Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi İktidar Nedir?

        Genel anlamda bir bireyin yahut bireyler topluluğunun kendi istekleri doğrultusunda, rızaları olup olmadığına bakmaksızın diğer insanların davranışlarını etkileyebilme, yönlendirebilme veya denetleyebilmesi; toplumu yönetme, yönlendirme gücü, bu gücü elinde bulunduran otorite, ilişki veya organ anlamına gelir. Ayrıca iktidarın, başkalarının davranışlarını kontrol edebilme, herhangi bir ilişkide itaat üretebilme kapasitesi anlamları da vardır.

        Siyaset bilimi ve sosyoloji başta olmak üzere her sosyal bilim disiplininde iktidarın ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, nasıl işlediği ve nasıl paylaşıldığı meselesi üzerine yapılan tartışmalar çok önemli bir yer tutar. Bu disiplinler dairesindeki kuramsal çabalar, farklı bakış açılarıyla iktidarın farklı kaynaklara (bilgi, fiziksel güç, servet), biçim-tekniklere (zor kullanma, yönlendirme, ikna etme) ve amaçlara (itaati teminat altına alma, düzen tesisi) odaklanır. Tüm bu yaklaşım, odaklanma ve açıklama farklılıkları iktidarı, "özünde tartışmalı" bir kavrama dönüştürür.

        Sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinde sıkça gönderme yapılan Max Weber (ö. 1920) iktidarı, herhangi bir ilişkide, bir kişi ya da grubun kendi iradesini, dirençleri aşıp yerine getirme olanağı olarak görür. Yani iktidar, en az iki tarafın olduğu bir ilişkinin ürünüdür ve bu ilişkinin ölçeği, "benlik politikalarında" olduğu gibi kişinin kendi iç dünyası ve benliği ile ilişkisiyle sınırlıyken bu ölçek, bir devletin uluslararası örgütlerle veya diğer devletlerle olan ilişkisine kadar genişleyebilir. Bu ölçek genişliği ile iktidar varoluşsal bir öge olarak sosyal bilimler dışında örneğin biyolojinin (Darwinizm) ve felsefenin (Nietszche-iktidar istenci) de ilgi alanındadır. Örneğin Friedrich Nietzsche (ö. 1900), sosyal Darwinizmi anımsatacak bir tarzda, iktidarı varoluşsal bir öge olarak görerek hayatta kalma becerisi, yaşamı sürdürebilme tutkusu ile iktidar iradesi ile istenci arasında zorunlu bir ilişki olduğunu iddia ederek, tüm yaşamın aslında iktidarın artırılmasına yönelik bir çaba olduğunu belirtir. 

        Formel ilişkiler düzleminde değil ama gerçek yaşam düzlemindeki bütün ilişkiler asimetriktir. Bu asimetrinin ana nedeni ise insanlar arasındaki farklılıklar ve bu farklılıkların toplumsal yaşama eşitsizlik olarak yansımasıdır. Bazı insanlar daha güçlü, daha ikna ediciyken bazıları daha zayıf, daha zengin veya daha fakir olabilir. Bu farklılıklar, bir kişi ya da grubun itaat üretme becerisini elde etmesine, yani muktedir olmasına yol açar. Yine bu farklılıklar, toplumların hiyerarşik olarak örgütlenmelerine neden olmaktadır. İktidar en genel anlamıyla bir kişi ya da grubun diğer kişi ya da grupları kendi arzusu ve düşüncesi doğrultusunda etkileyip yönlendirebilmesi olarak tanımlandığında, iktidarın her türden toplumsal ilişkide var olduğu sonucuna varılır. Marksist gelenek bu eşitsizlikler dairesinde iktidarı, daha çok yapısal, dolayısıyla sınıfsal bir düzlemde bir kapasite olarak ele alır. Bu gelenekte iktidar hem özneler arası hem de özne, fail-yapı arasındaki ilişkiler çerçevesinde bir kapasite olarak çözümlenir.

