Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu yazı da kanıtıdır ki, Netflix film işini anti-ilgiyle müthiş başarıyor. Milletin “Bird Box” etkisiyle, el kadar bebekler dahil, gözünü bağlayıp sağa sola çarptığı internetteki “challenge” görüntülerinden hareketle “Aman yapmayın” diye o cilveli tweet’i atmasa, filmi izlemek aklımın ucundan geçmezdi. Ama Netflix’in mesajını okuyunca o etkiden kaçamadım, seyrettim. “Lütfen kendinize zarar vermeyin, Boy ve Girl’ün (filmdeki iki çocuk karakter) 2019 dileği, bu yüzden hastanelere düşmemeniz…” sözcüklerinde kışkırtıcı bir çağrı vardı.

        Öncelikle John Malerman’ın, “Sakın gözünü açma” notuyla kapaktan tüyo verdiği aynı adlı romanından uyarlanan “Bird Box” bence korku filmi değil. Görünmez karanlık bir gücün insanları çıldırtıp intihara ve dünyayı kanlı bir kaosa sürüklediği dehşet sahneleri, filmi korku filmi yapmaya yetmiyor. Nitekim sosyal medyada, tabii ki şu gözbağı üzerinden filmle dalga geçen caps ve gif’lerin yanı sıra “Neden bu kadar güldüm acaba” yorumları da vardı. Filmin halkkını yemeyelim, “Hayatımda gördüğüm en korkunç film” diyenler, hatta “korkunç ve aynı zamanda duygusal” bulanlar da var.

        Ben gülmedim. Kitabını okurken son derece ürperdiğim, ancak perdede seyrederken gülme krizine girdiğimiz için sinema salonundan neredeyse kovulacak raddeye geldiğimiz “Şeytan” kadar komik gelmedi bana. Filmi makaraya alan caps’ler arasında, kültürel yakınlıktan olsa gerek en çok Cüneyt Arkın’lı yerli versiyona güldüm. Bu arada “konulu körebe” başlığını da Twitter’daki bir yorumdan aparttım!

        BAŞROLDE “BIÇKIN” KADIN

        “Bird Box”ta kıyameti hazırlayan varlığın ne olduğunu asla öğrenemiyoruz ve sağ çıkmayı başaran bir grup insanın, bir evde mahsur vaziyette hayatta kalma mücadelesine tanık oluyoruz. Burada tipik “ada romanı” (Bkz. Sineklerin Tanrısı) şeması devreye giriyor. Birbirini tanımayan zıt karakterlerin topluluk içi çatışması kadar, bir Hollywood klasiği olarak “tecrit ortamında lüzumsuz arıza çıkaran tipler” de eksik değil. Söylemeye bile gerek yok, korku ve dehşet iddialı her Hollywood filminde olduğu gibi, en büyük mücadeleyi veren baş karakter hariç herkes ölüyor; o varlıkla göz teması neticesinde ya da o varlığın kölesi haline gelen manyaklar eliyle.

        Sağ kalan baş karakter, Malorie rolündeki Sandra Bullock oluyor ki, Netflix’in çok tartışma yaratan “güçlü kadın başrol” formatının son örneği. Netflix’in kendi yapımlarının yarı sıra, “Carol”, “Amelie” ve “Cruel Intentions” gibi filmlerle de oluşturduğu bu kategori tepki çekiyor, çünkü “güçlü erkek başrol” diye bir kavram bulunmuyor. Neticede “Bird Box”ta Sandra Bullock, o karaktere oturuyor ve Amerikan medyasındaki yorumlara bakılırsa bu format, Netflix’in gizli tuttuğu dijital veriler üzerinden yaptığı bir programlamanın ürünü. “Orange Is The New Black” ve “Black Mirror” gibi başarılı dizilerin izlenme rakamlarını açıklamıyor, ancak bu veriler üzerinden içerik ürettiği söyleniyor. Neticede Netflix “Bird Box”u gururla takdim ediyor; 45 milyon hesaptan izlenerek ilk yedi gün rekorunu kıran yapımı olarak.

        FARKLI BAKIŞ AÇILARI

        Güçlü Malorie karakterini besleyen öğeler sadece mücadele azmi, silah kullanması değil. Malorie, yarı yaşındaki Tom (Trevante Rhodes) ile ilişki yaşıyor, klasik yaş farkı tablosu burada tersine dönmüş oluyor. Klasik derken, Tom Cruise ve Harrison Ford’dan George Clooney ve Denzel Washington’a yaş alan aktörlerin hep en fazla 30’larında sayan kadın oyuncularla başrol paylaşması kastediliyor.

        Ama mesele sadece olgun kadın-genç sevgili meselesi değil, buna hiç vurgu yapılmaması, yaş farkının seyircinin gözünün içine sokulmayıp doğal akışa bırakılması. Tom’un siyah olduğunu ekleyelim, buna da hiç gönderme yapılmıyor.

        Yine bir veri tabanı çalışması toplumun renk ve tipi mevcut; iki beyaz erkek (John Malkovich ve Machine Gun Kelly), iki siyah erkek, Latin kökenli kadın polis, bir şişman ve bir yaşlı kadın, Asya kökenli gey erkek… Burada da önemli olan hepsinin kahramanca davranması, başkaları uğruna kendini feda edebilmesi. Böylece azınlıklar da anlatımın önemli bir parçası haline geliyor. Bir siyah olarak Tom’un (babası olmadığı) iki çocuğa sevecen baba tavrı da beyazperdede nadir gösterilen öğelerden.

        Bekleneceği üzere, flashback’ler arasında film boyu gözler bağlı olarak süren tehlikeli bir nehir yolculuğu sonunda Malorie iki çocuğuyla birlikte kurtuluşu buluyor. O badireli nehir macerasında bir “Sophie’nin Seçimi” anı da yaşanıyor ama Malorie öyle güçlü bir karakter ki, öz çocuğuyla diğeri arasında seçim yapmayıp “Ya hep ya hiç” diyerek atılıyor tehlikenin kucağına. Ve film, “Fahrenheit 451”vari bir sona ulaşıyor; karanlık güçten etkilenmeyen görme engelliler okulunda sığınağa kavuşuyorlar.

        Ama hafızalardaki romanların genç belleklere aktarıldığı “Fahrenheit 451” ormanı kadar etkileyici gelmiyor o sığınak.

        Diğer Yazılar