Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir takım çopur suratlı çete adamlarının vuruştuğu Hollywood stili organize suç filmleri tarzım olmasa da The Irishman’i seyrettim. Bir sahnede Jimmy Hoffa’nın da (Al Pacino) dediği gibi “O kadar çok Tony var ki”. Bir noktadan sonra onlar karışabiliyor mafya filmlerinde. “The Irishman”, sendika lideri Hoffa’nın esrarengiz şekilde kaybolmasını yeniden bugüne taşıyor. Fakat birçok eleştirmenin de dikkat çektiği gibi, sendikacı/tetikçi “İrlandalı” Frank Sheeran’ın (Robert de Niro) kızı Peggy’yle gerilimi ve sonunda ilişkinin tamamen kopması, Scorsese usulü epik mafya hikayesinde drama dozunu zirveye çıkaran esas unsur oluyor.

        Peggy (yetişkin haliyle Anna Paquin) babasıyla Russell Bufalino’nun (Joe Pesci) kirli dünyasını bakışlarıyla yargılıyor. Scorsese, Peggy’nin dayanılmaz suskunluğu penceresinden bizi de yargılamaya sürüklüyor.

        “3.5 saatlik filmde Peggy neden hiç konuşmuyor” meselesi çok tartışıldı; Anna Paquin gibi parlak bir oyuncuya neden iki kelime ettirilmiyor diye çıkışanlar oldu. Aslında iki kelime ediyor. Hoffa’nın kayıplara karışması üzerine babasına “Karısını aradın mı” diye soruyor. “Hayır”cevabına yine o yargılayan bakış ve vücut diliyle soğuk bir “neden?” sorusu. Sheeran aramamış, çünkü… Gerisi spoiler. Filme kaynaklık eden Charles Brandt’ın kitabı “I Heard You Paint Houses”da anlatıyor Sheeran nedenini.

        Peggy’nin neden konuşmadığına Scorsese’nin cevabı var: “Konuşmaması gerektiğine karar verdim. Küçükken babasının bir adamın elini hunharca ezdiğini görüyor. Başka çocuklar kaldırabilir ama o çocuk yapamaz. Sadece bakıyor babasına. Konuşacak bir şey yok. Kız biliyor. Babası da onun bildiğini biliyor.” Sonunda Paquin, Twitter’dan tartışmayı noktalıyor: “Bu muhteşem kadroda yer almak üzere seçildiğim için gururluyum” şeklinde.

        Aslında Peggy’nin konuşmamasından çok filmin 3 saat 29 dakikalık süresi günün konusu. Scorsese diyor ki; “Uzun olduğunun farkındayım fakat yine de seyirciyi yakalayacak bir film yaptığımı düşünüyorum. Ben yaptım diye demiyorum ama ilginç bir anlatım yapısı var. Sürükleyici olduğuna inanıyorum. Tabii baştan sona beyazperdede seyredilmesini tercih ederim. Ama evde de bir gece ya da öğleden sonrayı ayırabilirsin. Telefona cevap vermesen, fazla oturup kalkmasan iyi olur. Ve lütfen filmlerimi ya da diğer filmleri telefondan seyretmeyin. iPad olabilir, büyük bir iPad…”

        Bu uyarı üzerine sosyal medyadaki “Peki o halde ne diye Netfilx’e film çektin salak” ve benzeri yorumları hak etmediği kesin Scorsese’nin. Alfonso Cuaron da Oscarlı filmi Roma’nın cep telefonlarından seyredilmesini hak etmemişti ama oldu.

        UZUN ÇEK AMA HIZLI TÜKETSİNLER

        İşte bütün mesele burada düğümleniyor. Netflix filmi “The Irishman”in dünya prömiyeri geçen 27 Eylül’de New York Film Festivali’nde yapıldı ve Oscar’a aday olabilmesi dünyada sınırlı sayıda sinemada gösteriliyor. Türkiye’de ise sadece bir özel gösterim düzenlendi. Sinemalarda yok, çünkü yasaya göre vizyona girdikten ancak 6 ay sonra Netflix veya diğer dijital platformlara çıkabiliyor. Yani Scorsese’nin filmi dijitale mahkûm. Bu nedenle de “Lütfen telefondan seyretmeyin” diyor ama seyir ceple sınırlı kalsa yine iyi. Netflix, mobil uygulamada hızlandırma ve yavaşlatma tuşunu test ediyor şu sıra. Hızlandırma seçenekleri x0.5, x0.75, x1.25 ve x1.5 olacakmış. The Playlist web sitesindeki habere göre 1.5 kat hızlandırdığın takdirde film 2 saatte bitermiş.

