Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Nakşibendilik Nedir?

        Bahaeddin Nakşibend'e (ö. 791/1389) nisbet edilen tarikat. Nakşibendilik tarikati adını XIV. Yüzyılda Orta Asya'da yaşayan Bahaeddin Nakşibend'den (ö. 1389) almaktadır. Bu tarikat XII. Yüzyılda Buhara civarında teşekkül eden Hacegan tarikatının bir devamıdır. Gençliğinde Halil Ata isimli bir Yesevi şeyhinden istifade eden Bahaeddin Nakşibend, daha sonra Hacegan yoluna mensup Emir Külal'e bağlanarak tasavvufi eğitimini tamamlamış ve Buhara'da halkı irşada başlamıştır. Tasavvufi eğitimde sesli zikrin yerine sessiz (hafi) zikri, kırk günlük inziva demek olan halvet yerine halk içindeyken kalben Allah ile beraberlik demek olan "halvet der encümen" prensibini benimsemiş, sema ve musiki meclislerinden uzak durmuş, birçok tarikatın aksine silsileyi Hz. Ali'den ziyade Hz. Ebû Bekir'e bağlamayı tercih etmiştir. Yazılı bir eser bırakmadığı anlaşılan, ancak çok sayıda mürid yetiştiren Bahaeddin Nakşibend'den sonra onun adıyla anılmaya başlayan bu tasavvuf yolu önce Orta Asya'da daha sonra Anadolu, Hindistan ve Orta Doğu gibi farklı coğrafyalarda yayılmıştır. 

        Nakşibendiliğin XV. Yüzyılda Orta Asya'daki en önemli temsilcilerinden biri olan Ubeydullah Ahrar (ö. 1490) devlet yöneticileriyle de yakın ilişkiler kurmuştur. Aslen Kütahya'nın Simav ilçesinden olan Abdullah İlahi (ö. 1491) o dönemde Semerkand'a giderek Ubeydullah Ahrar'dan tasavvufi eğitim almış ve Anadolu'ya dönerek bu tasavvuf yolunu Anadolu, İstanbul ve Balkanlara kadar taşımıştır. Abdullah İlahi'nin müridi olup İstanbul Fatih'te medfun olan Emir Buhari (ö. 1516) ile devam eden bu kolda zamanla Lamii Çelebi (ö. 1532) gibi meşhur yazarlar da yetişmiştir. Yine XV. Yüzyılın meşhur alim ve sûfilerinden biri olup Afganistan-Herat'ta yaşayan Abdurrahman Cami (ö. 1492) de bir Nakşibendi mensubu idi. Ubeydullah Ahrar'dan sonra Orta Asya'da onun iki mürid ve halifesi bu tasavvuf yolunun devamında önem arz etmektedir. Birisi Muhammed Kadı Semerkandi olup onun da halifesi Ahmed Kasani Dehbidi idi. Orta Asya'da devam eden tasavvuf yolu Nakşibendiyyenin Kasaniyye veya Dehbidiyye kolu diye anılmıştır. Bu kol bir ara Doğu Türkistan'da da etkili olup yayılmış ise de zamanla siyasallaşarak tasavvufi önemini yitirmiştir. Ubeydullah Ahrar'ın diğer halifesi Muhammed Zahid Vahşıvari ile devam eden Nakşibendi kolu ise zamanla Hindistan'a taşınmış ve orada İmam-ı Rabbani ve Müceddid-i Elf-i Sani diye anılan Ahmed Sirhindi ile yeni bir kol olarak devam etmiştir. 

        Mektûbat isimli eseriyle meşhur olan İmam-ı Rabbani (ö. 1624) hem Hindistan'da Babürlü hükümdarı Ekber Şah'ın ürettiği "din-i ilahi" isimli anlayışla, hem de toplumdaki bidat ve hurafelerle mücadele etti. Bazı sûfilerin yanlış yorumladığı vahdet-i vücûd (varlığın birliği) fikrini izah edip onun tasavvufta aşılması gereken bir hal ve algı tarzı olduğunu, vahdet-i vücûd anlayışının üzerinde vahdet-i şuhûd, onun da üzerinde abdiyyet (kulluk) mertebesi olduğunu söyleyerek tasavvuf düşüncesine yeni bir katkı sağlamış oldu. Dergahında tasavvufi eserlerden çok tefsir, hadis, fıkıh ve kelam kitapları okutarak İslami ilimlerin ihmal edilmemesi gerektiğini vurguladı. Medrese ilimlerini önemsemeyen bazı sûfilere karşı "ahirette bizi şeriattan (haram ve helalden) sorguya çekecekler, tasavvuftan değil", "tarikat, şeriatın hizmetkarıdır" diyerek farklı bir yaklaşım ortaya koydu. 