        Bir etkileme, belirleme becerisi olarak iktidarın farklı yüzleri, boyutları ortaya çıkar. İktidar bazen karar verme, gündem belirleme, gündemi saptırma becerisi olabileceği gibi bazen de hegemonik tarzda başkalarının düşüncelerini, isteklerini veya ihtiyaçlarını belirleme şeklinde ortaya çıkabilir. Bir anlamda iktidar ilişkisi, ilişkideki bir tarafın (A) diğer tarafı (B), çıkarıyla çatışsa da etkilemesidir; B'ye gerçek çıkarının ne olduğu öğretilir, B'nin durumu/konumu belirlenir, onun için erişilebilir olan bilgiler manipüle edilebilir, sonuçta B, aksi takdirde yapmayacağı bir şeyi yapar. Bu açıdan propaganda, ideoloji aşılama, psikolojik kontrol gibi uygulamalar da iktidarla ilgilidir. Yani her iktidar ilişkisi zorunlu olarak zor kullanmaya dayanmaz. Bu yolla insanların tercihleri bile belirlenebilir. Böylece bazı meseleler kamusal tartışmanın dışında tutulabilir. Bu açıdan iktidarın bir görünen açık işleyişi bir de doğrudan gözlemlenemeyen işleyişi vardır.

        Emir ve itaat ilişkisiyle birlikte, bir etki veya kapasiteyi çağrıştıran iktidar, toplumsal yaşamın tüm düzeylerinde görülür. Bir şeyleri yapma iktidarından çok, bir şeyler üzerindeki iktidara odaklanıldığında, belli birey veya grupların kendi iradelerini diğerlerine dayatmasının bir sonucu olarak sosyal iktidar ortaya çıkar. Bu açıdan toplumsal ilişkiler içinde işleyen "sosyal/toplumsal iktidar" kavramı, daha kapsamlı bir çerçeve içinde farklı iktidar biçimlerini de kapsar.

        Siyasal iktidar da dahil olmak üzere tüm iktidar uygulamaları sosyal olarak inşa edilir. Sosyal inşa sürecinde iktidar bir şebeke olarak toplumsal yaşamın her sektöründe (aile, bilim, din, siyaset, eğitim vb.) nüfuz alanı edinir ve kaçınılmaz olarak toplumun tüm bireyleri, bu şebekenin bir parçası olur. Bu açılardan düşünüldüğünde iktidarın işlediği iki ana düzlemden bahsedilebilir: Siyasal iktidarın da yer aldığı kurumsal olarak işleyen yapısal iktidar (örn. devlet-yurttaş ilişkisi) ve kişiler arası ilişkiler üzerinden işleyen mikro-iktidar (örn. öğretmen-öğrenci ilişkisi). Sosyal iktidarın kapsayıcılığı çerçevesinde, her iktidarın kaçınılmaz olarak aynı zamanda bir mikro iktidar ilişkisi olduğu unutulmamalıdır.

        Sosyal iktidar olgusunun kapsayıcılığı çerçevesinde ele alınan daha sosyolojik bir mesele de iktidarın kimler tarafından nasıl kullanıldığıdır. Siyaset sosyolojisi kapsamında iktidarın sosyal hayatta işleyişi, paylaşımı ve dağılımı konusunda, dört ana yaklaşım vardır. Bunlar korporatizm, Marksizm, elitizm ve demokratik çoğulculuktur. Korporatizm, iktidarı, özel sektör (meslek örgütleri) ile devletin iş birliği çerçevesinde ele alır ve toplumun iktisadi, kültürel ve siyasal tüm faaliyetlerinin bu iş birliği çerçevesinde düzenlenmesi gerektiğini savunur. Marksizm ise ekonomi merkezli açıklamasında toplumda iktidarın eşitsiz dağıldığını belirterek iktidarın üretim araçlarına sahip yönetici sınıfın elinde yoğunlaştığını öne sürer. İktidar farklı kurumlara dağılmış gibi görünse de egemen sınıf bu iktidarı, kendi çıkarları doğrultusunda alt sınıf üyelerinin toplumu dönüştürme çabalarını engellemek için kullanır. Elitist kuramlar (V. Pareto (ö. 1923), C. W. Mills (ö. 1962)) da iktidarı, iyi örgütlenmiş ayrıcalıklı seçkin bir azınlığın elinde biriken ve siyasal formüller (G.Mosca [ö. 1941]) aracılığıyla yığınların yönlendirilmesinde başvurulan bir kapasite olarak görür. Çoğulculara (R. Dahl [ö. 2014], R. Aron [ö. 1983]) göre ise iktidar, üzerinde rakip toplumsal grupların pazarlık ettiği bir kapasitedir ve bu pazarlık toplumdaki tüm gruplara açıktır.

