Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Fatih Akın’ın filmi çok cesur kazanırsam ayıp olur!’, Venedik Film Festivali’nde Fatih Akın'la mücadele edecek olan Türk yönetmen Kaan Müjdeci, Kübra Par'a konuştu

        Kübra PAR / HT PAZAR

        Fotoğraflar: Ece Oğultürk

        Venedik Film Festivali’nde Fatih Akın’ın yanı sıra bir Türk yönetmen daha yarışıyor: Kaan Müjdeci. O da Akın gibi gurbetçi. 1980 Yozgat doğumlu genç yönetmenle festivale gittiği filmi “Sivas”ı konuştuk. Ama önce kendisini tanıyalım...

        O Türkiye’nin yeni ‘fırlama’ ve yetenekli yönetmeni. 1980 Yozgat doğumlu. Babası memur olunca Anadolu’da birkaç şehir dolaşmış. Malatya’da yatılı okulda okumuş. Üniversite sınav sisteminin bir kurbanı olarak ODTÜ yerine Pamukkale Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazanmış. Laboratuvardaki piknik tüpünü görünce Berlin’e kaçmış. Üniversite bedava ama hayat paralı olunca ilk birkaç yıl sürünmüş. Metruk iki bina arasında film gösterimleri yapmış. Berlin’deki film akademilerine kabul edilse de dil engeli yüzünden okuyamamış. Kruezberg’de açtığı bar çok popüler olmuş, pek çok sinemacıyla tanışmış, arkadaş olmuş. Çektiği kısa filmler ve belgeseller pek çok prestijli festivalde gösterilmiş. Ve şimdi Venedik Film Festivali’nde yarışıyor!

        En baştan başlayalım. Hikâyeye nasıl karar verdin?

        John Nash’in “Kaybeden varsa kazanan yoktur” lafı üzerine düşünüyordum. Bir de “Motosikletlerin boruları ‘vuu vuu’ yapıyor. Porsche’ler var, Ferrari’ler var... Bu adamlar neden böyle şeylere ihtiyaç duyuyor” diye merak ediyordum. Köpek dövüşündeki enerji de ilgimi çekti ve her şey öyle başladı...

        Erkeklik, dövüş, küfür, ilk sigara, cinsellik, yerini bildirme, paranın tüm değerlerin önüne geçmesi karşısında çocukluk, masumiyet, sadakat...

        Batırdın filmi! Neymiş bu film böyle... (Gülüyor...)

        Kısaca erkeklik meselesi filmi mi bu?

        Bu filmden önce köpek dövüşleri üzerine bir belgesel çekmiştim. Dövüşler sırasında hep duyduğum “Taş.... yerim, taş.... yerim” lafı dikkatimi çekiyordu. Tür köpeklerinin cinsel organları gerçekten büyüktür. Sahiplerinin onlara özendiğini fark ettim. Mesela birinin yıllar önce ölmüş “Coşkun” adında bir köpeği varmış. Onu öyle bir anlatıyor ki sanki kendini anlatıyor gibi... “Coşkun annesiyle çiftleşmez, kız kardeşiyle yatmaz.” Hep bir ensest meselesi vardı ama köpeğin ismi “Tecavüzcü Coşkun”dan geliyor! “Bulduğunu da becerir” diyor yani... “Coşkun önce altta dövüşür, rakipten bir yumruk yer ve onu tartar...”

        Filmde semboller üzerinden bu erkeklik meselesini mi deşiyorsun?

        Sorun erkeklik meselesi değil. Feminen bir heteroseksüellik vardır, benimkisi gibi. Bir de kaba heteroseksüellik var. Bunu sadece Türkiye’de erkeklik meselesi kalıbına sokmak filme haksızlık olur. Erkek dünyası filmi dersek oradaki çocuğun ve köpeğin masumiyeti kaybolur. Bunu metaforlar üzerinden kurcalamanın anlamı yok. Üzerine fazla konuşmak istemiyorum. Henüz kimse filmi seyretmedi. Herkes farklı görecektir. Ayrıca illa da bir meselesi olması gerekmiyor. Takıldım işte öyle...

        Antropolog Clifford Geertz’in Bali’de horoz dövüşü üzerine yazdığı makaleyi okumuş muydun? Film bana onu hatırlattı...

        A evet öyle bir şey duydum ama okumadım...

        ‘HER SAHNEYE BİR KÜFÜR SINIRI KOYDUM!’