        İmam-ı Rabbani'nin "Müceddid" (yenileyici) lakabına istinaden kendisinden sonra devam eden Nakşibendi kolu Müceddidiyye adıyla da anılmıştır. İmam-ı Rabbani'nin oğlu ve halifesi Muhammed Ma'sûm'dan (ö. 1668) tasavvufi eğitim ve icazet alan Muhammed Murad Buhari (ö. 1720) bu kolu Anadolu'ya taşıyan ilk kişi olarak kabul edilir. Muhammed Ma'sûm'un diğer halifesi olup Mekke'ye yerleşen ve Anadolu'ya halifeler gönderen Ahmed Yekdest Cûryani de bir diğer Müceddidi kolunun Anadolu topraklarında yayılmasını temin etmiştir. Bu son kolda Mehmed Emin Tokadi (ö. 1745), Müstakimzade Süleyman Sa'deddin Efendi (ö. 1788) gibi meşhur yazar ve sûfiler yetişmiştir.

        XIX. yüzyılda Irak bölgesinden Hindistan'a gidip Delhi'deki Nakşibendi şeyhi Abdullah Dehlevi'den (ö. 1824) tasavvufi eğitim alarak geri dönen Mevlana Halid-i Bağdadi'den (ö. 1827) sonra devam eden Nakşibendi koluna da Halidiyye adı verilmiştir. Osmanlı son döneminde medrese ilimlerine önem veren Halidiyye mensupları, milli mücadelelerde de etkin rol üstlenmişlerdir. Ruslar'ın Kafkaslar'a girmesi üzerine vatan müdafaası yapan Şeyh Şamil (ö. 1871), Cezayir'i işgale başlayan Fransızlara karşı milli mücadelenin komutanlığını üstlenen Emir Abdülkadir el-Cezairi (ö. 1847), Yalova bölgesinde Yunan askerlerine karşı savaşan Şerefeddin Dağistani (ö. 1936), Erzurum bölgesinde Ermeniler'e karşı mücadele yürüten Alvarlı Efe (ö. 1956) hep Nakşibendiliğin Halidiyye koluna mensup kişilerdi.

        Nakşibendilik'te tasavvufi eğitim üç aşamada yapılır: 1. Letaif zikri: İnsan ruhunun alt boyutları demek olan beş latifeye, sonra nefs ve bedene yoğunlaşarak "Allah" diye zikretmektir. 2. Nefy u isbat: "La ilahe illallah" diye zikretmektir. Bu zikir genellikle nefes tutularak icra edilir. 3. Murakabeler: Kur'an-ı Kerim'den bazı ayetleri ve bazı tasavvufi kavramları derin bir şekilde düşünmektir. Topluca yapılan ve bazı Kur'an sûrelerinin belli sayılarda okunmasından ibaret olan "Hatm-i Hacegan" önceleri bela ve musibetleri def etmek için ihtiyaç halinde yapılırken zamanla haftada bir veya her gün yapılır hale gelmiştir. Şeyhi sevip ahlakını örnek almak anlamındaki "rabıta", zamanla değişim ve gelişime uğramış, şeyhi düşünmenin müride feyz getireceği kabul edilerek yeni bir uygulamaya gidilmiş ise de buna yönelik ulemadan bazı eleştiriler meydana gelmiş, bunun üzerine savunmak için eserler kaleme alınmış ya da rabıtayı eski asli şekline çevirip şeyh ile mürid arasındaki doğal muhabbet ve örnek almaya döndürenler olmuştur. Nakşibendilik'te "kelimat-ı kudsiyye" diye anılan on bir prensip ise dervişin zikir esnasında veya günün her vaktinde uyması gereken bazı kuralları ihtiva etmektedir. 

        YAZAR

        Necdet Tosun