        İktidar ve siyaset arasındaki ilişkiyi ele aldığımızda iktidarın, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası, aynı zamanda toplumsal düzenin ana dayanağı olduğu vurgulanmalıdır. Siyaset ise en genel anlamıyla bir toplum (topluluk) adına bağlayıcı kararlar alma ve yürütme süreci olarak tanımlandığında, her toplumsal oluşum kendine özgü bir siyasal sistem (rejim) geliştirir. Bu siyasal sistem aynı zamanda toplumsal düzeni tesis edecek ve işletecek iktidarı elde etme mekanizmalarının neler olduğunu ve iktidarın kimler tarafından nasıl işletileceğini belirleyen iktidar yapılarını oluşturur. Bu yapılarla iktidar sahipleri, herkesin uyacağı kurallar koyar. Bu açıdan iktidar, toplumsal ilişkilerin bir düzen içinde işlemesini sağlamakla beraber, o toplumdaki iktidar ilişkilerinin hem aşağıdan yukarı hem de yukarıdan aşağı akışını belirleyen siyasal sistemin dayanaklarını oluşturur.

        Siyasal ilişkiler önemli ölçüde iktidar boyutu taşısa ve siyaseti iktidar mücadelesi olarak tanımlamak mümkün olsa da tüm iktidar ilişkileri zorunlu olarak siyasal bir niteliğe sahip değildir. Bir etkileme olarak iktidar, toplumsal etkileşimden doğar; yani bir ilişkidir. Siyasal iktidar ise bu etkinin, tüm topluluğu ilgilendiren karar alma süreçlerinde kullanımıdır. İktidarın ilişkisel niteliği çerçevesinde, toplumsal ilişkilerin tümünü kapsayan iktidar ilişkilerinden (baba/oğul, doktor/hasta) bahsedebilmek mümkündür. Ancak her iktidar ilişkisinin siyasal bir nitelik taşıyıp taşımadığı önemli bir meseledir. Siyasal iktidar "toplum adına bağlayıcı karar alma ve bunları uygulama yetisi" şeklinde tanımlandığında, eleştirel ve feminist teorideki itirazlara rağmen, toplumsal yaşamdaki iktidar ilişkilerinin önemli bir bölümü dışarıda kalacaktır.

        Siyasal iktidar, iktidarın boyutlarından biridir ve kamusal alanda işleyen iktidardır. En genel anlamıyla siyasal iktidar, belli bir ülke üzerinde yaşayan toplumun bütünü üzerinde işleyen, kamu siyasalarını formüle edip yürüten iktidardır. Sosyal yaşamda bir babanın aile içindeki iktidarı aile, öğretmenin öğrenciler üzerindeki iktidarı sınıf ölçeğiyle sınırlıyken siyasal iktidar toplumdaki tüm birey, grup ve kurumlar üzerinde işler. Bu açıdan siyasal iktidar diğer sosyal iktidar biçimlerinden ayrılır. Siyasal iktidarın kişiler ve mülkiyet üzerinde adli tasarrufta bulunabilecek derecede kapsayıcılık, üstünlük zor kullanma tekeli gibi birtakım ayırt edici özellikleri vardır. Günümüzde devlet eliyle kullanılan siyasal iktidar, bu özellikler çerçevesinde tüm ülke ölçeğinde egemen olarak işletilir. Max Weber, siyasal iktidarın bu özelliğini, modern devleti oluşturan ana ögelerden biri olarak görmektedir. Weber, devleti meşru zor kullanma tekeline sahip varlık olarak tanımlamakla birlikte, zor kullanmayı devletin normal ya da tek aracı olarak görmez. Çünkü Weberci çözümleme, iktidarın iki uç tezahürü varsayımına dayanır. Bir uçta çıplak güç ilişkisi kılığındaki iktidar, diğer uçta ise İngilizce'den otorite olarak tercüme edilen, meşrulaştırılmış tahakküm biçimi -Herrschaft- vardır. Yine Weber'e göre bu meşruluk-otorite ilişkisi geleneksel, karizmatik ya da ussal olarak oluşturulmuş yasal gerekçelerden kaynaklanır.