        Banyodaki anne sahnesini saymazsak filmde hiç kadın karakter yok. Neden?

        Kadını bulamadım. Kadını nasıl anlatacağımı da bilemedim. Bazı sahnelerde çektim ama sonradan attım. Filmi dikkatli izlersen kadın var aslında...

        Önder Çakar senaryo danışmanıymış. Ne kadar etkisi oldu?

        “Bu sahneyi koy, burayı çıkar” demedi ama dramaturjik açıdan eleştirdi ve cesaret verdi. Zaten “yeni Sinemacılar” Türkiye’de gençlerin yetişmesine çok katkıda bulunuyor.

        Diyaloglar çok gerçekçi ve anlamlı. Doğaçlama var mı?

        Hayır, doğaçlama yok. Hepsini tek tek yazdım. Çocuklara sufle verdim, defalarca denedik...

        Çocukları nasıl seçtin?

        Aldım kamerayı elime, Yozgat’ın köylerindeki 9-12 yaş arasındaki tüm çocuklarla tek tek konuştum. Bir ay sürdü, önce 50 kişilik bir grup oluşturdum. Yavaş yavaş birbirleriyle kurdukları ilişkiler üzerinden eledim. Ben çocukken sınıfta gıcık olduğum sarışın bir çocuk vardı. Bayrağı o tutar, şiiri de o okur, bandoyu da o çalar... O çocuğu direkt buldum orada mesela!

        Köpekler de oyuncular kadar iyi...

        Köpekleri seçmek çok zordu. Nasıl dövüşüyorlar, insanlarla ve çocuklarla ilişkileri nasıl... Bunlara bakarak seçtim. Hepsi profesyonel dövüş köpekleri.

        Çocuklar köpeklerden korkmadı mı?

        Korkmaz olurlar mı? Üç ay uğraştım sahiplensinler diye... Her zaman çocukların kulağının dibindeydim. Monitörün başında ya da uzakta olunca oynamıyorlardı. “Köpek nereye bakarsa sen de oraya bakacaksın” diyordum. Günlük ödevleri vardı. Her sabah köpekleri koşturup yemeklerini yediriyorlardı. Aralarında organik bir bağ oluştu, zorlanmadılar.

        Çekimler sırasında tatsız bir şey yaşandı mı?

        Yaşanmaması mümkün mü? Köpeklerin yakın çekimlerinde çene güçsüzleştirici krem kullandık. Zarar görmesinler diye kan yerine gıda boyası kullandık. Sırf bu ayrıntılar için 3 ay hazırlık yaptık.

        Köpekleri oynatmak zor olmadı mı?

        Köpeğin doğal halini oynatıyorsanız niye zor olsun? Dövüş köpeğine Lessi oynatmıyorsun ki...

        Filmde çok küfür var. Çocuklar biliyor muydu yoksa sette mi öğrendiler?

        Biliyorlardı asıl ben onlardan öğrendim! Yalvarıyordum etmemeleri için... Her sahnede en fazla bir küfür sınırı koydum!

        Bir sabah kalktım ekip yok!

        İlk filminle dünyanın en önemli film festivallerinden Venedik’te yarışıyorsun. Fatih Akın da yarışmada. O değil sen kazanırsan ne olacak?

        Ayıp olacak! (Gülüyor...) Ama ben “filmim kazansın” ayaklarında değilim. Zaten film, kazanmak ve kaybetmek üzerine...

        Ya kazanırsan?

        “Oley oley” diye bağıracak halimiz yok. Arkadaşlarla kutlarız. İçki oranımız biraz daha artar...

        Fatih Akın’la arkadaş mısınız?

        Evet, bizim bara gelip gider. Onu çok sevip sayarım. Filmi The Cut’ı seyrettim, önemli ve cesaretli buluyorum.

        O AN SET ANİDEN DURDU, HERKES SUSTU...

        Setin en çarpıcı anı neydi?

        Benim için çok üzücü bir an. Filmde olmayan bir sahne... Köpeği çok sevdiğimiz için hiç tam narkoz vermiyorduk. Bir el arabası sahnesi vardı. O sahnede sahte köpek kullanacaktık ama bir anlaşmazlık olmuş. O sahnede köpeğin başına bir torba geçmişti. El arabasından düştü. O an set aniden durdu, herkes sustu. Dünya başımıza yıkıldı. Çok üzüldük. Neyse ki hiçbir şey olmamış. Yukarı çıkıp sinirimden her şeyi tekmeledim!