        DVD’lerde zaten nicedir yapılıyor hızlı ileri. Hatta yakın bir arkadaşım tamamı seyretmeye sabrı olmadığından fakat merak da ettiği için Game of Thrones’un bütün sezonlarını x 1.5 fast forward’la izledi. Ancak filmleri piyasaya süren yapımcının eliyle hızlandırma seçeneği, müzik ve sinema dahil sanat yapıtlarının da hızlı tüketim girdabına kapıldığı yeni teknoloji çağına özgü bir yenilik. Ya da kimilerine göre garabet!

        Netflix tam bir paradoks. Bir yandan Scorsese’ye ya da Noah Baumbach (Marriage Story) Fernando Meirelles (The Two Popes) gibi yönetmenlere istediği uzunlukta film çekme özgürlüğü tanıyor, diğer yandan “Kimin bu kadar uzun film seyredecek vakti var” demeye getiriyor. “Jeneriği atla” seçeneği de bunun kanıtı; yönetmeni, görüntü yönetmeni kimmiş, kimin umurunda. Kapanış jeneriğinin aniden küçük ekrana taşınarak Netflix yapımlarının tanıtımına geçilmesi de ayrıca sinir bozucu. Hatta şimdi Seth Meyers’in “Lobby Baby” stand-up şovunda “politikayı atla” tuşu da var, Trump esprilerinden artık bıkkınlık getirenler için.

        Scorsese on yıldır üzerinde çalıştığı “The Irishman” projesi için 160 milyon doları Netflix adresinde bulabiliyor. Fakat Netflix’in de acelesi var. 3.5 saatlik film ne kadar çabuk tüketilirse o kadar iyi, diğer film, dizi ve şovlara da sıra gelsin ki, izlenme oranları yükselsin. Hele mobil cihazda fast forward film izlerken TV’den de “Final Table”a filan baksa tüketici, tadına doyulmaz.

        “SANATA HAKARET EDİLİYOR”

        Sinema yeni teknoloji ve tüketim baskısına direniyor. İsveçli yönetmenler bundan on yıl kadar önce sinema salonlarında mısır-kola tüketilsin diye ara verilmesine karşı açtıkları davayı kazanmışlardı. Mahkeme “sanat yapıtının bütünlüğü ve yönetmenin telif hakkını ihlal” gerekçesiyle haklı bulmuştu yönetmenleri. O tarihten beri filmler arasız oynuyor ve yer yerinden oynamıyor.

        Cannes Film Festivali ile Netflix arasında iki yıl önce patlak veren husumet de malum. 2017’de Netflix’in iki filmle yarıştığı festivalin jüri başkanı Pedro Almodovar, “Sinemada gösterilmeyecek bir filme Altın Palmiye verildiğini düşünemiyorum bile” diye kestirip atmıştı. Nitekim Netflix’in Fransa’da vizyona girmeyen filmleri Cannes’da yarışamıyor artık. Taraflar arasında görüşmeler sürüyor. Bu yıl “The Irishman” festivale yetiştirilememişti ama yetişse bile yarışma bölümünde olamayacaktı.

        Şimdi hızlandırma seçeneğine de sektörden yoğun tepki var; Netflix dizilerinin yönetmen ve oyuncuları dahil. Kimilerine göre sanata ağır hakaret bu. Diziden diziye fark var, fakat “The Irishman”i hızlı ileri iki saatte seyredersen olacağı şudur; film boyunca hüküm veren infaz eden sert adamların sonunda kodeste, huzurevinde elden ayaktan düşmüş tekerlekli sandalyede kimsesiz ihtiyarlar olduğuna tanık olabilirsin. Ama Peggy’nin konuşmadığını farketmeyebilirsin.

        Diğer Yazılar