        İktidar tartışmalarında daha çok yapı ve resmi kurumlara odaklanmış bu tür çözümlemeler, Michel Foucault'nun (ö. 1984) söylemsel iktidar kavramlaştırmasıyla önemli ölçüde zayıflamıştır. Postmodern eleştiriler dairesinde akademik ilginin, daha çok iktidarın doğrudan gözlemlenemeyen, ölçülemeyen boyutuna kaydığı söylenebilir. 1970'lerde popüler olan post-yapısalcı çözümlemelere kadar iktidar, devletin uyrukları üzerinde kullandığı tekelci ve merkezi bir kapasite olarak ele alınmıştır. Özellikle Marksist ve neo-Marksist geleneklerin iktidarı sabit bir kapasite olarak görmesini ve genel olarak yapısalcılığı eleştiren Foucault, iktidar olgusunu bireysel davranış ve yapının ötesine taşıyarak iktidarın ne olduğundan çok, nasıl işlediğinin anlaşılmasının daha önemli olduğunu belirtmiştir. İktidarın sadece kısıtlayıcı değil aynı zamanda teşvik edici bir işleyişi olduğuna dikkat çeken Foucault, iktidar olgusunun bireysel tercih, sınıf ya da kapitalist sistemin yapısal gereksinimlerine indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu iddia eder. Ayrıca iktidarın gündemi belirleyerek, tartışmaları sınırlandırarak, hakikatin ne olduğunu tanımlayarak, ıslah ederek, normalleştirerek, bilgiyle birleşerek ve dolayısıyla hem epistemolojik hem de etik yargılarla (doğru-yanlış, iyi-kötü) kendini derinleştirerek işleyen söylemsel bir oluşuma dönüştüğünü öne sürer.

        Herhangi bir ilişkide baskın bir iradenin, bireyler ve gruplar üzerine dayatılması anlamındaki iktidar ilişkisinde, bu hakimiyeti dayatmanın çok çeşitli yolları olabilir. Foucault'nun ifadesiyle iktidar, "şebeke, ağ benzeri bir tertibat aracılığıyla" işler. İktidar tüm toplumsal düzlemlerde (sadece yöneticilerin iktidarından ibaret olmayan) birtakım stratejiler geliştirir ve böylece iktidar tüm topluma yayılır. İktidar tek merkezli değildir. Bu şebekenin, ağın, bir tarafında bilgi, diğer tarafında bilim, cinsellik, ekonomi, din vb. olabilir. Yani sosyal ilişkiler ağında, her zaman emir veren ve itaat bekleyen tek bir iktidardansa bu şebekenin farklı kollarında işleyen "iktidar" ilişkileri vardır. Verili bir ilişkide buyuran taraf, bir sonraki ilişkide itaat eden tarafa dönüşebilir. İktidar bireysel ya da yapısal bir kapasite olmaktan çok, birey-birey ya da birey-kolektivite (toplum) zeminlerinde ilişkisel bir niteliğe sahiptir; yani iktidar bir edilgenlik ilişkisi değil, failler arasındaki dinamik bir süreçtir. 

        YAZAR

        Ahmet Kemal Bayram