        Kaç haftada çektiniz?

        8 hafta. 4 hafta kış, 4 hafta ilkbaharda.

        Bir ara set dağılmış!

        Sürekli dağıldı! Bir sabah kalktım ekip yok! 3 kere prodüksiyon ekibi değişti.

        Huysuz bir yönetmen misin?

        Evet huysuzum! Reji takımı beyin takımıdır, prodüksiyon takımından üstün olmalıdır. Prodüksiyon yani asker takımı kendini üstün görürse o filmden bir halt olmaz.

        Ha bire yapım ekibi değişince bütçede sıkıntı yaşamadınız mı?

        Barın bütün parası gitti, kardeşim beni öldürecek! (Gülüyor...) Hem yapımcı hem yönetmen olunca kendini sınırlayamıyorsun...

        Yapımcı danışmanınız Sevilay Demirci’nin nasıl bir katkısı oldu?

        Sevilay parasal katkı yapmadı. “Alo Sevilay, bu prodüksiyon ekibi de dağıldı, ne düşünüyorsun? –Allah belanı versin Kaan, dıııt...” şeklinde konuşarak çalıştık! (Gülüyor...)

        ‘Kaymakam izin vermedi o tatile gidince çektik!

        Filmin adının Sivas olmasına Kültür Bakanlığı itiraz etmiş...

        Bakanlık’tan önce Yerköy Kaymakamlığı itiraz etti. Kaymakam senaryoyu okumuş, birçok sahneye karşı çıktı. “İyisini biliyorsanız siz yazın biz çekelim” dedim. Orada film çekmemizi yasakladı! Ama oradaki herkes akrabam. Kaymakamın çekmecesinden senaryoyu aldırdık. Antalya’ya tatile çıkınca da filmi çektik! Peşimize jandarmayı taktı, jandarma hazine aradığımızı zannetti. Bir sürü macera... (Gülüyor...)

        Peki köpeğin adı gerçekten Sivas mıydı? Neden o ismi koydunuz?

        Asıl adı Çakır. Sivas, Samsun, Afyon adında şampiyon köpekler var. Karakterlere şehir isimleri vermek benim de hoşuma gidiyor. Yeni yazacağım filmde çocuğun adı Tokyo olacak.

        Film hakkında sıra dışı 4 şey!

        - Filmde oynayan at, çekimler sırasında regl olmuş ve İsveçli kameramana asılmış. Olmaz demeyin, olmuş!

        - Filmin başrolündeki köpeği Kaan Müjdeci satın almış ama ondan çalmışlar. Durum mahkemelikmiş!

        - Kaan Müjdeci filmi Neşet Ertaş’a ithaf etmiş. Kapanış parçası da ondan...

        - Filmde güncel sanatçı Ahmet Öğüt’ün 3 kısa videosu yer alıyor. Müziklerini ise bir diğer güncel sanatçı Cevdet Erek yapmış.

        Kaan Müjdeci hakkında sıra dışı 3 şey!

        - Berlin’de Lucia adında oldukça popüler bir bar işletiyor.

        - Kruezberg’de Woo Store adında son derece cool bir moda tasarım mağazası var.

        - Hiperaktif ve huysuz. Yerinde duramıyor. Çekim sırasında fotoğrafçımız Ece Oğultürk’ü çılgına çevirdi! Ama müthiş bir yönetmen. Film çok iyi. Mutlaka izleyin!

        O’na şans dileyin... Genç bir yönetmen daha ilk filmiyle dünyanın en prestijli ilk üç festivalinden biri sayılan Venedik Film Festivali’nde ana yarışmaya seçildi. Kısacası pek çok tecrübeli yönetmeni kıskandıracak olağanüstü bir başarı. Yarışma sonucu bu hafta belli olacak. Ona şans dileyin!

        Oyuncular amatör... Yozgat Yerköy’de çekildi. Oyuncuların tamamına yakını amatör. Başrolü paylaşan Sivas kangalları profesyonel dövüş köpekleri...

        Sahici, derin ve çarpıcı... Yaralı bir dövüş köpeği ve karakterinin oluşma döneminde 10 yaşlarında hırçın bir erkek çocuğu. İkisinin kendileriyle, birbiriyle ve dünyayla ilişkisi. Sahici, derin ve çarpıcı... Daha fazlasını şimdilik anlatamam! Söz yönetmende...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