görülene benzer. Bu canlıların her organının kendine özgü bir fizyonomisi, bir özerkliği vardır, bununla birlikte parçaların bireyselleşmesi arttıkça organizmanın bütünlüğü de o ölçüde güçlü olur. Durkheim, kurduğu bu benzerlikten dolayı, iş bölümünden kaynaklanan dayanışmayı "organik" olarak niteler. Modern toplum, bireyselleşme ve sanayileşmeye koşut olarak gelişen iş bölümü esasına göre örgütlenmektedir. Durkheim'a göre bu toplum tipini bir, bütün ve canlı tutan, "organik" dayanışmadır. Organik dayanışmanın geliştiği modern toplumlarda "onarıcı" hukuk yürürlüktedir. Dayanışmaya ket vuran her türlü edim, onarıcı hukukun (medeni hukuk, idare hukuku, ticaret hukuku vs.) kuralları çerçevesinde cezalandırılır. Modern dünyada, toplumların "hacim" ve "yoğunluğu" arttığı ölçüde, ceza/yaptırım sistemindeki bastırıcı kanun ve kuralların oranı azalır.

        Durkheim, modern toplumlarda giderek artan bireyselleşmeye rağmen toplumsal dayanışmanın da geliştiğini tespit eder. Buradan hareketle, bireyselleşme ile toplumsal dayanışma arasında nasıl bir ilişki/uyum olduğunu sorunsallaştırır: Bireyin, bir yandan giderek özerkleşirken diğer yandan topluma daha sıkı bir şekilde bağlanması, daha dayanışmacı olması nasıl açıklanabilir? İlk bakışta "aşikar bir çatışma" gibi görünen bu durumun Durkheim'a göre tek bir açıklaması olabilir: iş bölümünün gelişmesiyle toplumsal dayanışmanın biçim değiştirmesi yani geleneksel ("mekanik") dayanışmanın yerini modern ("organik") dayanışmanın alması. Bu açıklamaya göre "iş bölümü", dayanışmaya engel değil bilakis temel teşkil eder; insanları daha fazla iş birliği yapmaya ve dayanışmaya zorlar.

        Durkheim'ın Toplumsal İş Bölümü'nde, Auguste Comte'un (ö. 1857) yoğun etkisi altında geliştirdiği kurama göre toplumlar, iş bölümünün gelişmesine paralel olarak "mekanik" dayanışmadan "organik" dayanışmaya doğru evrilir. Durkheim, organik dayanışmayı yaratan iş bölümünün gelişimini psikolojik veya ekonomik nedenlerden ziyade -neden ve sonucun bağdaşık olması ilkesince- toplumsal nedenlere bağlar: İş bölümü, bireylerin ne mutluluk arayışının (psikolojik güdüler) ne de daha fazla, daha nitelikli ve daha hızlı üretmek amacıyla kendi aralarında gerçekleştirdikleri görev paylaşımının (ekonomik sebepler) neticesidir. İş bölümü toplumsal hacmin genişlemesi, bireyler arası iletişim ve mübadele ilişkilerinin yoğunlaşmasıyla hız kazanan bir "toplumsal olgu"dur ve toplumsal olarak açıklanmalıdır.

        Durkheim, iş bölümü ve dayanışmanın "ahlaki" boyutu üzerinde ısrarla durur. Modern toplumda bireyler her ne kadar daha az müşterek özelliğe sahip olsalar da ayırt edici niteliği benzerlik olan geleneksel toplumun fertlerine nazaran birbirlerine çok daha güçlü bir şekilde bağlıdırlar. Paradoksal gibi görünen bu durum, bireyin modern yaşamın dayattığı son derece özelleşmiş rolleri üstlenmek ve uzmanlık gerektiren muhtelif pek çok etkinlik alanına katılmak zorunda kalmasından ileri gelir. Ne var ki modern insan, kolektif pratikleri benimseme ve ifa etmede pek istekli görünmez. Bu durum, Durkheim'a göre genel bir ahlaki zafiyete işaret eder. Ona göre modernitenin asli bir unsuru olan iş bölümü, insanın sadece maddi arzu ve isteklerini karşılamaya yönelik değildir; son derece güçlü bir "ahlaki" boyutu da taşımaktadır hatta "varlık sebebi" bizatihi ahlakidir. Durkheim, iş bölümüne eşlik eden bireyselleşmenin toplumsal dayanışmaya ket vurmaması için toplumun ahlaki temellerinin -yeniden- tahkim edilmesi gerektiğine kuvvetle inanır. İş bölümü, ancak modern koşullara uygun yeni bir ahlak inşa edildiği takdirde toplumsal dayanışmayı sağlama işlevini yerine getirebilir. Ahlak, dayanışmanın temelidir çünkü insanlar arasında güven tesis eder; aynı zamanda bencil yönelimlere mani olur. Sağlam bir ahlak kurmanın birincil koşulu ise toplumsal bağları çeşitlendirmek ve ilişkilerin yoğunluğunu artırmaktır.

        Durkheim, organik dayanışmanın işleyebilmesi için yeni bir "ahlak edinme"nin gerekliliğini vurguladığı gibi -geleneksel ya da modern- tüm toplulukları "toplum" kılan bir "ruhsal" boyuta, "kolektif bilinç" olarak kavramsallaştırdığı manevi bir varlığa da işaret eder. "Bir toplumu oluşturan üyelerin ortalamasında yaşayan inanç ve duygular" manzumesi olarak tanımladığı "kolektif bilinç", sadece ilkel toplumlardaki mekanik dayanışmanın değil, "organik dayanışmanın" da koşuludur. Durkheim'ın düşüncesine göre, yüksek bir organik dayanışmanın olduğu modern toplumların çatışmacı ve egoist bireylerden oluşan bir yığına dönüşmemesi, ancak varlığını her daim koruyan ve hissettiren, kuşakları birbirine bağlayan, ezeli ve ebedi "kolektif bilinç" sayesinde mümkün olabilir.

        YAZAR

        Enes Kabakcı